Son günlerde, çoluk çocuk herkesin izlediği Survivor, şubat ayında başladı ve hala yüksek ratinglerle, izleyicilerin gözdesi bir reality show. Aylardır dizilerden sıkılan ve kendi yaşadığı kentin sınırları dışına çıkamamış olan sıradan insanı denize, doğaya, Dominic’e götürüyor.
Üzerine pek çok konuda yazı yazılan Survivor’ı göz ucuyla da olsa izlediğimde, beni en rahatsız eden yarışmacılara yarışmacı dendiği halde, yarışmalara ise oyun ya da ödül oyunu denmesi. Oyunlar sonunda elde edilen ödüller ise ıssız adada bulunmayan yiyecekler, evde, otelde yaşayabilmek, banyo yapabilmek, pop yıldızlarının konserlerine, maçlara gitmek gibi onları yeniden medeni hayata döndüren etkinliklerdir.
Doğa görüntülerinin soft, yarışma görüntülerinin gerilimli müziklerle bezenerek sunulduğu Survivor’da yarışmacıların ağızlarından en çok “hadi çarpışalım, savaşımızı sürdürelim, savaşa devam” sözcükleri duyulmaktadır. Hem yarışan iki takımın hem de takımdaki kişilerin hayat öykülerinin verilmesiyle, bu karakterlerin arasındaki bazen gerilimli, bazen duygusal ilişkilerin kurgulanmasıyla, dramatikleşen, bir arkası yarına dönüşen Survivor’da, iyi-kötü, ünlü-ünsüz, sörfçü, eski manken, bir sürü karakter izleriz.
Başka deyişle, ıssız bir adaya(en azından bize ıssız gibi gösterilen) birbirini yenmek için geldiklerini bilen ve bunu da izleyiciye hissettirmesi istenen Survivor’da biz her akşam yarışmayı, rekabeti, kazananı, ödülü kapanı görürüz. Tuttuğumuz takım ya da kişi kazansın diye ekranın karşısına geçer, onların kazanmalarını bekleriz. Kazandıysa biz de kazanırız, kaybettiyse onların konuşmalarını, kızgınlıklarını izler, teselli ararız. Üstelik akşam programda yaşananlar kanalın gündüz kuşağındaki Survivor Panaroma’ya da sarkar, yani gündüz saatlerimizi de Survivor’la geçiririz.
Survivor’daki bir başka rahatsız edici nokta, insanı maceracı, doğaya yakın, medeniyetten uzak, ilkel yaşam koşullarına döndürüyormuş gibi gösteren, izleten Survivor’daki oyunların (eğer oyunsa!), Roma İmparatorluğu dönemindeki Sirk oyunlarına daha çok benzemesi.
Bilindiği gibi, Roma imparatorluğu döneminde, çalışmayan kitlelerin anarşiye kaymamaları için devlet tarafından beslenmelerini, barındırılıp, eğlendirilmelerini sağlamak üzere Ekmek ve Sirk formülü uygulanmaktaydı. Bu formüle göre, asayişi sağlamanın yollarından biri, kentte yaşayan herkese yıllık olarak belli miktarda mısır unu ve zeytinyağı vermekti.
Sirk oyunları ise toplum düzeninin korunması açısından ekmek kadar gerekliydi. Bu dönemde halkın en çok hoşuna giden etkinlik, imparatorların düzenlediği araba yarışları, hayvan yarışları ve gladyatörlerin dövüşlerini içine alan Sirk oyunlarıydı. İnsanların yarışlar üzerine kumar oynadıkları bu hazcı, vülger ve sapkın etkinlikler, insanlara ve hayvanlara zarar veren etkinliklerdi. Pek çok izleyicinin edilgin bir biçimde izlediği ama bir kaç kişinin oynadığı bu oyunlar, Survivor’daki ödül oyunlarıyla gösterdiği benzerlikler açısından çarpıcıdır.
Roma İmparatorluğu döneminde, gladyatör dövüşlerini de içine alan bu oyunlar, kitlelerin politikadan uzaklaştırılmasının ve kamu ruhunun hastalıklılığının ifadesiydi. Bugün Survivor’ı izleyen izleyicilerin de farkında olmasalar bile yüzlerindeki mimikler, Roma'daki edilgin izleyicilerle aynıdır.
Tıpkı günümüzde kitle kültürü ürünlerinin sanatın ve estetiğin önüne geçmesi gibi, Roma döneminde de bu oyunlar popülerleştikçe, güzel sanatlara olan merak zayıflamış, bu oyunların oynandığı arenaların ilk kurbanları tiyatrolar olmuştur. Tıpkı Roma’da kitlelerin siyasetten uzak tutulmaları için kullanılan Sirk Oyunları gibi günümüzde de diziler, evlilik programları, moda programları, Survivor gibi programlar da aynı işlevi görmektedir.
Bu programlar sayesinde, günümüzün sıradan insanı da ülkemizdeki politik, kamusal sorunlarla uğraşmak, bunları düşünmek yerine, Survivor’daki çekişmelerle vakit geçirmektedir. Üstelik sosyal medya sayesinde bu durum, yani sirk 24 saat sürmektedir.
Eskisiyle yenisiyle medya, milyonlarca insanın beyninin şekillendirilmesinde, düşlerinin kurgulanmasında çok geniş bir tekeli elinde bulundurmaktadır. Bu bakımdan, küresel bir formatın kültür endüstrisine en çok para kazandıran yarışmalarından biri olarak Survivor’da oynanan oyun, yarışma ahlakının, kapitalist ahlakın gizemlileştirilmesidir.
Bu nedenle, Survivor’da biz yarışanları, birbirlerini yenmek için plan yapanları, hayatta kalmak, yarışı kazanmak, ödülü kapmak için arkadaşların ayağını kaydırmanın, amaca giden her yolun mübah olduğunu, meşru olduğunu görürüz. Üstelik bu durumu yadırgamaz, tersine izlemekten zevk duyarız.
Gerçekten de, oyun etkinliğinden farklı olarak oyun etkinliğinde yarışmada, başkalarından üstün olma çabası vardır. Yarışma, üstünlük göstermedir, müsabakadır. Üstelik Survivor’a katılanlar, kaldıkları süre boyunca para kazandıkları gibi, bu programları para kazanma aracı olarak gördüklerini açıkça belirtmektedir. Zaten kazananı büyük ödül, 500.000 TL beklemektedir.
Oyun ise kendi başına bir amaç oluşturan ve herhangi bir ekonomik amaçla ilişkisi olmayan bir zaman geçirme ve etkinlik biçimidir. Sıradan insanı zaman, mekân ve kurallardan ayıran oyun, bireyin gizli kalmış yönlerini geliştirmesine ve ifade etmesine yardım eder. Oyun, toplumsal kişiliğinin her şeyi kapsayan taleplerinden kurtulmak isteyen kişiye bireyselliğini gerçekleştirebileceği bir yer açmaktadır. Kültürün oyundan doğduğunu ileri süren kültür tarihçisi Johan Huizinga'ya göre oyun:
"... belli bir zaman ve irade sınırları içinde aşikar bir düzene uygun olarak, serbestçe rıza gösterilen kurallara uyularak ve maddi yarar ve gereklilik alanının dışında cereyan eden bir faaliyettir. İster kutsal bir oyun, isterse sıradan bir bayram, ister bir ayin, isterse hoşça vakit geçirme söz konusu olsun, oyunun ortamı büyülenme ve heyecan ortamıdır. Aktarım ve gerilim duyguları faaliyete eşlik etmekte ve bu faaliyet kendiyle birlikte neşe ve gevşeme getirmektedir".
Yani oyunda, Survivor’da gördüğümüz gibi, öfke, hırs, dedikodu, kavgalar, arkadan iş çevirme, sakatlanmaya varan, sadece fiziksel güce dayalı yarışma biçimleri yoktur… Umarım, artık Survivor’da yaşananlar ve bize izletilenler, hepimizi rahatsız eder… (FAB/NV)