* Fotoğraf: Canva
Bugün insan, toplum ve doğa üzerinde planlanmış hâkimiyetler zinciri ile karşı karşıyayız. Bu bir anlamı ile uyum sağlama ve boyun eğme arasında ki sıkı bağlarında inşa edilmesidir. Bu inşa sürecinin örgütleyicileri arasında bilim ve uygulayıcısı anlamında teknoloji büyük öneme sahiptir.
Bilim ve tekniğin yasaları tarafından kurgulanan pratikler neredeyse eksiksiz hayata geçirilir. Bu yasalara, çıkışı ve kökeni gereği doğa yasaları da dense sonuçta bu yasalar insan içindir. Tabii ki insanlığın tamamı değil egemen sınıfın egemen yöneticileri içindir.
Doğa yasaları, yasaların sözde doğallığı üzerinden insan, toplum ve doğanın hesap edilerek kontrol altına alınmasını hedefler. Hesap yönteminin pratiği teknoloji, dili de matematiktir.
Teknoloji, doğaya örtü çekmek ve onu yapay bir işleyişe hapsetmek üzere hayata geçirilir. Bu yapaylaştırma süreci insan ve toplum üzerinde de etkisini gösterecektir. Ve - ne ilginçtir ki - yapaylaşma ekonomi üzerinden ilerleme olarak lanse edilecektir. Bu anlamı ile her teknik ilerleme yeni bir ilerlemeyi doğurmak zorundadır. Her ilerlemenin ömrü kısadır fakat insan ve doğa üzerinde ki yıkımı uzun sürelidir.
Bilim, teknoloji üzerinden önce düzenliliği kurar sonra da düzenlilik üzerinden değişmezliği ve değiştirilemezliği dayatır. Buradaki değişmezlik toplumsal düzenin değişmezliğidir. Aslında buna hiçbir şeyi değiştirmemek için her şeyin teknoloji üzerinden değiştirilmesi de diyebiliriz.
Bu değiştirilmeme sürecinde iki şey öne çıkarılır: Bilimin dokunulmazlığı ve teknolojinin hayranlığı. Bunlar üzerinden dokunulmaz kılınarak hayranlık duyulması istenen kapitalist sistemin kendisidir. Bu, ezilen ve sömürülen sınıflar ve halklar üzerinde büyük bir ele geçirme operasyonu ile mümkün olabilir. Ama her saldırı önce savunma, sonra da karşı saldırı barındırır; insanlar kolayca teslim olmayacaktır.
Bilim ve teknolojiye yansıyan eşitsizlikler
Sermaye sınıfının elinde bulundurduğu ekonomik ve siyasi gücün yarattığı eşitsizlikler, bilim ve teknolojiye de yansır. Bugün bilim ve teknolojinin eşitsiz dağılımı ile karşı karşıyayız.
Bu eşitsiz dağılım aynı zamanda araçlarla amaçların da yer değiştirmesini sağlıyor. Bunun adına sadece medeniyet denmiyor, modern medeniyet ve hatta teknolojik modern medeniyet deniyor!
Ama maalesef çok az insan, amaçların araçlara, araçların da çıkarlara dönüşmesini sorguluyor. Amaçlanan gayet net, toplum ve doğaya uygun teknolojiler yerine, teknolojiye uygun toplum ve doğa yaratmak!
Bilim ve teknolojinin ilerlemesi ile birlikte tüm toplumsal ve doğal sorunların çözüleceği inancı yerleşik bir hâl almış durumda. O zaman şunu soralım: Bunca zamandır ilerleyen ve gelişen teknolojiler hangi sosyal kötülüğü, hangi doğal yıkımı önlemiştir? Önlemek bir yana daha da arttırmamış mıdır?
Örneğin, yere göğe sığdırılamayan GDO'lu* ürünler gerçek anlamda açlığı yok etmek, besin değerini ve kalitesini yükseltmek, sağlıklı nesiller yetiştirmek, gıdaya ulaşımı kolaylaştırabilmek için mi tasarlandı? Yoksa sermayenin tarım ve ürünleri ile birlikte kâr oranlarını arttırıcı yaptırımlar uygulaması için mi? GDO teknolojisi ile üretilen ürünler başından sonuna dek hem insan hem doğa için büyük tehlikeler barındırıyor.
Deniliyor ki, "yeterince gıda üretimi yok o nedenle insanlar aç biz de bu teknoloji sayesinde sorunu çözüyoruz." Hâlbuki gerçekler bambaşka. Gıdaya erişimi engelleyen baştan sona sistemin kendisi. Sorun, yetersiz gıda üretimi değil tarımın kapitalistleşmesi. Sonuç malum; köyün ve köylünün yok edilişi, üreten çiftçinin yerine marketten yoğurt alan tüketen müşterinin geçmesi...
Teknoloji durduk yere ortaya çıkmaz
Teknoloji, doğayı ve insanı bilmekten çok onu kendi çıkarlarına göre kullanmayı hedefler. Bu anlamı ile teknoloji durduk yere ortaya çıkmaz.
Ortaya çıkışı üç genel başlık altında toplayabiliriz. Birincisi, sermaye teknolojik gelişim üzerinden işçi ve emekçiye olan bağımlılığını en aza indirmeyi hedefler. Kapitalizm öncesi üretim biçimlerinde insan makineyi yönetirken bugün makine insanı yönetiyor. Bir ara not ilave edelim: Teknoloji sadece makine demek değildir, ondan daha fazlasıdır. İdeolojik ve sosyolojik yapılar da taşır.
İkincisi, teknoloji sermayeler arası rekabet savaşlarında hem rakiplerini pazar dışına atmak, hem de tek hâkim olmak amacı ile teknoloji silahını ateşler. Sermaye genişledikçe toplum ve doğa büyük yıkımlar eşliğinde daralır.
Üçüncüsü ise, sermaye doğa ile girdiği savaşımda onu ele geçirecek tüm kozlarını sahaya sürer. Neoliberal destekli saldırı planları ile doğal tüm yaşam alanlarını artı değer alanlarına çevirmeyi hedefler. Doğayı hammadde statüsünde bir malzeme olarak görür. Doğal varlık, hammaddeleştirme sürecinde doğal kaynağa dönüştürülür. Bu aynı zamanda kullanım değerinin değişim değerine geçiş sürecidir.
Ortak alan özel alana dönüşünce kârlar özele, zarar genele ait oldu. İşte bu mantık teknoloji üzerinden buzulları eritti. Ama gelin görün ki kapitalist sermayedar için kârların erimesi buzulların erimesinden çok daha önemliydi. Teknolojik uygarlık ile kuraklık arasındaki sıkı bağlar her yerde karşımıza çıkıyor
Sermaye, bilim üzerinden bir süre doğaya itaat etti. Fakat ilerleyen süreçte bu, hükmetmeye dönüştü. Hükmetme, sıkıştırmayı zorunlu kıldı. Mikroskop ile teleskop arasına sıkıştırılan doğa ile karşı karşıyayız. Bu sıkıştırmanın dışına çıkmak isteyen düşünce ve eylemler bilim karşıtı, teknoloji düşmanı olarak yaftalardı. Asıl sorun şu; bilime ve teknolojiye değil onun egemen sınıflar tarafından her tür kullanımına karşı çıkmak.
Doğa yasaları ve doğal yasaklar
Doğa yasaları ile doğal yasaklar arasında sıkı bağlar olduğunu görmek mümkün. Yasanın ürettiği yasaklar doğal insan ile insan doğası arasına da yasaklar getirdi. İnsanın hem içinde ki hem dışında ki doğa tehlikeli olarak nitelendirildi. Bu nedenle bir an önce ele geçirilmeli ve dizginlenmeliydi.
İnsan bedeni ve doğanın ele geçirilişi büyük benzerlikler barındırır. İktidar, aynı zamanda beden ile iç ve dış doğa üzerinde tahakküm süreci demektir. Bu süreçte bilgi ile bilinç birbirinden ayrıştırılır ve bilinç bilginin gerisine atılır. "Eğer bilmek istiyorsanız" denir; yani, çağdaşlaşmak, Batılılaşmak, modernleşmek, ilerlemek için teknolojiyi sonuna dek kullanmanız gereklidir. Sunulan teklif nettir: çağı yakalayan insan, teknolojiyi en çok kullanandır!
Bugün, tüm bunları yapmak adına "teknolojiyi ülkeye getireceğim" diyenlere karşı yukarıda paylaştıklarım çerçevesinde yaklaşılması gerektiğine inanıyorum. Sınıflı bir toplumda bilim de, matematik de, teknoloji de taraftır ve egemenin elinde bir silahtır. Ayrıca, sadece teknoloji getirilmez. Onunla birlikte onun tüm baskı aygıtlarını da getirmeniz gereklidir.
Çünkü kapitalizm de sermaye, bilim ve teknoloji iç içedir ve gittiği her yerde kendi çıkarı için ölüm, talan, yıkım getirir!
Teknolojiyi bu şekilde yorumlamak, neye baktığımızın ve ondan da önemlisi nereden baktığımızın da göstergesi olacaktır. (HY/SD)
*GDO: Genetiği değiştirilmiş organizma