Bu yüzden, çocuk koruması veya korunmaya muhtaç çocuklar konusundaki kurum bakımı ve Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun (SHÇEK) çalışma modelleri ile sosyal hizmetler konusunda birkaç noktayı gündeme getirmek istiyorum.
Öncelikle SHÇEK'in görev tanımını mutlaka değiştirmek gerekmektedir. Bu ilk adımdır. Bu gereklilik sadece çocuklar açısından değil özürlüler, kadınlar ve yaşlılar için de bir mecburiyettir. Mutlaka özürlüler için artık "özürlüler idaresi"' mi olur veya başka bir kuruluş mu olur, ona karar vererek, özürlülerin tüm sorumluluğu başka bir kuruma aktarılmalıdır. Aynı durum kadınlar ve yaşlılar için de gereklidir. Konuya ayrı ayrı odaklanan, farklı genel müdürlüklerin hizmet vermesinin sağlanması bir mecburiyettir.
İkinci adım ise sosyal hizmet uzmanı yetiştirmektir. Bu iki boyutta değerlendirilmelidir. Hem uzman sayısının artışı hem de kalitenin artışı sağlanmalıdır. Üniversitelerde İstanbul ve İzmir'den başlanarak yüksek okul açılması için acil harekete geçilmesi kaçınılmazdır. Ayrıca, SHÇEK'in hizmet-içi çalışmalarının yapısını değiştirerek, var olanı tekrarlamak yerine yeni kavramları gündeme getirmesi gerekmektedir.
Bugün dünyada sosyal hizmetler alanında uygulanan yöntemlerin yüzde 10'u bile ülkemizde -değil uygulanması- bilinmemektedir. SHÇEK hep aynı kişilerle aynı eğitimleri yapmak yerine yeni uluslar arası ilişkileri ve güncel programları farklı perspektiflerin öğrenilmesi için kullanmalıdır. Burada ilk adres UNICEF'tir. UNICEF, farklı programların uygulanması için eğitimleri organize edebilecek bir yapıdır. Bu işlevini ön plana çıkararak çalışmalıdır. Yoksa ülke direktörü Eddie McNougthy'nin, tüm iyi niyeti ve enerjisine rağmen, kısıtlı kadro, kısıtlı bütçe ve devletin denetiminde çalışma modeliyle Türkiye gibi büyük yüzölçümlü ve derin sorunları olan bir ülkede problemlerin çözümünde yapacakları kısıtlı olacaktır.
Üçüncü aşama, sivil toplum kuruluşlarıyla gerçek işbirlikleri oluşturmaktır. SHÇEK yapı olarak bugüne kadar hep içe dönük çalışmalar yapmış ve bunu da bir gelenek olarak benimsemiştir. Birlikte çalışma kavramı, sosyal hizmet uzmanı için finans desteği ve belli zamanlarda çocuklar ve gönüllülerle yapılan kutlamalardır. Bunun dışına çıkan işlemler hemen sansür edilir ve yapılması yasaklanır. Bakan ve Genel Müdür, "sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte çalışılacak" deseler bile alt kurumlarda bunun gerçekleşmediğini bu işin içinde olan herkes bilmektedir. Sadece o kurumun iyi ilişkiler kurduğu, onlara finans ve materyal desteği veren kendi gönüllüleri dışında sivil toplum kuruluşları buralara giremez ve çalışma programı uygulayamaz. Bunun aşılması gerekmektedir.
Ayrıca, uzman derneklerin kendi kurum bakımlarını yürüteceği kuruluşları oluşturması ve bunların denetiminin SHÇEK tarafından yapılması modelini gündeme acil olarak getirmek gerekmektedir. Yönetmelikte bu modelin gerçekten yürütülebileceği şekilde düzenlenmeler yapılmalıdır. Yıllardır özel kurumlara "müdürünü ben atarım, benim elemanım olmak zorunda" yaklaşımıyla pratikte tıkanan bu yolun sadece kamuoyunu kandırmak için değil gerçekten yapılabilmesinin önü açılmalıdır. SHÇEK'in bu samimiyetsiz yaklaşımı istismar ve madde bağımlılığı konularında da kanayan yaradır.
Sivil toplum kuruluşları ayrıca gönüllülerin organizasyonunda temel işlevi yapacak kuruluşlardır. Bu konuda çalışmak isteyenlerin eğitimlerini sağlamak ve onları organize etmek de bugün için çok önemli bir adım olacaktır.
SHÇEK, kadro ve bütçe açısından sürekli şikayetçidir ve bu konuda gerçekten darboğazda olan bir yapıdır. Ancak, başbakan ve bakanlarının komisyonlar kurduğu, diğer dönemlere göre en duyarlı olduğu söylenen bu dönemde bile daha geçen hafta bankalar yasasına eklenen bir madde ile SHÇEK için oluşturulmuş ek gelir son dakikada iptal edilmiştir. Kadro konusunda ise ilahiyat gibi önceliği ve gerekliliği tartışılacak bakanlıklar çok sayıda kadro alırken üniversitelerde olduğu gibi SHÇEK de kadro alamamaktadır.
Bu duruma ek olarak kadrolaşma denilen partizan atamalar her dönemde olduğu gibi bu dönemde de yaygın bir uygulama olarak dikkat çekmektedir. Bunun sonucu olarak birikimli, deneyimli meslek elemanları sürekli tayinlerle bir yerlere gönderilmektedir. Bunların yerine liyakati tartışmalı atamalarla hizmet kalitesi iyice aşağı çekilmektedir.
Normalde 17.000 olması gerekirken SHÇEK'in kadrosu halen 8 bin 500 civarındadır. SHÇEK'in 2000 yılında personel sayısı 9 bin 500 iken günümüzde azaltılmış olması; problemin yaygınlaştığı ve nüfusun arttığı düşünüldüğünde, çözümsüzlük noktasına nasıl gelindiğini açıkça göstermektedir. Buna atama yönetmeliğinin iptaliyle kriterlerin yok olması ve bundan dolayı da sıradan atamaların oluşunu da eklemek gerekmektedir. Ayrıca, taşeron firmalardan hizmet alımı da partizanlığı getirirken aynı şekilde vasıfsız atamalar da Malatya'daki gibi olayların önünü açmaktadır.
Bu saptamalara son olarak, göz önüne alınmayan ve yetkili, yetkisiz kimsenin önemsemediği ama temel olarak yapılması zorunlu ilk şey olan bilgilenmeyi de gündeme getirmek gerekmektedir. Çocuk Hakları Sözleşmesi'ni imzalayalı 15 yıl olmasına rağmen bırakın Sözleşmeyi bilmeyi, sadece duyanların oranının yüzde 10'lara bile ulaşmadığı tespitiyle yapılacakların kısıtlı ve kısa süreli çözümler getireceği aşikardır.
Bu problemleri çözmüş tüm ülkelerde çocuğun hakları konusunda duyarlı vatandaş hareketlerinin belirleyiciliği unutulmamalıdır. Ancak, bugün meslek olarak çocuk haklarıyla en yakın olan tıp ve hukukta bile son sınıf öğrencilerinin bu konudaki bilgilenme düzeylerinin yok denecek düzeyde olduğu görülmektedir. Bu bilinçsizlik aşılamadığında uzun dönemde benzeri problemler hep yaşanacaktır. Bu konuda ilk bilgilenmesi gerekenlerin de yöneticiler olduğu unutulmamalıdır.
Malatya'da yaşananlar şu iki kavramın önemini hepimize tekrar tekrar düşündürmelidir: Birey olabilmek ve şeffaflık.
Çocuk kurumlarında şeffaflık olması, "Acaba istismar yaşanmakta mıdır?" sorusunu sormamamız için ilk koşuldur. Kurumlar özel izinlerle, önceden haberli gidişler değil her zaman uğranabilecek yerler olmalıdırlar. O zaman içimiz rahat olacaktır. Yoksa problem istismar olduğunu ispatlamak değil tam tersine olmadığının bilinmesini sağlamaktır.
Kendimize sorumluluk atfetmek ve "benim de bu konuda yapabileceklerim var" diyebilmek ise birey olmanın ilk koşuludur. Birey olmak, yapabileceğiniz ne varsa yaptıktan sonra yapılamayanların hesabını sorma hakkına sahip olmaktır. (OP/TK)