Cumhurbaşkanı‘nın Gezi parkına yeniden “tarihi eser yapma” fikrini Türkiye gündemine getirdiği günlerde, yani 18 ve 19 Haziran’da Diyarbakır oldukça kıymetli bir çabaya ev sahipliği yaptı. 7bin yıllık tarihi olan Sur İçini yıkan tankın topun anısına, Cumhurbaşkanı Gezi’ye “topçular kışlası” kuradursun, Sur ve Diyarbakır Büyükşehir belediyesi, Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzaj Alan yönetimi, TMMOB, STK’lar, akademisyenler, muhtarlar ülkenin birçok yerinde “Sur bizimdir” diyenler Sümerpark da “Suriçi koruma paneli ve çalıştayı” düzenledi.
Diyarbakır Büyükşehir Eşbaşkanı Fırat Anlı, Alan yönetimi Başkanı Nevin Soyukaya, Mimar-restoratör Zeynep Ahunbay, TMMOB’dan Mücella Yapıcı, Sınır Tanımayan Restoratörlerden Andreas Heymowski Prof. Şemsa Özar, Yıldız Salman gibi konusunda uzman pek çok ismin katıldığı etkinliğin ne öylesine bir etkinlik, ne de yapıldığı an ve anlamla sınırlı olmadığını hemen belirteyim. Zira bu çalışmayı düzenleyenler aylardır İstanbul’da Diyarbakır’da çeşitli buluşma toplantıları, araştırmalar, öneriler hazırlayarak, Suriçini yeniden kurma arayışında idiler. İşte hafta sonunda izlediğimiz toplantı; bu birkaç aylık emeğin ortaklaştırılması isteği yanında, Sur içinde iyileşme odaklı bir şehircilik deneyimi için işbirliği çağrısında bulunmak üzere toplandı.
Başarı için Sur sakinlerine verilmeli
Uzmanların bilgi ve deneyimlerini esirgemediği panelin ilk oturumu; mevcut durumun tespiti ve KAİP planı başlığıyla açıldı. Tarihi dokunun gördüğü tahribata, halkın yaşadığı göç ve savaş halinin tarihi kültürel ve sosyo-ekonomik etkilerine, uygulanan politikanın 1925 Şark Islahat fermanıyla ilişkisine dair oldukça ufuk açıcı sunumların yapıldığı oturumda; çalıştığım araştırma merkezi SAMER’in “acele kamulaştırma yasasının” henüz çıktığı günlerde başlattığı ve bir ayı aşkın bir süreyi alan, 4150 civarında aile ile gerçekleştirdiği “Sur göçü ve sosyal doku araştırması”nın verilerinin de sunulduğu bu oturumun hemen ardından ikinci oturum, “çatışmalı kentler ve koruma” başlığıyla oluşturuldu. Koruma uygulamaları, tarihi dokuda acil durum yönetimi ve koruma yaklaşımları, çatışma sonrası koruma uygulamalarının yerelle ilişkisi ve finans çözümleri alt başlıklarını içeren sunumlar ikinci Dünya savaşı sonrası Almanya’sından, eski Yugoslavya’dan, Bosna’dan, Kosova’dan örneklerle zenginleştirildi. Bu oturumun temel vurgusu kanımca; “Bölge gerçek sahiplerine ne denli kısa zamanda verilirse koruma o denili başarılı olur” cümlesinde saklı idi. Deneyim paylaşımlarının öne çıktığı” korumanın ekonomik modeli” üçüncü oturumun konusu olurken, “korumanın mimari- planlama modeli” başlığı son oturumun temasını oluşturdu.
Başlıklardan da anlaşılacağı üzere oldukça somut, pratik önermeler arayan panel; Suriçi sakinlerinin katılımı ve talepleri doğrultusunda, çatışma ile yıkılmış alanların tarihi-kültürel dokusunun ve kentteki yaşamın yeniden kurulması perspektifini güncelleme çabasında önemli bir işlev gördü.
Halka açık bu panelden sonraki gün ise; tartışmayı başından itibaren yürütmüş, rol ve sorumluluk üstlenebilecek TMMOB, gibi kuruluşlar yanında İstanbul’da bir grup akademisyen, mimar ve Sivil toplum temsilcisinin gönüllü oluşturduğu çalışma grubu ile Kürdistandaki yerel dinamikler kapalı bir çalıştayla “peki nasıl” sorusuna yanıtlar aradılar, tespitler paylaştılar, öneriler sundular.
Çözüm çalışma masasında mı?
“Sur’u Toledo yapacağız” diyen Davutoğlu’nun henüz başbakanlıktan azlinin gerçekleşmediği günlerde, Diyarbakır’da Toledo yerine Dubai’den esintiler taşıyan yapay sunumun aksine Sur’u aslına uygun ve yaşayanlarıyla birlikte kurma çabasının tüm olanaklarının, risk ve imkanlarının tartışıldığı çalıştay bir işbirliği çağrısıyla açıldı. Çalışma grubunun deklare ettiği “Diyarbakır Suriçi’nde İyileşme odaklı, Bir Şehircilik Deneyimi için İşbirliği” çağrısı tartışmalarında odağında oldu. Bu çağrı tespitler, ilkeler, uygulama önerileri ve kurulması önerilen çalışma masasının önündeki acil konuları içeriyordu.
“Sivil toplumun ve paydaşlarının Çalışma masasında eşit bir şekilde bir araya gelmeleri” konseptini öne çıkaran çağrıda; acil kamulaştırma kararının ve sokak yasaklarının bir an önce bitmesi, enkazın insani değerlere ve koruma ilkelerine uygun olarak ayıklanması, hasar tespit çalışmalarının acilen Alan Yönetim Başkanlığı Koordinasyonunda yapılması, sosyal ve ekonomik hasarın tespitine yönelik saha çalışması yapılması, göçenlerin barınma koşullarının iyileştirilmesi, geri dönüş koşullarının yaratılması gibi konuların arz ettiği aciliyetin altı çizildi.
Suriçi’nde yaşanan çatışmaların ortaya çıkardığı sosyal yıkıma sıklıkla atıfta bulunulan sunumda; hala savaşın sürmesinin “iyileşme odaklı kent çalışmasının aciliyetlerini engellediği, bir türlü kimseye açılmayan, şeffaf olmayan ve bilinmeyen bir “ Hükümet imar ya da yeniden yapılanma politikasının” olası zararları, acil kamulaştırma problematiği eleştirilirken en büyük itiraz ise “güvenlik odaklı kentleşme” yaklaşımına geldi. “Güvenlik odaklı değil, doğal dokusuna uygun güvenli kentleşme” olarak formüle edilen alternatif iyileşme arayışı Çalıştayın öne çıkan vurgularındandı.
“Suriçi iyileşme odaklı şehircilik” için sur halkının hatta Diyarbakır halkının katılımının olmazsa olmaz gösterildiği modelin başarısı ise; Sur halkının hızla evine, kentine dönüşünün sağlanması, yaşamsal ihtiyaçlarının hızla karşılanması, yıkımın ve savaş sürecinin halk da yarattığı kırılma ve güven sorularının giderilmesi, kentiyle beraber iyileşme koşullarının oluşması ile birlikte ele alındı
Verilere göre halk Sur’a dönmek istiyor
Aslında Sur’un surlularla yeniden ayağa kalkması için toplumsal zeminin çok uygun olduğunu SAMER’in araştırması da gösterdi. Zira Nisan başlarında yapılan bu araştırmaya göre acil kamulaştırma istemeyen Sur göçzedelerinin oranı yüzde 94.5! Daha yasakların kısmen kalktığı o dönemde dahi Suriçi’ne dönenlerin oranı yüzde 30 ve yüzde 64’ü ise durumlar iyileştiğinde Sur’a dönmek istediğini beyan etti. Epey bir kesime evini satma talebi değişik kesimlerce iletilmiş olsa da o sırada sadece yüzde 1.2’si evini sattığını söyledi. Bütün bu veriler Sur’un Surlularla beraber yeniden inşasının güçlü bir toplumsal zemini olduğunu gösterir.
Ancak bu konuda katılımı sağlayacak mekanizma ve ya olanakların sağlanması, güven tesisini getirecek halk aktivitelerinin çoğalması, elbette ki tüm bu savaş ve yıkım süresince yerel dinamiklerle hiçbir biçimde bilgi ve güç paylaşmayan mülki idarenin bu eşit paydaşlı çalışma masasında nasıl yer alabileceğine dair pürüzlerin giderilmesi yada aşılması gerekiyor.
Yasayla verdiklerini yazıyla aldılar
Tüm bu konulara kafa yorulup, tartışıldığı, bir eylem planının oluşturulmasına dönük önerilerin yoğunlaştığı bu başarılı toplantının ardından öğrendiğimiz bir bilgi ise işin çok da kolay olmayacağını hatırlattı.
Bilgi şuydu: Yerel yönetimlerin yetki alanını belirleyen mevcut yasaya göre belediyeler tarihi ve kültürel mirası korumayla sorumlu kılınmış ve bu sorumluluk gereği restoresi veya korunması gereken bir tarihi yapıyı kamulaştırma yetkisi tanınmış. Bu yetkiye dayanarak Diyarbakır Belediyesi; iki yıl önce bir grup tarihi yapıyı, sahiplerinin de rızasını alarak kamulaştırmış ve kimi çalışmalar yapmış. Ancak geçtiğimiz günlerde hükümetten tapuya gönderilen bir yazıyla belediyenin kamulaştırdığı bu yapıların kamulaştırılarak kendilerine devri istenmiş. Yani yasayla verdiğini yazıyla, üstelik belediyeye bildirme gereği duymadan yapmaya kalkmış…
“Ben yaptım oldu” kültürünün tipik yansıması olan bu son örneğe rağmen Sur için şans yüksek…Bunun için belki de çalıştayda genç akademisyen Ceyda Sungur’un dediği gibi “İstanbul ve Diyarbakır’ın gücünü birleştirmek” yetecek… (YG/HK)