Suların ve gazetecilerin su gibi harcandığı bir ülkede yaşıyoruz. Bu ülkenin sularını ve gazetecilerini harcamayın…
Cumhuriyet gazetesinde Su Politikaları Uzmanı Dursun Yıldız’ın 14 Ağustos 2007 tarihinden itibaren “Küreselleşme ve Su Kaynakları” başlıklı yazı dizisi yayınlandı. Su kaynaklarımız üzerine yazılanlar, yıllardır yaşadığımız gerçekleri değiştirmedi ve etkilemedi. Çünkü yıllardan beri “su” hakkındaki yazılar su üstüne yazıldı.
Bu yazı dizisi bana, bir yazarımız hakkındaki davayı yorumladığım yedi yıl önceki 10.10.2000 günlü Bizim Gazete’de “su” için yazdığım yazıyı anımsattı. Acaba dişlerinizi fırçalarken musluğu açık bırakıp bırakmamanın insan yaşamına ne gibi bir etkisi olabilir?
Sorunun yanıtını 2000 yılında yazdığım “Su İçin Yazı” da aşağıdaki gibi dile getirmişim…
“Stockholm Su Sempozyumu yöneticisi Pof. Asit Biswas, dünyanın su sıkıntısın bilincinde olan tüm insanlara dişlerini fırçalarken musluğu açık bırakmamalarını öğütlüyor. 10 yıl içinde en pahalı tüketim maddelerinden birinin su olacağını söylerken kehanette bulunmamış. 25 yıl içinde önlem alınmazsa su savaşları riski artacak. Suyu daha akıllıca kullanmaktan başka çare yok. Prof Biswas’a göre : “ 2025’te dünya nüfusu 8.5 milyara ulaşacak. Bugün yirmialtı ülkede yaklaşık 350 milyon insan susuzluk çekiyor. Yeterli su kaynağına sahip olmayanların sayısı da 1.2 milyar dolayında. Bunlara birde yeterli arıtma tesisi olmayanları eklersek sayı 2.2 milyara çıkıyor. Yani dünya nüfusunun üçte biri bu gün su sorunuyla yüz yüze. Her yıl çoğunluğu çocuk 5 milyon kişi kirli sulardan hastalık kaparak yaşamını yitiriyor. Hesaplara göre 2025’te su sorunuyla yüz yüze kalacak ülke sayısı 52, nüfus da 3 milyarın üzerinde olacak. Oysa 1950’de sadece bir avuç ülkenin böyle bir sorunu vardı.”
Prof. Biswas su sorununda yerel yönetimleri ve bölge insanının söz hakkı bulunup bulunmadığını yanıtlarken GAP projesinden söz ediyor. Diyor ki: “ GAP sadece su projesi değil, bir gelişme projesi. İnsanların yaşam tarzları değişecek, istihdam olanakları artacak. Şanlıurfa gibi yörelere baktığımda çok ilginç şeyler görüyorum. 7-8 yıl öce insanlar İstanbul’a göç çabasındaydı. Şimdi Şanlıurfa her güm büyüyor, istihdam artıyor. Emlak fiyatlarında korkunç artış var. Tarım ilerliyor, özellikle pamuk işleme birimlerinin sayısı çoğalmakta. İş artıyor, çiftçiler zenginleşiyor. Belki en önemli gelişme de eğitim olanaklarının artmış olması. Kadınların zihinleri değişiyor.” (Milliyet. 4 Ekim 2000 Sayfa 22)”(….)
2000 yılında Hint asıllı bilim adamı dünyanın su sorununa bakarken bunları söylemiş…Bizim ülkenin yöneticileri ise ne bilim adamı dinliyor, ne gazetecilerin yazılarına değer veriyor, ne de yaşama yaşam veren “su” hakkında yazılanları ciddiye alıyor. 10.10.2000 tarihli yazımı şöyle bitirmişim:
“Türkiye’nin aydınları ve gazetecileri “su”ya yazı yazmıyor. Su sorunu dünyanın sorunu ise çözüm bulmalıyız. Muslukları açarken ne zaman kapatacağımızı bilmeliyiz. Diş fırçalarken suyu harcamayın. Su yaşamak için lazım. Yaşamı ziyan etmeyin. Bu ülkenin gazetecileri yazı yazarken yargılanıp mahkum olmak için yaşamıyor. Memleketin tüm insanları savaşa alkış tutmasın diye çaba gösterip, askerler ölmesin diyorsa dinleyin. Gazetecilerin yazdıkları, aydınların söyledikleri, bilim adamlarının uyarılarını zihinlerinizi değiştirerek okuyun ve dinleyin. Bu ülkenin sularını ve gazetecilerini harcamayın. Hepimizin yaşamak hakkıdır. Haklarımızı ve temel özgürlüklerimizi tüketmeye kimsenin hakkı yoktur. Artık suya yazı yazmayalım.”
Artık suya yazı yazmayalım. Gerçekleri görelim. Su gibi gazetecinin harcandığı bir ülkede hiç olmazsa, suları harcamadan yaşamayı öğrenerek geleceğin su savaşlarını önleyelim.
Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan dizide Yıldız, su üzerine olup bitenlerin Dicle, Fırat ve GAP’ta düğümlendiğine dikkat çekiyor. Ülkemizin su potansiyelinin yaklaşık dörtte biri bu iki nehir. Ama ön önemli özellikleri sınıraşan akarsu niteliğine sahip olmaları. 9.11.2006 tarihli Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından yayımlanan "İnsani Gelişme Raporu"nda küresel bir sorun olan su kirliliği ve suyun adaletsiz dağılımına dikkat çekilmiş. Raporda; Türkiye'nin Dicle ve Fırat sularını adaletsiz kullandığına ilişkin tespitler var.
Yıldız’ın tespitine göre; sınıraşan akarsu olmaları nedeniyle bu nehirlerden Fırat'ın ortalama yüzde 80'inden, Dicle'nin ise beşte ikisinden fazlası Türkiye'den kaynaklanmaktadır. Bölgede GAP dahil, yukarı havzadaki tüm tesislerin gerçekleştirilmesinden sonra Türkiye'den kaynaklanan suların normal koşullarda Fırat'ta yüzde 40'ı, Dicle'de yüzde 65'i komşu ülkelere akmaya devam edecektir. Dursun Yıldız’ın altını çizdiği en önemli gerçeklerden birisi de; Türkiye, Dicle-Fırat havzasına ilişkin sınıraşan su politikalarını ulusal hükümranlık haklarını da dikkate alarak bölgesel işbirliği açısından değerlendirmiştir. Ancak bölge ülkelerinden yeterli destek ve iyi niyeti görememiştir.
Küresel ısınmanın en yansımalarından birisinin Dicle ve Fırat havzasındaki suyun kullanımı olacağı açık bir gerçek artık. Bu gerçek Avrupa Birliğinin ve Birleşmiş Milletlerin ilgi alanına çoktan girmiş. Türkiye hakkındaki 2003 Katılım Ortaklığı Belgesi, 6 Ekim 2004 İlerleme Raporu, 9 Kasım 2005 İlerleme Raporunda “sınıraşan” su işbirliğine ve özellikle Su Çerçeve Direktifi ve Birliğin taraf olduğu diğer uluslararası sözleşmelere atıflar bulunduğuna dikkat çekiliyor. Dursun Yıldız şöyle bir gerçekle yüz yüze olduğumuzu ifade ediyor: “Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu'nun 2004 yılında yayımladıkları, Türkiye'nin Birliğe Adaylığına İlişkin Öncelikli Konuları ve Türkiye'nin Muhtemel Üyeliğinin Birlik Üzerindeki Etkileri'ni içeren raporlarında, Fırat-Dicle havzasına gerek bu havzada "İsrail ve komşularını dikkate alan uluslararası yönetim ve işbirliği", gerek "Türkiye'nin, Suriye dahil güney komşularıyla, Irak ve İran'ın güneyinde yer alan Mezopotamya bataklıklarının su ihtiyaçlarını özellikle dikkate alan adil su dağıtımını sağlayabilecek çalışma gruplarını kurma" çerçevesinde özgün atıflar bulunmaktadır. Bu gelişmeler ışığında, Birliğin dikkatinin özellikle Türkiye'nin başlıca sınıraşan su kaynaklarından olan ve Ortadoğu'daki komşularıyla paylaştığı Dicle-Fırat havzasına çevrilmiş olması dikkat çekicidir.” (Cumhuriyet 17.08.2007)
O halde; özellikle bu yazı dizisinin yazarı tarafından altı çizilerek belirtilen gerçeklerden hareketle; Irak'ın 2003 Mart ayından bu yana Amerika Birleşik Devletleri'nin işgali altında olmasını ve öte yandan da uluslararası su hukukundaki gelişmeleri dikkate alırsak; AB’ye katılım sürecindeki Türkiye’nin “su” üzerine ulusal politikaları ne olacaktır?
Su, tersine akmaz. Sınıraşan Dicle ve Fırat akarsularının suyu ile diş fırçalarken açık bıraktığımız suyun boşa akıtılması arasında nasıl bir bağ vardır acaba? (Fİ/EÜ)