12 Eylül askeri darbesinin üzerinden tamı tamına 30 yıl geçti. Ama 12 Eylül'le hesaplaşma adına yapılanlar, bu dönemle ciddi bir hesaplaşma yapılmak istenmediğini gösteriyor. İktidarlar "hesaplaşma"yı kendi politik ihtiyaçlarını eksen alarak yapıyor, geri kalan maddeleri ile de toplumu, kendilerinin bile "baskı anayasası" dedikleri yasalarla yönetmeye devam ediyorlar. Bu nedenledir ki Türkiye, demokratikleşme yolunda sağlıklı bir ilerleme gösteremiyor.
Türkiye'yi istikrarsızlığa sürükleyen sadece 12 Eylül yasaları değil, bu yasaları topluma karşı bir koz olarak kulanan iktidardır da. Çünkü, gerçek anlamda anti-demokratik yasalarla hesaplaşma diye bir sorunları yok.
7 kasım 1982'de kabul edilen 12 Eylül anayasında bugüne değin 17 kez değişlik yapıldı ve bunun sonucu olarakta anayasanın 194 maddesinden 80'ni değişti.
Ama hangi maddeler? Daha çok iktidarların önünde engel durumuna gelmiş maddeler. Bunu yaparlarker toplumun ağzına bir parmak bal çalmayı da ihmal etmiyorlar. Siyasi Partiler Yasasi, Seçim Yasası, Türk Ceza Kanunu vb. yasaların tamamı bu konumdadır. 12 Eylül'ün ruhu korunuyor, yongaları atılıyor.
Adelet Bakanlığı'nın hazırlamakta olduğu kamuoyunda "torba yasası" olarak bilinen yasa da bu biçimdedir.
Bir kere "torba"nın ağzı tam olarak açılmıyor; bu nedenle içindekiler de bilinmiyor. Her şey hükümetin insafına bırakılmış. Konuyu, yeri ve zamanı hükümet belirliyor. Hatta hükümette değil, başbakan belirliyor. Yani halk için neyin doğru olacağına halkın kendisi değil, Başbakan karar veriyor. "Bu ülkeye komünizm gelecekse, buna biz karar veririz!" mantığı. Basın yazıyor: "başbakan talimat verdi" ve "torba"nin içinden yeni birşey daha çıkıyor: "Adli Sicil Kanunu, Avukatlık Kanunu ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunda bir takım değişiklikler yapılacak."
Türkiye'deki demokratikleşmede ters olan da bu. "Demokratikleşme" bir ihtiyaç ve gereklilikten değil, bir kişinin onayı ve emriyle gerçekleşiyor. Halk yok, siyasi partiler, sendikalar, toplumsal istekler bunlarin hiçbiri yok; "başbakan emir" veriyor ve yasa çıkıyor. Türkiye'deki "demokratikleşme"nin mantığı bu: "Ben, (devlet) istersem olur".
Böyle olduğu içindir ki, o "demokrasi" de bitürlü gelmiyor. Birkaç gün sonra 2013 yılına gireceğiz. Bizim "demokrasi getirtme" uğraşımız tamı tamına 90 yılı doldurmuş olacak. Maalesef bulunduğumuz yer hep aynı yer.
"Torba Yasası"dan çıkarılacak olan yasa, "Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun"'da yapılacak değişiklikle "12 Eylül 1980 darbesi döneminde bir kısım suçlara karışan sağ ve sol siyasi fikre sahip insanlar, askeri mahkemelerce ceza tayin edilmiş, infazı gerçekleştirilmiş, koşullu salı vermeden yararlananlar, halen cezaevinde tutuklu olanlar, 1980 yılından sonra hukuk okuyanlar, tıp fakültesini bitirenler, mühendislik okuyanlar ancak sicilleri nedeniyle mesleklerini icra edemeyenleri kapsıyor" vb. Bu yasadan yararlanacakların çoğunluğu MHP'li. Katliamlara karışmış, bir dönem devlet koruması altında yaşamış sonradan tutuklanan Haluk Kırcı gibi insanlar...
Peki sadece düşünceleri nedeniyle yurtdınında yaşamakta olan sürgünler neden hiç gündeme gelmiyor. Bazıları 12 Eylül darbesinde afişe edildikleri, işkence ve ölümden kurtulmak için yurt dışına çıkmak zorunda kalmış, bazıları yazar ve gazeteci kimliğiyle, Kürtler, Aleviler, Ezidi ve Asuriler, Emeniler baskıya uğradıkları, köyleri yakıldığı, gidecek başka yerleri olmadığı, Türkiye'de yaşayamaz durumda bırakıldıkları için, Türkiye'yi terk etmek zorunda kalmışlar. Bu kesim çıkacak olan yasanın kapsadığı "imtiyazlı" kişiler gibi birkaç kişiden oluşmuyor, on binlercedir ve bunlar, Türkiye'de kendilerine yaşama hakkı verilmediği için bugün burada sürgün konumundadırlar.
Buna karşın hükümet, Türkiye'nin böyle bir sorunu yokmuş, insanlar avrupa'ya gönüllü gitmişler gibi yaklaşıyor. Oysa doğru değil; Türkiye'de hukuksal, siyasal ve sosyal gibi çok ciddi sorunlarımız var. 12 Eylül birçok yönüyle tartışıldı ve tartışılmaya da devam ediliyor. Ama Sürgünler sorunu şimdiye değin hiç tartışılmadı. Gündeme bile gelmiş değil. Bu nedenledir ki Türkiye'de onların haklarını tanıyan henüz bir yasa yok. Döndüklerinde ise kaldıkları yerden, 12 Eylül'ün yasaları ile yargılanacaklar.
Sürgün koşulları, cezaevleri kadar ağır ve zordur. Sadece bugün Avrupa'nın 15 ülkesine dağılmış ve sayıları on binleri bulan bir sürgün topluluğu yaşıyor. Türkiye'de hükümet, bu büyük kesimin varlığını ve dolaysıyla da isteklerini görmezlikten gelemez ve gelmemeli.
Hükümet zaman geçirmeden yasal düzenlemeler yaparak sürgünlerin topraklarına özgürce dönebilmeleri için, onlara siyasal ve sosyal güvence ortamı sağlamalı.
Sürgünler bugüne kadar seslerini kamuoyuna yeterince duyuramadılar. Ama bugün bir güçler. Demokrasi mücadelesine daha aktif katılabilmek ve sesimizi daha güçlü duyurabilmek için 15 Aralık'ta Köln'de toplanarak bir Sürgünler Platformu oluşturmuş bulunuyoruz. Avrupa'nın 15 ülkesine dağılmış durumda bulunuyor olsak da, bugün artık örgütlü bir güçüz. Türkiye'de başta hükümet olmak üzere, bütün siyasi partiler, demokratik kitle örgüteleri sesimizi duymalıdır.
Biz suçlu değil, mağduruz. Bu nedenle af değil, özür ve yasal düzenleme bekliyoruz. (HA/HK)
* Hayri Argav, Yazar-Yönetmen, Sürgünler Platformu Eş Sözcüsü