Önümüzdeki milletvekili genel seçimleri Türkiye için bir yol ayırımı olacaktır. Ya demokrasi güçleri ortak bir demokrasi programı üzerinde anlaşarak toplumu demokratikleştirecek alternatif bir siyasal parti oluşturacak ya da Türkiye’yi demokrasi karşıtı ulusalcı–Ergenekoncu ve milliyetçi partilere teslim edeceklerdir.
Türkiye için bir üçüncü çıkış yolu yoktur. Artık Türk ve Kürt demokrasi güçlerinin sorumluluklarını idrak ederek ortaya çıkmalarının zamanı gelmiştir.
AKP'yle yolun sonu
AKP’nin Türkiye’yi AB’ye taşıyarak toplumun önünü açacağına inanan kimi aydınlarımızın 7 yıllık deneme döneminden sonra yolun sonuna gelindiğini ve pompalanan umutların tükendiğini anlamış olmaları gerekir. Kendi örtülü amaçlarını gerçekleştirmek için geçici olarak demokratik hak ve özgürlüklerden ve AB üyeliğinden yana görünen bu parti izlediği düalist ve çelişkili politikalar yüzünden artık halkın güvenini de yitirdiği 29 Mart’ta ortaya çıkmıştır.
Bugünden sonra, AKP’ye kendisini yenilemesi, AB politikasını gözden geçirmesi ve demokratikleşme yolunda adımlar atması için tavsiyelerde bulunmanın hiçbir anlamı kalmamıştır. Çünkü düalist ve çelişkili bir politika izlemeyi varlık nedeni yapan AKP’nin tutarlı bir demokrasi için çaba göstermesi eşyanın doğasına aykırıdır.
Bu nedenledir ki, halk, henüz ekonomik bunalımın ağır sonuçlarıyla yüzleşmediği halde AKP’den hem desteğini hem de umudunu kesmiştir. Nitekim seçimlerden kısa bir süre önce yapılan bir ankette halkın yüzde 23’ü mevcut partilere kerhen oy verdiklerini ve toplumun beklentilerine yanıt verecek yeni bir partinin kurulmasını umutla beklediklerini açıklamışlardır.
Çöküş ve seçenek
2009 ve 2010 yıllarında ekonomik kriz artarak devam edecek, üretim gerileyecek ve işsizlik en üst düzeylere çıkacaktır. Bu gidiş karşısında halk yığınlarını açlık ve sefaletin beklediğini söylemek bir kehanet değildir. Uzman çevreler daha şimdiden üretimin yüzde 6,5 oranında gerilediğini ve işsizliğin yüzde yirmilere ulaştığını telaffuz etmeye başlamışlardır.
Önümüzdeki milletvekili genel seçimlerinde AKP iktidarı kendisini önceleyen ANAP, DYP, DSP vb. partilerin akıbetine uğramaktan kurtulamayacak, mutlaka iktidardan düşecektir. Ortada tutarlı bir demokrasi ve ekonomik kalkınma programıyla halka güven verecek yeni bir siyasal parti bulunmadığı taktirde 2011 seçimlerinde halk istemeyerek de olsa ya ulusalcı-Ergenekoncu ya da milliyetçi sağ görüşlü bir partiyi iktidara getirmek zorunda kalacaktır.
Hiçbir demokratın Türkiye’yi yıllarca sürecek ulusalcı-baskıcı bir yönetime mahkum etmeye rıza göstereceğini sanmıyorum. Artık gazete köşelerinde ahkam kesercesine demokrasiden, insan haklarından, sosyal hukuk devletinden söz eden makaleler yazarak kişisel tatmin aramanın sonuna geldik. Sorumluluk yüklenmenin ve harekete geçmenin zamanı gelmiştir.
Çağdaş normlarda demokratik hukuk devleti ilkelerini içeren, insan haklarına saygılı, eşit haklı vatandaşlık anlayışına bağlı emek eksenli bir demokrasinin ilkelerini kapsayan ortak bir program üzerinde anlaşarak yığınlara güven verecek bir siyasal oluşumu gerçekleştirmek hem mümkün, hem de bir zorunluluktur.
Nasıl bir program izlenmeli?
Demokrat aydınlarımızın her vesileyle şikayet ettikleri demokrasi dışı sorunlara çözüm üretecek ve Türkiye’de demokrasinin kurulmasına katkı yapacak ortak bir programda;
* Bireyi kul olarak gören devlet merkezli 1982 anayasası yerine insan ve toplum odaklı yeni bir anayasa yapılacağı,
* TBMM ve onun içinden çıkacak Cumhuriyet hükümetinin görev ve yetkilerini kullanmada yalnız topluma ve hukuka karşı sorumlu olacağı,
* Her türlü devlet etkinliğinin (sivil ya da asker) hukuksal denetime tabi olacağı,
* Yargının tekleşeceği, bağımsız ve özerk olacağı,
* Militarist uygulamaların son bulacağı, ordunun Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanacağı ve yalnız ülke güvenliğinden sorumlu bir konuma getirileceği,
* MGK’nın kaldırılacağı, ‘Mili Güvenlik Siyaset Belgesi’ gibi denetim dışı tutulan her türlü gizli belgenin kullanılmasına son verileceği,
* Devlet yönetiminin şeffaflaştırılacağı,
* İnsan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğüne bağlı, laik bir düzen kurulacağı,
* Anayasadaki vatandaşlık tanımı, her hangi bir etnik grup çağrışımı yapmayacak ve hiç kimseyi ötekileştirmeyecek biçimde yeniden düzenleneceği,
* Yerel yönetimlerin yerinden yönetim anlayışı çerçevesinde, eyalet meclisleri tarafından ve özerk olarak yönetileceğinin sağlanacağı,
* Kürtlerin kimlik, dil, kültür, anadilde eğitim ve her türlü yayın haklarını kullanmaları, merkezi anayasanın belirleyeceği kurallar çerçevesinde, eyalet meclisleri tarafından sağlanacağı,
* Türkiye’nin AB’ye tam üye olması için her türlü iç ve dış engelin kaldırılacağı,
* Sosyal devlet ilkesinin bir gereği olarak, İLO normlarının uygulanacağı, başta memurlar olmak üzere tüm çalışanlara toplu sözleşmeli ve grevli sendika kurma hakkı tanınacağı,
* Bölgeler arası dengesizliğe ve gelir dağılımındaki adaletsizliğe son verecek bir ekonomik kalkınma ve sanayileşme politikası izleneceği, vb., konuları taahhüt eden yeni bir siyasal oluşumun halkın beklentilerine yanıt vereceğinden ve kısa zamanda yığınsal destek bulacağından kuşku duyulamaz.
Önemli olan yazıları, eylem ve davranışlarıyla demokrasiye içtenlikle bağlı oldukları bilinen ve kamuoyunun güvenini kazanmış Türk ve Kürt demokratlarının el ele vererek böyle bir projeyi gerçekleştirmeye karar vermeleridir. Unutmamak gerekir ki, tarih, bu görevi demokrasiden, özgürlüklerden ve eşit haklı vatandaşlıktan yana olan Türk ve Kürt demokratlarının omuzlarına yüklemiştir. (TZE/EÜ)