Bundan tam 28 yıl önceydi. Bırakıp gittiğim topraklara, Munzur dağlarına dönmüştüm...
12 Eylül karanlığının zulmüne isyan eden birçok Dersimli genç, üç bin rakımlı eşsiz güzellikteki bu sıradağlara sığınmakta bulmuştu çareyi. Onlar, İbrahim Kaypakkaya’nın “devrim kırdan şehre gelişerek büyüyecek” şiarına bağlı gencecik insanlardı. Hayalini kurdukları özgür geleceğin ilk kıvılcımını buradan tutuşturmak üzereydiler.
Kalbimden dizelere hasret akıyordu…
Munzur bu genç insanlar için yaşamın ta kendisiydi. Buradan ayrılanların yaşamda kalma şansları neredeyse hiç yoktu. Bir ana şefkatiyle sarar sarmalar ve korurdu Munzur onları. Bitimsiz en güzel şarkıları hak etmişti belki de bu haliyle.
İlk şarkılarımı Munzur için söylemiştim. Hasretim kalbimden, “Çıkıp şu yaylada esen rüzgarı bir bir avuçlayıp içesim gelir / Yüce dağ başında bülbül misali uçup daldan dala ötesim gelir / Ben olaydım loy sarp kayalarda / Ben öleydim loy ben yaylalarda” dizelerine damlıyor, “Şu Munzur'un dağlarında öten bülbül olaydım" diye akıp gidiyordu...
Munzur dağlarında geçen zamanın bendeki karşılığı yeni şarkılar biriktirme gayreti olmuştu. 1986 yılında dinleyiciye ulaşan “Vurgunum Hasretine” albümünde yer alan şarkıların çoğu kısa bir süre için beni ağırlayan Munzur dağlarında yazılmış, bestelenmişti.
Eğer 'cennet' diye bir yer varsa, burası olduğuna kanaat getirdiğimiz eşsiz güzelliklerin yurduydu; uçsuz bucaksız uzanan bu yüksek sıradağlar.
Hakkında anlatılan hikayeler ve efsanelerin sonu gelmezdi. Tıpkı çocukluk hikâyelerimizin kahramanıydı Munzur dağları ve zirvesine çıkmayan, özde Dersimli sayılmazdı.
Bereketin de anayurduydu; baharda başlayan ve sonbahara kadar buralara göç eden yaylacılar için kutsanmış bir coğrafyanın adıydı.
***
19 Haziran günü Munzur’a yıllar sonra çıkmak için Dersimli İsmail Ateş, Hakkı Suvan ve Almanya’dan aramıza katılan Hüseyin Uç’la karar verdik. Munzur Dağı’ndaki Kepir Yaylası’na çıkacak ve zirveden dolanarak İt yokuşundan yeniden aşağı inecektik. Yürüyüşün benim için anlamı derindi: 28 yıl önce burada bıraktığım anılarımla yüzleşecek ve yıllardır bütün hücrelerime nüksetmiş olan, büyük bir özlemi giderecektim.
İlk durak Elbaba köyü
Munzur'a tırmanışın ilk durağı Ovacık’ın Elbaba Köyü'ydü. Sabahın beşinde köye vardığımızda köylüler İt Yokuşunun yamacında bulunan yaylara çıkmak üzere atlarını hazırlıyorlardı. İt Yokuşuyla ilgili köylülerin anlattığı birçok hikaye var. Dik bir yokuş olması nedeniyle yaylacıların Munzurlara çıkarken fazla tercih etmedikleri bir güzergahtı. Saatlerce yürümek zorunda kalınan bu yokuş, ismini yine buradan çıkmak isterken yokuşun yarısında çatlayıp hayatını kaybeden bir köpekten alıyordu.
Yokuşun başı ve sonu arasındaki mesafe 8 kilometre. Biz Munzur'a çıkarken biraz da bu zorluğu dikkate olarak 40 Merdiven olarak bilinen güzergahı seçtik. Bu güzergahın Munzur'un zirvesine olan mesafesi ise 12 kilometre.
İt Yokuşunun yamacında sabahın erken saatinde köylülerle karşılaştık. İki taraf da mutlu oldu ve köylüler, Ovacık'a dönüşümüzde mutlaka bulundukları yaylalara uğramamızı istedi. Yaşlı bir Ana beni “Wiy ma ben seni tanıdım sen nereden çıktın” diyerek karşıladı. “Daye ma some koye Munzuri” yanıtımı “Wiy bıra bıra ma caye” diyerek karşıladı..
Yürüyüşe 40 merdiven olarak bilinen vadide başladık ve ilk molayı verdiğimizde 2 saatlik bir zamanı geride bırakmıştık. Başladığımız noktada bize uzak görünen dağların zirvesi biz yakınlaştıkça büyürken geride bıraktığımız Ovacık yukarıdan uzaklaşıyordu... Kahvaltı için ilk molayı verdiğimizde 4 saatlik bir süreyi geride bırakmıştık. Bu tırmanışta İsmail, Hüseyin ve Hakkı sorunsuzca ilerliyordu ancak ben zaman ilerledikçe kısa da olsa mola verme sayısını artırmaya başladım. Bacaklarım beni taşıyamaz olmuştu ve yüksekliğe çıktıkça baş dönmelerim arttı.
Beş saatlik bir yürüyüşün ardından kahvaltıya başladık. Kahvaltısız saatlerce yürümenin dahası yokuş çıkmanın nasıl bir çılgınlık olduğunu anlamamız zor olmadı. Yeniden tırmanmaya başladığımızda hiçbir sorun kalmamıştı. Durmaksızın 4 saat kadar yürüdük ve zirveye ulaştığımızda nefes nefese kalmış olsak da mutluyduk. Evet, sabahın 6’sında başladığımız tırmanışla ancak 8 saat sonra zirveye ulaşabildik.
Zirveden Munzur’un arka yüzünde kısa bir inişten sonra rengarenk çiçeklerle bezenmiş geniş bir ova bizi karşılıyordu. Uzaktan bakınca mavi tonların ağırlıkta olduğu bu çiçekli alanlar sanki irili ufaklı küçük göller görüntüsü sergiliyor. Cennetten bir parça diyerek uzandım boylu boyunca bu mavi, sarı ve yeşil çiçeklerin orta yerine. 8 saatlik tırmanışın yorgunluğunu hissetmez olduk, bu güzellikler içinde. Dört tarafı yüksek kayalıklı dağlarla sarılmış bu cennet yerden kalkıp yola devam etmeyi aklımıza bile getirmek istemedik. 2 saat boyunca oturduk...
Ölmek için en ideal yer!
İsmail Ateş'in önerisiyle Kırmancı ağıtlar söylemeye başladım. “ Ma chi di chi nedi” ağıdını okurken duygulandım. 28 yıl önce yine yazın ortasında bu dağlarda yaşadıklarımı ve yitirilmiş onlarca arkadaşımı anımsadım. Rüstem, Hüseyin, İmam, Doğan, Ali, Burhan, İsmail, Nihat, Cebrail ve daha onlarca arkadaş, yoldaş...
"Olaydım ah ben olaydım, elinizde saz ben olaydım / Türküler söyleyip dostlar sizin gibi öleydim."
O an buranın ölmek için en ideal yer olduğunu hissettim! Oysa yaşamak varken insan neden ölmek istesin ki diye düşünülebilir. Hayatı geride bırakıp gidilecek kadar güzel bir yerde neden ölmek istemesin ki, insan.
Zaman ilerledikçe burada kalma şansımız da azalıyordu. Kepir Yaylası üzerinden Ovacık’a inmek üzere İt yokuşunun tepesine varmak için 3 saat kadar yürüdük. İsmail Ateş yıllardır dağcılık tecrübesi olan bir Dersimli. Yol güzergâhımızın tüm güzelliklerini fotoğraflayarak bu yürüyüşünü sürdürdü. Ancak bu yürüyüş sırasında yol arkadaşlarımızdan Hakkı Suvan arkadaşımız yüksekliğin etkisine dayanamayarak rahatsızlandı. Durumunun ciddileşmesiyle mola seanslarını artırdık. Her durakladığımız noktada "devam edelim mi" diye yüksek sesle düşünmeye başladık. Hakkı arkadaşımızın rahatsızlığına benim de katkılarımla olunca, adımlar giderek küçülmeye başladı. Bir ara İsmal Ateş ve Hüseyin Uç’a “siz gidin, biz kalalım ve yapabilirseniz önünüzde yaylalar var, onlardan bir atla geri dönüp bizi alın” diyecek olduysak da, yürümeyi sürdürdük. Zorluk içinde İt yokuşunun zirvesine ulaştığımızda; Ovacıkî ve sol tarafında Mercan Vadisi'ni gördüğümüzde epey sevinçliydik.
At sırtında son saat
Aşağıya doğru yürüyüşe başladığımızda Hakkı Suvan arkadaşımızın durumu düzelirken ben iniş aşağı zorlanmayı sürdürdüm. İt yokuşunun yamacında bulunan yaylacılardan liseli iki genç arkadaşımız imdadımıza yetişiyor ve inişin son bir buçuk saatini at sırtında tamamlıyorduk. Yeniden köye vardığımızda saat gecenin sekiziydi.
Sabahın beşinde başladığımız Munzur Dağları yürüyüşümüz gecenin sekizinde yine Elbaba Köyü'nde son bulmuştu. Dersim'e vardığımızda zorlu yolculuğun bedenimizdeki ağrıları ruhumuzda terbiye oluyordu... (FT/HK)