Yıllar önceydi, Köln'de evime gelmişti Doğan'ın babası, elini öpmüştüm, yanında büyük oğlu da vardı... Dayanamamıştı oğlunun özlemine, düşmüştü yollara, kokusuna koşmuştu. Güldürmüştü bizleri, biz üçümüz anıları meze yapıp içerken de "Ulan ayıptır" dememiş, neşemize katılmıştı...
Sonra duydum, "Doğan'ın ağabeyi ölmüş!"
Gidememişti Doğan, son kez görememişti canından çok sevdiği ağabeyini...
"Doğan'ın babası ölmüş!"
Duyduğumda beynim bir yanardağ gibi patladı!
Duyduğumda yandım!
Acımı paylaşmak istedim, "En iyisi ailesinden olayı duyması, avukatı gidip bildirecek, o güne kadar bekleyelim" dedi arkadaşlar, sustum.
İsyan kolaydı, susmak ölümüne zor. Ama saygı göstermeliydim.
Şimdi yazabilirim, şimdi içimde biriken zehri boşaltabilirim. Şimdi ağlayabilirim.
Doğan, cezaevinden oğluma yazdığı 18.10.2010 tarihli mektubunda şöyle diyordu:
"Seni kucaklıyorum, sen de babayı kucakla. Çok öp benim için. Şimdi onun ne halde olduğunu biliyorum ben. Bağırır, çağırır ama yüreği de hep ağlar. Kuşlar için de, çiçekler için de, sokak kedileri için de, çakıl taşları için de ağladığını bilirim..."
Ağladım elbet, ağlarken babamı, annemi, ağabeyimi anımsadım.
"Baba ölmüş" demişti eşim, siyasi kaçaktık, cenaze törenine gidemedim, mezarını hala görebilmiş değilim. Günlerce ağlayamadım, sustum!
Bir mülteci yazar olarak Langenbroich'te yaşıyordum, bir mektup ulaştı yeğenimden, "Ninem öldü!"
Annemdi ölen, oturdum "Hiç yaşamamış bir kadının ölümü" isimli öyküye döktüm acımı. Mezarını tanıyamadım.
Solingen'de duydum ağabeyimin öldüğünü. O delikanlı, yaşama sevdalı insanın ölebileceğini nedense daha önce hiç düşünmemiştim... İnanın hala ağlayabilmiş değilim.
Gerçek bu, her ölüm insana önce kendi yakınlarının ölümünü anımsatıyor.
Doğan'ın babası ölmüş!
Kulağımda bir türkü: "Hep bize mi bunca zulüm!"
Evimde oturan ölülere baktım, Musa Anter, Feqi Hüseyin Sağnıç, Veli Yılmaz...İbrahim Yalçın Arkan, Remzi Basalak...
Kucağımızdan alınıp ipe götürülen İlyas Has, Hıdır Aslan...
Kamplarda tanıdığım, şimdi toprağa karışmış yığınla genç insan... Bir çoğunun ismini anımsayamıyorum...
Ölü yüzler gülümsüyordu odamda, onlardan utandığımdan içten döktüm göz yaşlarımı yüreğime. Bir köşede sessizce bakan Doğan'ın babasıydı...
Doğan Akhanlı'nın babası yaşlıydı, her yaşlı insan gibi bir gün elbette ölecekti, içimdeki korku "Doğan'la birkaç hafta birlikte yaşamadan ölürse" diye bağırıyordu...
Korktuğuma uğradım.
Doğan tutuklanmasaydı belki bir süre daha yaşardı babası. Sevinç yaşatırdı onu biraz daha. Acı öldürdü.
Acıyı yaratanlar katil değil mi?
Babasını son kez ziyaret edebilmek için gitmişti Türkiye'ye Doğan. Ona bu hakkı çok görenlere nasıl bir isim verilmeli?
"Başın sağ olsun" denilecek şimdi, iyi ama söyler misiniz, yanaklarını öpemediğimiz, kokusunu duyamadığımız, gülümsemelerine kurban olamadığımız başlarımız nerede?
Haydi söyleyin lütfen, bu acıları biz mi yarattık?
Kime böyle acı yaşattık, söyler misiniz?
Şimdi sevinsin savcılar, hakimler, başbakan, adalet bakanı, cumhurbaşkanı...
Bir insanın en insanca duygusunu zehir ettikleri için kınalansınlar...
Doğan'ın babası ölmüş...
Biliyorum Doğan'ın cenaze törenine katılmasına da izin vermeyecekler, "Kaçar" diyecekler...
Kendi isteğiyle, korkusuzca, gönüllü ülkesine giden insan neden kaçsın, düşünmeyecekler...
Şimdi oralarda insanlık böyle. Şimdi oralarda din iman böyle... Şimdi...
Sövmenin de, söylenmenin de bir yararı kalmadı artık!
Doğan'ın mahkemesi 8 Aralık'ta. Belki serbest bırakmayacak, belki yeni bahaneler bulacak, kesinleşmemiş bir cezayı yatıracaklar ona. Ama hükmü kalmadı artık hiçbir şeyin. Onun amacı babasını görebilmekti, engellediler.
Bir soru olacak elbet. Yönetenlere, bizleri "Terörist" sayanlara, kendi ülkemizi bizlere yasaklayanlara bir soru:
"Tamam, yönetiminize karşı çıktık, tamam yasalarınıza uymadık, tamam insanlık için hakça bir düzen istediğimizi ilan ettik, ama söyler misiniz hangi evi gece yarısı basıp insanları saçlarından sürükleyerek işkence merkezlerine götürdük, hangi köyü yakıp insanlarını yersiz yurtsuz bıraktık, hangi cezaevini 'Yaşama döndüreceğiz' diyerek kurşunlayıp savunmasız insanları katlettik, kimleri sorgu adına tecavüzlü işkenceyle yok ettik, kimleri insanların gözünün önünden alıp yitiklere karıştırdık, kimin hakkını yedik, kimin dilini yasakladık, kimi kendi ülkesinde sürgün haline getirdik, hanginizi gece yarılarında uykunuzdan uyandırıp idam sehpalarına götürdük..."
Yukarıda sayılanları biz mi yaptık sizler mi?
Biz mi insanları yakınlarına hasret bıraktık, biz mi bir cenazeyi bile son kez öpebilme hakkını sizlere çok gördük?
Siz demokrat oluyorsunuz, biz terörist öyle mi?
Eğer savunduğunuz şey insanlıksa lanet olsun o insanlığa! (AKK/EÖ)