*Fotoğraf: Pınar Tarcan/ bianet.
Şehir demek, yalnızca üzerinde canlı bir sosyal hayatın ve ekonominin deveran ettiği bir harita, hayatımızı idam ettirdiğimiz bir toprak parçası demek değildir. Bizim İstanbul'umuzda olduğu gibi kırk pare misali şehrin dokusu gözetilmeden birbirinden habersiz ve ilgisiz yapıların bir araya getirilmesiyle oluşan beton yığını demek hiç değildir.
Şehir demek öncelikle kimlik demektir. Kimlik ise mütemadiyen bellektir. Tarih ve kültürün yoğurduğu derin bir bellek... Şehirlerin ölümü pek çok alametle başlar, belleğin yitimiyle nihayetlenir.
Çağlar boyu nice halka yurt olmuş İstanbul belleğini en çok yitiren şehirlerin başını çekiyor muhakkak. Roma imparatorluğu ile başlayan medeniyet silsilesini tarumar ede ede, belleğini yitirmiş bir ölümlü gibi düşe kalka yarına doğru ilerliyor. Buna rağmen hala güzel, hala gösterişli ve eşsiz...
İstanbul'un belleğini ne vakit yitirmeye başladığı konusuna değinmeyeceğim. Zira bu, tarihin bile kat'i hüküm veremediği, tarihçi denen şahsın aidiyetine ve politik tavrına göre yorumlanabilen bir mesele... On birinci, on beşinci, on yedinci ya da yirminci asır...
Her biri bu soruya verilebilen makul cevaplar olabilirdi, eğer bu yazının konusu geç Osmanlı, erken Cumhuriyet İstanbul'unda Tatavla, bugün ise Kurtuluş diye adlandırılan bölgenin tarihi olmasaydı...
At tavlaları
Şişli ilçesinin sınırları içinde kalan Kurtuluş dediğimiz semte, bir zamanlar buradaki kiraz ağaçlarının varlığı sebebiyle Kerasohori (yani Kirazlıköy) denildiği söylense de, bu bölge uzun zaman Tatavla olarak bilinir. Tatavla'nın, Pera'da yaşayan Cenevizlerin at tavlalarının burada yer alması sebebiyle böyle anıldığı, Osmanlılar zamanında da saray atlarının otlatıldığı bir yer olduğu sıkça anlatılan söylencelerdendir.
Önceleri yerleşimin pek görülmediği Tatavla, Kanuni Sulan Süleyman döneminden sonra, Haliç tersanesinin büyümesiyle, dolayısıyla burada çalıştırılmak için getirilen Rum denizcilerden ve bilhassa Sakız Adasından getirilen savaş esirlerinden terkip bir Ortodoks cemaatinin buraya yerleşmesiyle birlikte önem kazanır.
Ancak yine de uzun bir süre canlı bir ekonominin görüldüğü zengin bir muhit değildir. Bu yazgısını 19. yüzyılın ortalarına dek sürdüren Tatavla, meyhaneleri, kunduracıları, bostanları, tulumbacıları ve yer altı dünyasına ait figürleri ile seyyahların sıkça anlattığı renkli ve çok kültürlü bir Rum köyüdür.
Karnavallar ve Tatavla
Bilhassa Apokrea veya Baklahorani diye isimlendirilen, nüvesini dini ritüellerin oluşturduğu, fakat zaman içinde halkın katılımıyla çok renkli bir etkinlik haline gelen karnavalları Tatavla'yla özdeşleşen, eski İstanbul'un en önemli etkinliklerinden biridir.
Artık tatlı bir mazi hatırası olan bu karnavaldan bahsetmek gerekirse, halk arasında Tatavla karnavalı diye anılan, neredeyse beş asır boyunca sürdürülen bu karnaval şekil itibariyle Venedik ve Rio karnavallarına benzer.
Yeşilköy, Kumkapı, Samatya cemaatleri Unkapanı köprüsünden ve Pera'dan geçip buraya gelerek karnavala katılırken, Kemerburgaz, Boğaziçi, Şişli tarafından gelenler ise Tatavla'nın ana caddesini kullanarak buraya ulaşırlar. Maskara alayı denen yürüyüş takımları, -ki buradan çıkan Apukurya maskarası lafı İstanbul argosuna girmiş bir deyimdir- müzik eşliğinde, karnavala özgü maskeleri ve kostümleriyle geçit yaparlar.
Hatta İstanbul'da iktidara muhalif söylem üreten herhangi bir sivil örgüt yokken, bu karnaval ve ahalisinin, dini önderleri, yöneticileri hatta zaman zaman padişahı yaptıkları etkinlikler esnasında taşlamaları bir hayli dikkati çekicidir.
Her ne kadar kökeni pagan kültüre dayandığından Hıristiyan din adamları tarafından hoşnutsuzlukla karşılansa da, karnaval Hıristiyanlar kadar Yahudiler ve Müslümanlar arasında da bir hayli popülerdir.
Bilhassa maske kullanımı, insanları kamusal alanda daha özgür kıldığı için pek sevilen bir ritüeldir. Müzik grupları burada çok sayıda meyhaneyi gezerek ve müziklerini icra ederek ortalığa çıkmayan Tatavla sekenesini de karnavala dahil eder.
İz bırakan sokaklar, insanlar
Ne var ki asırlar boyunca İstanbul'un belleğinde yer tutan bu özel etkinlik 1940'lı yıllarda kaldırılmış, 2000'li yıllarda yeniden yaşatılmak istendiyse de başarılı olunamamıştır.
Tatavla aynı zamanda eğlence kültürü ve gece hayatıyla ünlü bir muhittir. İlhan Berk ve Salah Birsel gibi Tatavla'nın son zamanlarına, orada hüküm süren gayrimüslim ahlakına yakından tanık olan edebiyatçılar ve Amicis gibi seyyahlar semt hakkında satırlar yazarlar.
İçki adabı ve gazino alışkanlığı buradaki meyhane ve gazinolardan taşarak şehrin diğer kesimlerine yayılır. Mandolin, gitar ve akordeondan terkip orkestraların yanı sıra laternaların da ses verdiği bu gibi yerlerde çalınan müzikler, İstanbul müzik tarihine, Tatavla havaları olarak geçer ve semtin kimliğinde önemli bir yer tutar.
Ne var ki bu lokaller ve daha nice yerleşke 1929'da çıkan büyük Tatavla yangınıyla birlikte kül olur. Bu yangını fırsat bilen merciiler semtin adını değiştirerek Tatavla'nın kültürel temeline ağır bir darbe vurur. Daha sonraları ise Varlık vergisi uygulamaları, 6/7 eylül ve Kıbrıs olayları gibi milliyetçi darbeler orada yaşayan Rumlara evlerini terk etmekten başka şans bırakmaz.
Uzun yıllar boyunca Kurtuluş'ta yaşamış ve Tatavla'nın eski günlerine dair anlatıları belleğinde biriktirmiş Hüseyin Irmak'ın Tatavla'dan Kurtuluş'a isimli kitabının güncellenmiş yeni hali uzun bir aradan sonra geçtiğimiz aylarda Aras Yayıncılık tarafından yeniden yayımlandı.
Yazar, kitabında bir kısmına yukarıda da yer verdiğim Tatavla'nın ayrıntılı tarihinin yanı sıra orada yaşadığı yıllar boyunca semtin asıl sahipleri olan Rum komşularıyla olan anılarını, semtin değişimine dair gözlemlerini, Tatavla'nın şehrin belleğinde iz bırakan sokaklarını ve insanlarını canlı tasvirlerle anlatıyor.
Kitap, yalnızca kadim bir semtin hüzünlü hikayesini değil, aynı zamanda yeni kurulan Cumhuriyet'le birlikte gözden düşen eski payitaht şehrinin çok kültürlü mirasını, onu zengin yapan insanlarını ve alışkanlıklarını nasıl kaybettiğinin, kentin belleğinin nasıl hunharca yok edildiğinin de Tatavla ekseninde gayri resmi tarihini sunuyor. (MK/PT)