Hükümetler, yine IMF istedi, diye taban fiyatlarını maliyetlerin altında belirledi, böylece çiftçinin önemli bir bölümü de iflas etti.
Ziraat Bankası'nın (ZB) ve Tarım Kredi Kooperatifleri'nin (TKK) verdiği tarımsal kredinin faizleri yükseltildi, çiftçinin eli kolu bağlandı, üretemez oldu. Çünkü çiftçinin hazır parası yani işletme sermayesi yoktu ve hiç olmadı da. Her yıl ZB ve TKK'lerinden tohumunu, gübresini ilacını alır, hasat sonrası da öderdi.
Sermayesizlikten üretimsizliğe
Bu kuruluşlar da tarımsal kredi faizlerini yükseltince de çiftçiler borçlarını ödeyemedi. Borcunu ödeyemeyen çiftçilere adı geçen kuruluşlar da bir daha tohum, ilaç, gübre vermedi.
Çiftçi de sermayesi olmadığı için ekemedi. Ekebilenler de, içine düştükleri durumu geçici sanarak, ya tefeciden borç para bularak ya da biriktirdiği üç kuruşunu sermaye yapıp ekebildi. Bu yıl da bunların bir bölümü ekemeyecek ve önümüzdeki yıllarda bir başkaları derken sermayesizlikten kırsal alanda çiftçiler üretim yapamayacak duruma gelecek.
Peki, bundan sonra Türkiye tarımcıları, köylüleri ne yapacak? Hiç üretemeyecekler mi? Üretecekler, üretimlerine devam edecekler, ama yerli-yabancı büyük tarım şirketlerine bağlı, onların istedikleri ürünleri yine onların belirledikleri koşullarda tabii ki..
Küresel sömürgecilik kurumlaşıyor
Bunun adı da sözleşmeli çiftçilik / üreticilik olacak. Başka bir deyişle sözleşmeli üreticilik tarımda küresel sömürgeciliği kurumlaştırma aracı oluyor. Türkiye tarımı için yeni bir üretim tarzı olan bu sistem aynı zamanda yeni bir yaşam ve yeni bir kültürdür de. O halde bunu biraz açalım.
Sözleşmeli üreticilik, Türkiye tarımında ilk uygulanmıyor yani yeni bir uygulama değil ama dönemin özellikleri nedeniyle yeni bir nitelik taşıdığı da bir gerçektir.
"Sözleşmeli" ilk 1965'de
Türkiye'de ilk 1965'de Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) ile çiftçiler arasında tahıl tohumluğu üretmek üzere sözleşmeli çiftçilik / üreticilik başladı.
Yine 1965 yılında Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş ile çiftçiler arasında yapılan sözleşmelerle sözleşmeli üreticiliğe geçildi. Ancak bu yapılan sözleşmeli üreticiliklerde taraflardan biri devlet diğeri ise çiftçilerdi.
1970'li yıllarda daha çok Marmara bölgesinde salça ve konserve fabrikaları ile çiftçiler arasında sözleşmeli üreticilik uygulanmaya başladı. Burada taraflar özel sektör ile çiftçilerdi. Ama,çiftçiler bu şirketlere üretmek zorunda değillerdi,çünkü; henüz tarım tahrip edilmemişti. Başka seçenekleri vardı.
1990'larda Yabancı şirketler
1980'li yıllarda uygulanan kökü dışarıda politikalar nedeniyle tarım sektörünün hemen tamamında devlet tasfiye ediliyor,onun yerini yerli ve yabancı büyük tarım ve gıda şirketleri alıyor. Tütünde, şekerde, tohumda, hayvancılıkta...
Özetle,son yirmi yılda uygulamaya konulan IMF ve Dünya Bankası patentli politikalar sonucu devlet- köylü ilişkisi kırılıyor, sermaye (yerli-yabancı) - köylü ilişkisi kuruluyor. Arada devletin ve çiftçi örgütlerinin rolünün bulunmadığı bu ilişki "sözleşmeli çiftçilik/üreticilik" modeli üzerinde yükseltiliyor.
O halde sözleşmeli çiftçilik / üreticilik nedir onun kısa tarifini yapıp nasıl işlediğine bir bakalım. Sözleşmeli çiftçilik/üreticilik; yerli ve yabancı büyük tarım şirketlerinin tarım ve hayvancılık alanında üretimden tüketime değin her aşamaya egemen olması diye tanımlanabilir.
"Sözleşmeli"de işleyiş
Örneğin; şirket çiftçiye arpa ürettirecekse,arpa ürettireceği çiftçiye,arpa tohumunu veriyor, şirketin kendi traktörü ile toprağı işlettiriyor, gübresini ilacını veriyor, biçimini - hasadını yaptırıyor; bütün bu harcamalar harcamanın yapıldığı dönemdeki dolar kuruna göre dolara dönüştürülüyor.
Arpanın taban fiyatı Toprak Mahsulleri Ofisi'nce (TMO) açıklanınca ya da ekim öncesi şirketçe belirlenen fiyat üzerinden çiftçi, şirket ile hesaba oturuyor. Burada şirket, üretilen malı TMO fiyatları üzerinden ya da ekim öncesi belirlenen fiyat üzerinden almakla yükümlüdür.
Tohumun, gübrenin, mazotun, traktörün, ilacın çiftçiye veriliş tarihi üzerindeki dolara dönüştürülmüş fiyatı mal teslimatındaki doların kuru üzerinden hesaplanarak maliyet belirleniyor. Hesaplanan maliyet, toplam üründen düşürülüyor, kalanı çiftçiye şirketçe veriliyor. Bir şey kaldıysa tabii...
Borçlu kalırsa
Borçluysa da borcunu şirkete ödemek zorundadır. Bu süreçte kuraklık olması halinde çiftçi şirketin üretim maliyetlerini, hasat döneminin döviz kuru üzerinden vermekle yükümlüdür.
Görüldüğü gibi şirket, tohum, ilaç, gübre satarken zaten kar ediyor. Riski yok. Çiftçi kuraklık halinde maliyeti ödeyeceği için riski tamamen üstlenmiş oluyor. Başka sözleşme modelleri de var tabii. Ama bütün sözleşmeler çiftçinin elini kolunu bağlayıcı tarzda düzenleniyor.
Kapitalizmin köylülüğü tasfiyesi
Üreticiler, IMF ve hükümet işbirliğiyle önce bütün olanaklardan yoksun bırakılıyor sonra pazar ekonomisi koşullarına teslim ediliyor. Sonra da çaresiz ve sahipsiz çiftçi ilk bakışta avantajmış gibi gözüken sözleşmeli üreticiliğe balıklama dalıyor ve öyle bir batıyor ki feryadını kimse duyamıyor bile.
Sözleşmeli çiftçilik anlaşmaları, hayvancılıkta da yem, veteriner hekimlik hizmetleri, suni ve tabii tohumlama gibi konularda tümüyle şirkete bağlı olacak şekilde düzenleniyor.
Sözleşmeli çiftçilik,kapitalizmin günümüzde köylülüğü kendine özgü bir tarzda tasfiye etme ve küresel sömürgeciliği kurumlaştırma araçlarından birisi olarak Türkiye'de hem tarımda hem de hayvancılıkta uygulanmaya başlandı. Bunun uygulayıcısı da savunucusu da yerli ve yabancı büyük tarım ve gıda şirketleridir.
Çünkü sözleşmeli üreticilikle;
* Yabancı büyük tarım ve gıda şirketleri yabancı bir ülkede işletme sahibi olmadıkları için sömürü suçlamalarından kurtuluyorlar.
* Yabancı büyük tarım şirketleri yerli iş gücünü çalıştıran patron görünümün de değiller. Sendikalara karşı mücadele etmeleri gerekmemektedir.
* Küçük ölçekli üretim modeli, tarımsal toprak mülkiyetindeki parçalanmışlığı atlamaktadırlar. Bu o ülkenin ve üreticisinin sorunu olarak kalmaktadır.
* Sanayici çiftçi ile belirli nitelikteki ürün için sözleşme yapmakta ve ekim öncesi belirlenen fiyat üzerinden hasat zamanı ürünü satın almaktadır.
* Kuraklık nedeniyle oluşacak düşük verim yada verimsizliğin riski tamamen çiftçiye ait olmaktadır.
Köylülükten "taşeronlaşmış işçi"ye
Sözleşme ile bağlanan köylü, artık bilinen anlamda köylü değildir. Malı ve işgücünü birlikte kiraya çıkaran (siz buna üste malını rüşvet olarak verdikten sonra ancak iş bulabilen deyin) yapısı ile bir tür "taşeronlaşmış işçi" kılığına bürünmüştür.
Bu yeni tür köylülüğün devletle bağları kopmuş, devlet sermayenin yanında yerini alarak,yeni köylülüğü, işvereni sermaye ile karşı karşıya bırakmıştır. Devletin köylüyü desteklemesi ve yasalar ile koruması kalkıyor ama köylünün devlete karşı görevleri,vergi,askerlik vb. tek taraflı olarak devam ediyor. (AA/NM)