Sağlık personeline yönelik şiddet haberleri artık “olağan” hale geldi. Geçtiğimiz günlerde olağanlaşan bu haberler içinden bir tanesi kendine diğer haberler arasında ön sıralarda yer buldu. Görüntülü olması haberciler açısından “cazip” idi, görüntüde acil serviste hastaların bulunduğu odaların ve alanın önünde yer alan “banko” diye adlandırılan bölümün üstüne çıkarak “uçan tekme” atan bir hasta yakını vardı. Bu haberle, yayın akışında kendilerinden sonra gelen aksiyon filmine de hazırlanmış oluyordu izleyici.
Doktorun tekvando bilmesi de ayrıca bir “haber değeri” taşıyordu. Böylece kolayca kurtulmuştu o uçan tekmeden.
Bu hale nasıl geldi sağlık hizmetleri? Hasta yakınına uçan tekmeyi attıran, doktora da tekvandoyu öğreten bir yere nasıl geldi?
***
Sağlık hizmeti beklentilerin yüksek olduğu bir hizmet türü. Özellikle hastalık boyutuna indirgenince ya da hastalıkla, yaralanma ya da rahatsızlıkla karşı karşıya gelince.
Genel olarak toplum tıp mesleklerinden tedavi edici sağlık hizmeti bekliyor. Bu hizmeti yürütürken de tıp mesleklerinin yetkin, özgeci (Kişisel yarar gözetmeksizin başkasına yararlı olmaya çalışan) olmasını, kamu yararını geliştirmesini, dürüst ve ahlaklı, hesap verebilir ve şeffaf olmasını istiyor.
Tıp mesleklerinin de toplumdan birçok beklentisi var. Toplumun tıp mesleklerine şartsız koşulsuz güvenmesini bekliyor. Kendi mesleki alanında otonomi istiyor, kendi alanını kendisi düzenlemek hatta zaman zaman tekelleşmek, kamu politikasına katılmak, sağlıkla ilgili sorumluluğu toplum ve hastalarla paylaşmak istiyor. Ayrıca yeterli düzeyde finanse edilen bir sağlık sistemi ile statü ve ödül de istiyor.
Bu daha da uzatabileceğimiz beklentileri karşı karşıya getiren, buluşturan, birleştiren, uyumlulaştıran da sağlık sistemi, o sistemin dinamikleri, yönelimi.
***
Peki, bu yönelim nereye doğru?
Geçtiğimiz aylarda Sağlık Bakanlığı hastanelere gönderdiği bir yazıda kamuya ait tüm hastanelerin “kendi gelirleri ile giderlerini karşılayabilen, sağlık sektörünün diğer aktörleri ile kontrollü bir rekabet ortamında etkin ve kaliteli sağlık hizmeti sunabilen daha verimli sağlık işletmeleri haline dönüştürülmesi”ni öncelikli hedefleri arasında tanımlıyordu. Bu yazıda belirtilen “kendi gelirleri ile giderlerini karşılayabilen” ve “sağlık sektörünün diğer aktörleri ile kontrollü bir rekabet ortamı” tanımlamalarını sağlıkta yaşanılan yeni dönem için bir “motto” (özdeyiş, slogan) olarak niteleyebiliriz.
Sağlık Bakanlığı kendi hastaneleri için “kendi gelirleri ile giderlerini karşılayabilme” hedefine çoktan ulaşmış görünüyor. Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu hakkında yayımlanan Sayıştay 2013 Raporu bu konuya ilişkin çarpıcı tespitler ortaya koyuyor.
* Rapora göre Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu’na, Sağlık Bakanlığı’ndan gelen bütçe 2013 yılı için 8.1 milyar TL. Bu paranın yüzde 74’ü personel gideri, yüzde 3’ü mal ve hizmet alımına harcanmış. Peki hastanelerde gerekli onca malzeme ve hizmete için para nereden bulunmuş? İşte bu sorunun cevabı da “kendi geliri” meselesinde yani döner sermayede.
* Aynı yıl için döner sermayeden elde edilen gelir 20.5 milyar TL. Bu paranın yaklaşık %84’ü hizmet üretim gideri, %16’sı ise “genel yönetim gideri”(Yönetici maaş ve ek ödemeleri, hazine, merkez vb payları). Hizmet üretim gideri olarak harcanan paranın yüzde 56’sı hizmet alımı (Laboratuvar, yemek, tıbbi atık, görüntüleme hizmet alımı gibi) ve malzeme (Medikal, kırtasiye, laboratuvar malzemeleri gibi) giderleri, yüzde 39’u ise personele ek ödeme olarak ödenmiş. Dolayısıyla hastane hem hizmet ve malzeme hem de personele ek gelir açısından kendi kendini döner sermaye ile “döndürmüş”.
* Genel yönetim gideri olarak harcanan yaklaşık 3.2 milyar TL’nin yüzde 31’i maaşlara, yüzde 10’u ek ödemelere olmak üzere toplamda yüzde 41’i personel gideri olarak harcanmış. Hangi personel derseniz hastanelerin “yönetici” statüsündeki personel. Hastane yönetimindeki sözleşmeli personelin maaşları için döner sermayeden 995 milyon TL ve ek ödemeleri için de 303 milyon TL ödenmiş. 2013 yılında TBMM’de yanıtlanan bir soru önergesi verilerine göre ödenen bu rakamlar 4461 yönetici personel için. Hastanelerin “verimli” hale gelişine çarpıcı bir örnek.
Dolayısıyla devlet hastaneleri merkezden gelen paranın yüzde 3’ünü mal ve malzeme almaya ayırırken kendi elde ettiği gelirin yüzde 56’sını, hemen hemen tamamı Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan elde edilen bir gelir olan döner sermayeden karşılayarak “kendi yağında kavruluyor”. Ayrıca hastanelerde çalışan sağlık personeli toplam ücreti içerisinde önemli bir yeri olan ve artık bağımlı ve mecbur hale geldiği ek gelirini, yönetici pozisyonunda çalışanlar da hem maaş hem de ek gelirlerini “döner sermayeden” elde ediyor.
Kim bilir devlet hastaneleri biraz daha “girişimci” olurlar ise merkezden gelen paraya da ihtiyaçları kalmayabilir ?
Türk Tabipleri Birliği Sayıştay Raporu’nda “özellikle döner sermaye işletmelerine ilişkin işlemlerin hemen her alanında yanlışlık, mevzuata aykırılık ve belirsizlikler tespit edildiği”, “sağlık tesislerindeki yöneticiler ile bankalar arasında "belirsiz" ilişkiler kurularak döner sermaye kaynaklarındaki giderler ve gelirlerin denetim dışına çıkarıldığı” saptamaları yapıldığına dikkat çekiyor.
***
İşte bankonun üzerinde uçan tekme atan hasta yakını ile onun tekmelerinden tekvando teknikleri ile kurtulan doktorun karşı karşıya geldiği, “kontrollü bir rekabet ortamında kendi geliriyle kendini finanse edebilen” hastanelerden finansal manzaralar.
Uçan tekme atan hasta yakını ile tekvando bilen doktorun beklentilerini buluşturan böyle bir sağlık ortamı!
Bu beklentilerin ortaklaşacağı başlık “kamu yararı” olsa gerek.
Kamu derken?
Soma’ya ve Ermenek’e bakmalı, orada devletin kamudan ne anladığı açık seçik görülmüyor mu? (CIY/HK)