İnsanın insana nasıl hükmedeceğini merak ederek soran hükümdara, bir süre düşündükten sonra "Acı çektirerek" cevabını verir Winston.
-Acı çektirerek boyun eğdirmek yetmez. Ya acı çekmiyorsa? Kendi iradesine değil de senin iradene boyun eğdiğinden nasıl emin olacaksın?
- ''Hükmetmek, acı çektirmekle ve aşağılamakla olur. Hükmetmek, insanların zihinlerini darmadağın etmek, sonra da dilediğin gibi yeniden biçimlendirerek bir araya getirmekle olur.
Tarih boyunca egemen ile boyunduruk altındakilerin ilişkisi bu şekilde süregeldi. Bu ilişki biçimi insanlığa çok nüyük acılar yaşattı. İnsanlığın adalet ve barış iniltileri sonunda insan hakları fikriyatının oluşmasına yol açtı. İnsanlığından bu fikriyatından iki büyük tarihsel belge doğdu.
Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi (1789) ile BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948) gibi tarihsel ve siyasal dönüşüm sağlayan belgelerle insansız bir yaşamın anlamsızlığı, hiçliği görüldü/gösterildi. Ve bu belgelerle ''yaşam hakkı en üst değer olarak kabul edildiği'' andan itibaren insanlığın yönünün (istikametinin) değişeceği varsayıldı.
Ne yazık ki düşünüldüğü gibi olmadı. Magna Carta'dan Fransız İhtilali'ne ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ne kadar insan haklarının uzunca mücadalesinin sonunda hala yaşam hakkının korunması için büyük bedeller ödeniyorsa bir arpa boyu yol alınmamış demektir. Ne yazık ki evrensel düzeyde insan hakları ütopyasına hala çok uzağız.
Dünyamız hala iç savaşlar, savaşlardan kaçarken sınır boylarında yitirilen yaşamlar, katledilen kadınlar, çocuklar ve hakları gasp edilen birey ve grupların hak ve hukuk mücadalesine sahne olmaya devam ediyor. Sahnenin en geniş alanlarından biri ise Türkiye! Günümüzün Türkiye'sinde nereye baksak acı ve yıkımla karşılaşıyoruz.
Yakın dönem Türkiye tarihine bakıldığında bir işletim sistemi davranan siyasal sistem (iktidar); ülkenin çoğulcu yapısını ortadan kaldırarak tek kimlik, tek din ve tel dil için sıklıkla insan hak ve hukukunu rafa kaldırıyor.
Siyasal iktidar ve oluşturduğu sistemin bu ideolojik kodlarına itiraz edenler ise ötekileştiriliyor. Ötekileştirilene ise en ağır bedeller ödettirildi/ödettiriliyor.
Ötekileştirilenler içinde en tehlikeli görülen ve bir numaralı tehdit unsuru olarak görülen Kürdler'in çoğrafyası 90'lı yıllarda gözaltında kayıp, faili meçhul cinayet, işkence, köy yakma/boşaltma, tecavüz, sürgün vs tarlası haline getirildi. Rejimin oluşturduğu bu gayri meşru fotoğrafa karşı insan hakları norm ve belgelerine uygun davranılması amacıyla Türkiye insan hakları tarihi ve mücadelesinin hem temelleri Kürt coğrafyasında atıldı hem de gelişimi burada sağlandı.
Bu uğurda çok büyük bedeller ödendi. Öyle ki Türkiye'nin insan hakları ve hukuk tarihi nerdeyse İnsan hakları savunucuları ve Kürt avukat cinayetleri tarihi hale geldi. Vedat Aydın'dan Şevket Epozdemir, Medet Serhat ve nicelerinden Tahir Elçi'ye uzunca bir tarihten sözetmek mümkün.
Son olarak öldürülen Kürt avukatlardan Tahir Elçi kimdi ve neden öldürüldü? Sorunun cevabı; Kürdlerin yaşadıklarının kısa bir tarihidir, aynı zamanda... 1992 yılından itibaren Diyarbakır'da serbest avukatlık yapan Elçi, 1998-2006 arasında Diyarbakır Barosu’nda yönetici olarak görev yaptı. Kasım 2012'de Diyarbakır Barosu Başkanı seçilen Elçi, 2014 yılı olağan genel kurulunda yeniden Baro Başkanlığına seçildi.
Aynı zamanda İnsan Hakları Derneği üyesi olan Tahir Elçi, ayrıca Türkiye Barolar Birliği (TBB) İnsan Hakları Merkezi Bilim Danışma Kurulu ile Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Kurucular Kurulu üyeliği görevlerini de yürütmekteydi..Tahir Elçi birçok ulusal ve uluslararası konferansa konuşmacı olarak katıldı ve 1998 yılından itibaren staj eğitimi ve meslek içi eğitimlerde de insan hakları hukuku alanında seminerler vermiştir.. Meslek yaşamını ve çalışmalarını tamamen insan hakları hukukuna vakfetti. Bu nedeni yaşadığı çoğrafyanın ve mensubu olduğu halkın maruz kaldığı hak ihalleriydi.
Elçi sistemle paralel düşünmediğini hem çıktığı son tv programında hem de yaptığı son basın açıklamasında net bir şekilde altını çizerek gösterdi. Egemen sistem; insan haklarında açık ve net duruş sergileyerek ısrar eden birine tahammül edemezdi ve edemedi de... Ne demişti Tahir Elçi hem tv programında hem de basın açıklamasında?
Bu iki husus hatırlandığında meselenin özü biraz daha netleşir. Elçi, 14 Ekim 2015 tarihinde CNN Türk kanalında Ahmet Hakan'ın hazırlayıp sunduğu Tarafsız Bölge programında "PKK, terör örgütü değildir. Silahlı, siyasal bir harekettir." demişti. Bu açıklamadan ötürü 20 Kasım günü Diyarbakır'da gözaltına alınarak İstanbul'a götürülmüştür. Savcılığın tutuklanması talebi Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nce adli kontrol şartına dönüştürülünce Elçi, diyarbakır'a dönmüş, ayağının tozuylasavaş karşıtı açıklama yapmıştı.
Tahir Elçi vurulmadan dakikalar önce yaptığı basın açıklamasında “Bu tarihi bölgede; birçok medeniyete beşiklik etmiş, evsahipliği yapmış bu kadim bölgede; insanlığın bu ortak mekanında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsun, diyoruz” demişti.
Tahir Elçi'nin bu son sözleri Kürt toplumunun ortak aklının sözleriydi. Avukatlık pratiği, insan haklarının tutarlı bir savunucusu oluşu ve bu son sözleri Tahir Elçi'yi 2015 yılından buyana yaşanan onca acı ve yıkımın sembol ismi haline getirdi. Bu nedenle cenazesine toplumun herkesi katıldı.
Ölümü tıpkı yakın dönemde ölen Ahmet Kaya ve devlet içindeki odakların yönlendirilmesiyle öldürülen Hrant Dink gibi toplumun tüm kesimlerini derinden etkiledi.
Bu tablo aynı zamanda mirasına sahip çıkacak olanları tarihi bir görevle karşı karşıya getirdi. Tahir Elçi'nin hayatı ve ölümünün bir halkın hayatı ve ölümü olarak okunmak ve okutabilmek.
O halde basit veya orta sınıfın dünya algısına denk düşen bürokratik bir ölüm yıldönümü vefakarlığı hakkın asla teslimi olmayacaktı. Ancak sivil toplum örgütlerinin sadece yöneticilerinin ve avukatların da sadece bir kısmının katıldığı anma programları Tahir Elçi ve mücadelesine denk düşen bir anma asla değildir.
İçerden bir eleştiri yapılacak olursa anma programı; acı,yas ve arınma arasındaki duygulanımın eseridir. Anma programlarının halklaşmasının önünde engel de yas ile arınma arasındaki bu duygulanımdır.
Tahir Elçi; mücadelesi ve dünya görüşü nedeniyle egemenin hışımına uğradı ve öldürüldü. Öyleyse lazım gelen bu olay üzerinde egemeni ve sistemi sorgulamak, reddetmek ve geçersizliğini ilan etmektir.
Bunun yerine sadece acının dışa vurumuna dönüşen anmalar düzenlemek Tahir Elçi'nin mücadelesine uygun düşmediği gibi sisteme yönelik toplumsal tepkileri de korkarız ki yumuşatsın. Hatta bir çok kez tanık olmuşsuzdur, çürümüş tampon yapısalcılık sadece sistemi ayakta tutmaya yarar. Özcesi sistem ile toplum arasında tampon yapısallığa dönüşecek anma şekli Tahir Elçi'ye haksızlıktır.
Maalesef ki orta sınıfın bu seküler ilahiyatı, yeni kuşaklara çarpık bilincin aktarımı haline geliyor. Ki asıl tehlikeli olan da budur. Bize düşen görev, bu ülkenin puslu gerçekliğine karşı Avukat Tahir Elçi'nin mücadalesi ve felsefesini toplumun herkesimine taşıyabilmektir. Kimliğinin bir avukatın kimliğinin ötesinde bir halkın kimliği ve mücadelesi olduğunu anlatabilmektir. Ve halkı da bu anma programlarına dahil ederek toplumun geniş kesimiyle birlikte yanyana yürüyebilmeyi sağlamaktır.
Zamanın ahlakıyla yüzleşen ve “Ben Kürdüm ve bununla gurur duyuyorum” diyen bir insanı ölümünde sonra halkıyla buluşturacak mıyız buluşturmayacak mıyız ?
Yoksa avukatlar arası pagan kültürünü hatırlatan anmayla çarpık bilinci aşılamaya devam mı edeceğiz? Başta ölüm yıldönümleri olmak üzere Tahir Elçi her hatırımıza geldiğinde felsefesinden yola çıkarak sistemle hesaplaşıp sistemi reddecek, gerersiz sayacak mıyız saymayacak mıyız ?
Tartışılması gereken mesele bu...Tahir Elçi ve felsefesini halkla buluşturacağımız günlerin özlemiyle...
TIKLAYIN - Tahir Elçi Cinayetinde Üçü Polis Dört Kişi Hakkında İddianame
TIKLAYIN - Forensic Architecture Tahir Elçi Cinayetiyle İlgili Raporunu Açıkladı
TIKLAYIN - “Tahir Elçi O 13 Saniyede Vuruldu”
(GÖ/MK/EMK)