Aynı konuları yazmak elbette yazan için de sıkıcı, okuyan varsa onlar için de. Ama yapacak bir şey yok(okuyanları tenzih ederek), konunun özü anlaşılmayınca yeniden yazmak zorunlu oluyor.
Beş ay önce Sürmene Çamburnu sarıçam ormanında çıkan yangın, kamuoyunun büyük ilgisine mazhar olmuştu. Ülkenin en değerli arazilerinin, üretmeyen, hazırdan yiyen ekonominin ihtiyaç duyduğu sıcak para nedeniyle, Arap sermayesine haraç mezat peşkeş çekildiği günlere denk gelmesiyle de ilişkili olan bu duyarlılık elbette önemliydi. Hatta bu duyarlılık Karadeniz’e ilişkin olunca iki kat daha önemli. Bu elbette Karadeniz bölgesinin diğer yerlerden daha özel olduğu anlamına gelmiyor. Ama gerçek olan şu ki; bölge uzun yıllardır sahipsiz ve hangi nedenle olursa olsun, her karşı çıkış özel bir ilgiyi hak ediyor.
Konu, geçtiğimiz günlerde ormanlık alanda artık görünür hale gelen yapılaşma nedeniyle tekrar gündeme geldi. Yangın zamanındaki duyarlılık dozunda değildi ama önemli.
Ben yazıyı Sürmene’den yazıyorum. Aslında yazmak için burada olmaya da gerek yoktu. Yangının olduğu günlerde bölgeden aldığım bilgilerle bianet’te yazdığım “Sürmene Yangınına Bakarken” başlıklı yazıda; yangından önce başlayan yapılaşmayı görsellerle göstermiştim. Açıkçası yangın, ormanlık alanın denize en yakın kısmında bir anlamda gizlice süren yapılaşmayı ortaya çıkarmış, takke düşmüş, kel görünmüştü.
Son günlerde gazetelerde ve sosyal medyada yer alan konu, yangın öncesi başlayan ve o günlerde henüz su basman düzeyinde olan bu yapılaşmanın, şimdilerde ete kemiğe bürünmüş hali. Ormanın yanan bölümüne çok yakın, yani aynı orman içinde. Zaten 50 hektarlık bir orman. Buradaki yapılaşmanın, ileride, yanan bölümde de sürdürüleceğini söylemek kehanet olmaz.
Bu yapılaşmanın yapıldığı alan, dünyada sadece birkaç yerde denize kadar inen sarıçam ormanı olma özelliği ile yerel bir takım rant gruplarının çapını aşacak özellikte. İzni veren kurumun adında “doğa koruma” ibaresi var! En karasından mizahi bir durum. “Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma Genel Müdürlüğü”. Kuzuya kurda emanet etsen bu kadarını yapmaz!
Bu yapılaşma nedeniyle ormanda açılan yolun neden olduğu heyelan, ormanın denize ulaşan bir bölümünü yok etti. Karadeniz’de doğaya böyle bilinçsiz müdahalelerin yol açtığı sayısız örnekten biri. Ormandaki yapılaşmanın ileride başka heyelanları tetikleyeceği kesin.
Burada garip olan şu ki; yanan alan yapılaşmaya açıldı itirazı yapılırken, ormanı dünya ölçeğinde özel kılan denize kadar ulaşması özelliğini yok edercesine, denize en yakın kesimde süren yapılaşma itiraz bağlamında gerekli ilgiyi görmüyor. Ha yanan alanda, ha bitişiğinde! Sorun, böyle bir ormanı yapılaşmaya açmak.
Oradaki yapılaşmanın tartışılan biçimiyle, villa ya da bungalov olması neyi değiştirir. El değmemesi ve o haliyle korunması gereken bir değeri, yapılaşmaya açarak turizmin hizmetine sunmak(!) asıl tartışılması gereken konu.
Kamuya ait olan çok özel bir alanı, bir doğa harikasını, konaklama amaçlı bir rant anlayışıyla sermayeye peşkeş çekmenin gelecekteki karşılığı şu: Orman kapısında güvenlikler, içerde mahremler. Orada kalmayana kapalı bir alan. Bölgenin gidişatı bu minvalde.
Geçmişte yapılan (yıkılan demek belki daha uygun) örneklerde de görüldüğü üzere Karadeniz bölgesinde yapılaşma için orman yakmaya gerek yok.
Mevcut yapılaşma örneğinde olduğu gibi. Ne menem bir şey olduğu henüz anlaşılamayan politikalar bölgeyi hızla tüketmekte. Ayrıca “turizm yatırımı” denince akan suların durduğu bir ülkede (Gerçi HES projeleri nedeniyle bölgede akan su da kalmadı ya! Her dere yatağında 8-10 HES arz-ı endam ediyor!), ‘yatırıma aç’ Karadeniz’de ormanın, derenin, yaylanın elbette esamisi okunmaz.
Bölgenin en az bu konu kadar önemli bir sorunu daha var. Her geçen daha da büyüyen çöp depolama alanı.
Karadeniz Bakır İşletmeleri’nin yıllar önce aynı ormanın devamında açtığı açık işletme alanına, Trabzon ve Rize’nin bütün belediyeleri yıllardır katı atıklarını döküyorlar. Artık dolmuş olan açık işletme alanının çevresi, hiçbir ÇED sürecine tabi olmadan yüzeysel olarak çöp depolama alanına dönüşmüş durumda.
Girilip fotoğraf çekilmesi de yasak.
Yerleşim yerlerinin hemen yakınında yapılan bu işlem yüzünden yayılan koku bir yana, bölgenin klimatolojik özellikleri gereği, yer altı sularının geleceği büyük bir tehdit altında.
Bölgedeki dere, yıllardır bakır işletmesi nedeniyle oluşan oksidasyon ve asit kaya drenajı sonucu asidik, sapsarı suyuyla bölgeyi ve yöresel tarım arazilerini zehirlemeye devam ediyor. Buna, çöp alanının yeraltı sularını kirleten etkisi de eklemlenince, ne karayemişin ne de karalahananın can güvenliği kalmış durumda!
Bölge genelinde çok katlı yapılaşma ise ayrı bir zulüm. Yöre mimarisinden çoktan vazgeçtik. Kalanı bile korumak neredeyse imkânsız. Sahil yolu ucubesiyle denizle ilişkisi kesilen bölge insanı, sahillerin devamında ki yükseltilerde yüksek yapılaşmayla doğasından da uzaklaşıyor. Birçok yerde yeşil gözükmüyor artık.
Ne denizi, ne deresi, ne de doğası kalan bir Karadeniz’i ne tür bir turizme açmayı düşünüyorlar orası belli değil. Ama belli olan bir şey var. Bu talan sonucu sadece yağmurlarımız kaldı inadına yağan, bir de isyanını sürdüren hırçın dalgalarımız!.. (Şİ/HK)