Bir kış sabahı Akdeniz'de bir meyve bahçesinde çıplak bir erik ağacında bir küfür gibi salınmak,
ellerin bağlı dilin lâl iken üzerine kürek kürek atılan sessizliğin, adaletsizliğin, kimsesizliğin altında bir hiç gibi çırpınmak,
bekaret zarının ardı sıra büyüyen renkli bir balonken birden kanayıvermek ve bütün renginin elinden alınmaya başlandığını, asıl değer verilenin zar olduğunu fark etmek,
sonra birden hizmetçiye dönüşmek; hizmette kusur etmemek, saçını süpürge etmek, gecesini gündüzüne katmak, el pençe divan durmak,
yine de yaranamamak, hep küçümsenmek, hor görülmek, değersizlik duygusuna hapsedilmek,
hayatı hep peçenin, tülbentin, perdenin ardından seyretmek, seyretmek için yaşamak,
yaşarken unutulmak, katledilince hatırlanmak,
yaşarken saklanılmak, öldürülünce anlatılmak,
susmak, hep susmak, uzun uzun susmak, susarak anlatmak, bildiği tek dil susmak olmak,
korkmak, hep korkmak, çağlar boyu korkmak, korkarak yaşamak, bildiği tek iklim korkmak olmak,
Hep mastar ekinde yaşamak, hiç çekilememek, başlayamamak ve bitirememek
***
Özlem Çınar (19), Ebru Şahin (23), Meryem Sökmen (12), Medine Memi (16), Kadriye Demirel (16), Evrim Sarıçiçekler (26), Sevda Atçeken (33), Fadime Şahindal (26), Hatun Sürücü (23), Şemse Allak (35), Güldünya Tören (22) ve daha niceleri...
Açık isimlerini yazabiliyoruz, çünkü öldürüldüler. Öldürülmeselerdi, isimlerinin baş harfleriyle anacaktık onları; hem hisselerine düşen utanç verici olaylar yüzünden, hem de peşlerine düşen kana susamış namus avcıları yüzünden. Korumak için... Koruyamadık.
Suçları büyüktü; bazıları konuştu mesela, kocalarına, babalarına, abilerine cevap verdiler. Bir kadının ağzına almaması gereken o kelimeyi söylediler; hayır, dediler. Bir kadına yakışmayacak şey! Üstelik konuşmakla kalmayıp kendi başlarına bir hayat kurmaya kalkıştılar. Ne cüret! Hislerini söyleyen dilleri, insana yakışan onurlu eylemleri erkeklere karşı büyük bir "haksız tahrik" sayıldı.
Bazıları insan olduğunu hatırladı; kendisiyle ilgilendi, süslendi, kendine yakıştırdığı elbiseler giydi, kendini kadın gibi hissetti, güzel olduğunu hissetti ve kendini güzel hisseden her kadın gibi bakışına bir işve, duruşuna bir endam geldi, dudağının kenarına esrarlı bir gülümseme yerleşti. Korkuttu erkek kırıntısını. İnsan olduğunu, kadın olduğunu hatırlayınca servis elemanı olduğunu unuttu, hizmetleri aksattı, yemek olmadı bazen, geç dönüldüğü oldu gezmelerden, gömlek ütülenmedi. Çıldırdı kerameti kendinden menkul zavallı sahip bozuntusunu. Bildiğin "haksız tahrik"
Bazıları çocuk yaşta tecavüze uğradılar, ne olduğunu bile anlamadan hamile kaldılar. Aklın havsalanın almayacağı biçimde tecavüze uğramakla, hamile kalmakla suçlandılar. Törenin toptancı adaleti, tecavüzcüleriyle beraber ölüme mahkûm etti onları da.
Kimileri kendi iradeleriyle açıkça en büyük suçu işlediler: Aşık oldular. Aşka inandılar. Aileye, töreye itaat etmediler; itiraz ettiler, isyan ettiler. Büyük namussuzluk ettiler töre sözlüğüne göre. Filiz Kardam'ın namus cinayetleri üzerine etkileyici çalışmasında görüşülen kişilerden 30 yaşındaki ortaokul mezunu Urfalı kadın açıklıyor bize töre sözlüğünün bu maddesini: "Boyun eğiyorsa kadın olarak namusludur, boyun eğmiyorsa, karşı çıkıyorsa, intihar ediyorsan, sevdiğine varmak için ölümü göze alıyorsan namussuzsun, (...) özgür ruha sahipsen namussuzsun."
Töreye boyun eğmeyen, karşı çıkan, özgürlüğe, aşka inanan çiftler el ele veriyor, kaçıyorlar memleketten. Bir çift turna gibi havalanıyor, uzak bir memlekete konuyor, orada yeni bir hayat kurmayı deniyorlar. Ama törenin uzun kılıcı onların boyunlarını orada da buluyor, orada da vuruyor. Töre sözlüğünde sevmenin ne büyük suç olduğunu aynı çalışmada görüşülen 27 yaşında ortaokul terk Urfalı bir başka kadın açıklıyor: "Mesela burda bi aşirette sevemezsin. Sevdiği zaman öldürürler. Yaşatmazlar yani. Bi kız kaçarsa o kız yaşıyamaz. Yani imkanı yok. Burda yok."
***
Eğer öldürülürlerse adlarını öğreniyoruz kadınların. Yaşadıkları sürece isimlerinin baş harflerinin arkasında duruyorlar. Orada gizleniyorlar, orada koruyoruz onları. Mağdurları, kadınları ve çocukları, isimlerinin baş harfleriyle anarak koruyan bu sistem, yüz kızartıcı eylemlerin faillerini de isimlerinin baş harfleriyle anıyor. Kadınlarını korumaktan aciz bu ülke bana ziyadesiyle yüz kızartıcı geliyor. Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığının, Eğitim Bakanlığının, Adalet Bakanlığının, İçişleri Bakanlığının işbirliği içinde, sürekli şiddete maruz kalan, darp edilen, katledilen bu kadınlara bir insanca hayat koridoru açmadığı, el uzatmadığı bir ülke utanç verici geliyor.
Ülkenin yıllardır mustarip olduğu kadına şiddeti, kadın cinayetlerini görmezden gelen, tedavisi yıllar alacak bu sakat zihniyeti ortadan kaldıracak (yalnızca cezalandırarak değil, eğiterek de, kadınların değerli olduğunu göstererek de) etkin ve sürekli politik yaklaşımlar yerine suçu töreye, bazı cani ruhlu insanların yaradılışına atan bu ülkeyi yüz kızartıcı buluyorum. Bu yüzden, Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde kadınlara karşı utanç verici bir vurdumduymazlık gösteren bu ülkeyi ben de isminin baş harfleriyle anıyorum.
T.C'de adlarını henüz bilmediğimiz binlerce kadın ölüm tehlikesi altında yaşıyor. Kimi töre kıskacında, çemberin daraldığını görüyor, tir tir titriyor. Kimi namus belasına yaslanan hoyrat bir şüphenin ayak seslerini duyuyor, giderek artan şiddetine maruz kalıyor. Kimi aile içi şiddetin en acımasızının eline düşmüş, tekmeli, tokatlı, işkenceli bir hayata katlanmaktan başka bir şey gelmiyor elinden. Çok azına ulaşılabiliniyor bu kadınların. Her biri kendi yalnızlıklarında, umutsuzlukla örülmüş bir cehennemde yaşıyorlar. Kimsesizler, tutunacakları bir dal yok. Bir hiç olduklarına, değersiz olduklarına, yaşadıklarını hak ettiklerine inandırılmışlar.
Kocası tarafından sürekli dövülen ve sonunda burnu kesilen annesinin kaderini gören üç yıl öncesinin 10 yaşındaki Naide'si "Büyüyünce bir şey olmak istemiyorum" diyordu. "Kadın olmak istemiyorum, büyümek istemiyorum" diye de okunabilir hiç okula gitmeyen ama geleceği okuyabilen küçük Naide'nin sonuna kadar haklı yanıtı. (BK/TK)