toprağın altına mektup yollanmıyor. e-posta da gitmiyor. sesimi duyduğundan da emin değilim. ama yüreğimden geçenleri bildiğini biliyorum.
yüreğimden geçenlerden "güzel" haberler çıkmıyor! mahcubum! içim acıyor!
vurulduğunun akşamına varmadan seni oradan kaldırdılar ama geçen bir yılda bir değişiklik yok, "hâlâ orada yatıyorsun"!
yargılamada yaşananları, burada olsaydın sen bile anlamakta güçlük çekerdin. şimdi damadın olan rober bugünkü yazısında gerçeğin ardını görmeye çalışmış. hepimizin yaptığı gibi eşelemiş.
düşünebiliyor musun, beş yıl önce seni öldürenlerin birbirleriyle yaptıkları görüşmelerin içeriği değil, bilgisi ancak son duruşmada gündeme gelebildi. yargıç 17'sindeki duruşmada karar vereceğine dair bir sinyal verdi. amaç beşinci yıl tamamlanırken bu işi "çözdük" diyebilmek, muhtemelen.
ama çözmediler, çözmek de istemiyorlar. bu açık, seçik ortada görünüyor!
"tek kişilik soykırım"
senin katledilmen hakkında kitap yazdığı için cezaevinde olan nedim şener bu cinayeti "tek kişilik soykırım" diye nitelemişti; doğru!
ben de pek çok kez ve çeşitli yerlerde söyledim; yineleyeyim:
"birleşmiş milletler'in 'soykırım'la ilgili tanımı yetersiz ve eksik!"
soykırım bence bir toplumun ya da topluluğun fiziksel yok edilmesiyle sınırlı değildir. onun varlığının işaretlerini, dilini, inançlarını, kültürünü ve ürettiklerini ortadan kaldırmak da soykırımdır.
dolayısıyla, geçen pazar konu başlığı "1915'de ne oldu?" diye duyurulan türkiye küçük millet meclisi oturumunda söylediğim "soykırım sürüyor" saptamasını yeniden söylüyor ve savunuyorum.
bunları senin sayende fark ettik, gördük, anladık; senden öğrendik.
sana soykırım var mı, yok mu diye sorulduğunda tek cümleyle "vardır" ya da "yoktur" demedin ve olanları, yaşananları anlattın. bunları dinleyince başka türlüsünü savunmak zaten mümkün değildi.
çünkü senin nezdinde de bir insan topluluğunun varlığına dair her türlü "yok etme" eylemi aslında bir "soyu kırmak"la eş anlamlıdır. çünkü bu kırımla tek bir hedef gözetilir: bir "kimliği" ortadan kaldırmak!
başka örnekleri de var!
diyarbakır cezaevi'nde 1980-84 arasında yaşanan vahşetin nedeni de buydu. herkes kabul ediyor bunu. belki bir adli soruşturma açılacak önümüzdeki günlerde. o dönemde orada bu vahşete maruz kalan altı bine yakın insan "işledikleri suçlar" nedeniyle değil, kimlikleri nedeniyle yani "kürt" oldukları ve bunu söyledikleri için hapsedildiler, işkencelere maruz kaldılar.
onlara "buraya kürt olarak girdiniz, ya kürt olmaktan vazgeçeceksiniz ya da 'ölü kürt' olarak çıkacaksınız" denildiği yüzlerce insan tarafından ifade edildi..
soykırım yapma bir zihniyetin sonucudur; bu zihniyet varlığını sürdürmektedir. kürtlere ve diğer etnik gruplara yönelik olarak devletçe yapılan eylemler bu niteliktedir.
bir soykırımın sonucu, yani yapılanlara karşın o soyun, o kimliğin ortadan kaldırılamaması bu eylemi "soykırım" olmaktan çıkarmaz. çünkü sonucun değil, eylemin adıdır "soykırım".
bu ülkenin yalnız dününde, geçmişinde, tarihinde bunun örnekleri yoktur! tersine olağan, her gün yinelenen, yeniden var edilen, dolayısıyla "gelenek" denebilecek davranış biçimlerindedir soykırım.
o yüzden halen de pek çok örnekleri yaşanıyor, yaşanacak.
bu da ters algılanmamalı; bunu yapılanları küçülten, "soykırım"ı ortadan kaldıran ya da küçültüp değersizleştiren bir neden olarak görmemeli, göstermemeli!
tersine bu bir zihniyeti, bir bakışı, bir yaklaşımı, bir alışkanlığı göstermesi açısından "soykırımı" büyüten, çoğaltan ve yaygınlaştıran bir durumdur.
o yüzden bu ülkede yalnız ermenilere uygulanmadı, uygulanmıyor soykırım: her kimlik eğer kendisini ortaya koymaya çalışır ve kimliğine sahip çıkarsa aynı şeyle karşılaşıyor: "sen ermenisin ama türksün" sözü bu ülkede icat edilmiş, kullanılmaktadır. "ermeni" sözcüğünün bir küfür olarak kabul edilmesi o yüzden bir "alışkanlık"tır bu ülkede. ermeni bir insan kendisinden söz ederken bu kimliğini açık eder ve "ben ermeniyim" derse alacağı yanıt "estağfurullah"tır.
türkiye'de ermeni nüfusun gençleri ya dillerini unutmuşlardır ya da çok az konuşmaktadırlar. ermeni türkülerinin böyle olduklarından söz edilmemekte, bir türk türküsü olarak okunmaktadır. ermenilerin maddi varlıkları yok edilmiş ve el konulmuştur.
işte bu yüzden ve bu yaklaşım yüzünden soykırım sürmektedir bu ülkede.
yerler, mekanlar, dil, kültür de...
bugün ermenileri fiilen yok eden eylemlerde bulunulmaması da, soykırımların bugün uygulanmadığının kanıtı olmamalı. o toplantıda söylediğim gibi daha önceden olanların, hep olanların şimdi olmaması da, izlerinin kaybedilmesi de bir soykırım aslında.
yerlerin, mekanların, şarkıların, türkülerin, deyimlerin adlarının değiştirilmesi de soykırım. ermenilere ait yerlerin, malların, mülklerin bırakın geri verilmesi, onların sahiplerinin bile söz edilmemesi, unutulması ve unutturulmak istenmesi de soykırım.
aslı ermeni olan bir kişinin ermeniliğinin reddedilmesi, hatta bunu korkudan ya da başka bir nedenle kendinin yapması, yapmak zorunda kalması bile bir soykırım.
bir hakkın gerçekte varolması için
bilgi, inanç, hukuk, estetik, spor alanlarında neyin doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü, güzel ya da çirkin, başarılı ya da başarısız olduğu demokratik yöntemlerle belirlenemez.
demokrasinin unsurları ne kadar yeterli, işlemesi ne kadar mükemmel olsa da bu alanlarda son sözü oy çokluğunun geçerli olduğu oylamayla belirlemek, öz olarak 'çoğunluğun diktatörlüğü'nden başka bir anlama gelmez.
türkiye henüz 'uluslararası ceza mahkemesi'nin varlığını kabul etmemiştir. benzer olarak, insanlığa karşı suçlarla ilgili sözleşmeyi de imzalamaktan kaçınmaktadır. her ikisi de bu konudaki yaklaşımını ortaya koyan somut gerçeklerdir.
soykırım bir hakkın, hem de en temel hakkın var olma ve varlığını sürdürme hakkının ihlâlidir. bir temel hakkın varlığı için şu üç unsur mutlaka var olmalıdır.
öncelikle o hakkı tanıyacaksın ve koruyacaksın. ermenilerin var olma ve varlıklarını sürdürme hakları tanınmalıdır ve korunmalıdır.
ikincisi bu hakla ilgili olarak üçüncü kişi ve tarafların olumsuz ve yok edici eylemlerini engelleyeceksin. bu ülkede ermenilere saldırı, hakaret, onları yok etmeye çalışmak ve yok edenlere yönelik olarak devletin herhangi bir engellemesinden söz edilemez.
üçüncüsü ve bu olmadan diğer ikisinin de aslında söz konusu olamayacağı unsur ise desteklemek ve hakkın varlığını yaşamın içinde gerçekleştirmek için gerekli koşul ve olanakları sağlamaktır. bu da ermenilerin varlıklarını sürdürmek için gereksindikleri her şeyin onlara sağlanmasıyla olur. bunun için de ermenilerin ellerinden alınmış tüm maddi varlıkları gerçek sahiplerine geri verilmelidir. ermenilerin lozan'a dayalı haklarının gerekleri yerine getirilmelidir. dilleri korunmalı, öğrenilmesi ve kullanılması sağlanmalı, eğitim olanakları desteklenmeli, türkçe eğitim veren okullarda nasıl öğrencilere her türlü eğitim materyali devletçe karşılanıyorsa, ermenice kitapları için de aynı olanaklar sağlanmalıdır.
tüm bunların yapılması için de herhangi birisinin, bir kurumun, bir topluluğun herhangi bir "karşılıklılık koşulu"nu yerine getirip getirmediğine bakılmamalıdır.
çünkü hiçbir temel hak herhangi bir koşula bağlanamaz, bağlanmamalıdır. doğruları yapmak için başkalarının da hep doğru yapması, aynı konuda doğru davranması gerekmez. insanlar da kurumlar da öncelikle başkalarından değil kendilerinden sorumludur.
sonuç şudur: "1915'de yaşananların yanlışlığını sözle söylemek yetmez, o zihniyetin artık geçerli olmadığını hayatın içinde göstermek, yapılanların yanlışlığını kabul etmenin ve özür dilemenin ötesinde, devletin sürekliliği gereği, üzerine düşen sorumluluklar yerine getirilmelidir."
sevgili hrant dink içimden bunlar geçiyor; kulağımda ise "benim de istediğim ve yapmaya çalıştığım zaten bunlardı" diyen sesin var.
bugün olmasa da bir gün bunları hep birlikte söyleyebileceğiz, buna inanıyorum.
insandan umut kesilmiyor, doğrular hep ortaya çıkıyor ve hak da adalet de hep yerini buluyor. (ms/hk/yy)