Pandemi sürecinde sağlık emekçilerinin yoğun bir şekilde çalıştığı herkes tarafından kabul edilen, takdir edilen bir durum; ancak hakikati anlatmak da bizim görevimiz.
Pandemi sürecinde iktidar tarafından dahi alkışlarla karşılansak da bunun hakiki bir takdir olmadığını gördük ve bizlere karşı görevini yerine getirmeyen bir iktidarla karşı karşıya kaldık.
Sağlık emekçileri pandemi süreci boyunca -ve hâlâ da- sağlık hizmetlerinin bütünlüğü çerçevesinde hareket ettiler. Ancak bazıları elbette daha çok etkilendi.
En mağdurlar
Toplum daha çok hekimler üzerinden Covid ölümlerini ve beraberinde gelen sorunları görse de sağlık hizmetlerinde en çok mağdur edilenler özellikle hemşireler, asistan hekimler ve 4D’li sağlık emekçileri oldu.
Not: 4D'liler süreli iş sözleşmeleriyle çalıştırılan sağlık işçileridir. A, B ve C fıkralarında belirtilenlerin dışında kalırlar. Mevzuatı gereğince sürekli olan işçi kadrolarından belirsiz bir durumları mevcuttur.
Bu gruplar iktidar tarafından adeta görülmedi. Sağlık emekçilerine, başta hekimler olmak üzere, kısmi ödemeler yapıldı ama bu ödemelerden örneğin 4D’li sağlık emekçileri hiçbir zaman yararlanamadı.
Üniversite hastanelerinde hizmet sunan hiçbir sağlık emekçisine ödenmesi gereken performans ödemeleri yapılmadı. Aile hekimliği birimlerinde çalışan sağlık çalışanları yine hem maddi hem de manevi olarak ihmal edilen gruplar arasında yer aldı.
Sağlık sistemi
SES ve diğer sağlık meslek örgütleri olarak pandeminin başından itibaren söylediğimiz şuydu: Sağlık emekçilerinin ekipmanları eksikti, yetersizdi, çalışma ortamları böyle bir salgına zaten asla hazır değildi.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının yıllardır yürütmeye çalıştığı sağlıkta dönüşüm ve kârlılık üzerine kurulan sistem, pandemiyle birlikte iyiden iyiye alarm verdi ve görünür oldu.
Mevcut iktidarın sağlıkta dönüşüm adı altında yürüttüğü politikalar, salgınla birlikte yıkıcı bir şekilde kendini gösterdi. Başından itibaren koruyucu sağlık hizmetini ortadan kaldıran, maddi kaynaklardan başka bir şey gözetmeyen bir sistemdi çünkü bu.
Bugün geldiğimiz noktada, özellikle sağlık meslek örgütleri olarak, ekseriyetle uyardığımız iktidara karşı haklılığımız ortaya çıktı. Bu durum kimseyi mutlu etmiyor elbette.
Aksine, üzüntü verici. Sağlık meslek örgütlerinin söylediklerine kulak verilseydi bugün bu kadar sağlık emekçisini asla kaybetmeyecektik.
Uyarılarımız
Pandemiyi böyle karşılayan iktidar, haliyle pandemi sürecinde de yalpaladı ve sonuçların her geçen gün daha kötüye gitmesine neden oldu. Pandeminin başından itibaren bilim insanlarının, sağlık meslek örgütlerinin önerilerini ve dünyanın diğer ülkelerinde verilen mücadeleleri hiçe sayarak kendi bildiğini okudu.
Topluma başından itibaren geç ve eksik bilgiler verildi. Alınabilecek çok basit önlemler vardı. Örneğin sağlık hizmeti almaya gelen Covid-19’lu hasta ile başka hastalıklarla hastaneye başvuran hastanın birbirlerinden ayrı tedavi edilme sürecinin düzenlenmesi gibi.
Covid’in bulaş oranını azaltabilirlerdi. Etkili taramalarla, yaygın testlerle, temaslı takipleriyle bu zinciri kırabilirlerdi. Bunlar çok basit önlemlerdi.
Ancak hastalık belirli bir seviyede topluma yayıldıktan sonra bazı adımlar atıldı, ki yine bunların halk sağlığını gözeterek atılan adımlar olduğunu söylemek güç.
Toplum
Tüm bu eksiklikler yaşanırken gördüğümüz bir başka tablo, toplumu suçlayan anlayıştı. Hükümetin meydana getirdiği sorunlar, yine halkın omuzlarına yüklenmek istendi.
Bu süreçte hastalık basite indirgendi ve toplum hastalığın önemi konusunda yeterince bilgilendirilmedi. Haliyle hastalığı kabullenmekte toplum da zorlandı. Oysa dünyayı kasıp kavuran bir virüsten bahsediyoruz. Covid-19’un ne denli yıkıcı etkileri olduğu topluma düzgün bir şekilde aktarılmadı.
Meslek örgütleri olarak topluma hastalığın önemini anlatmayı kendimize görev edindik ve başından itibaren düşünce ve önerilerimizi her platformda dile getirdik. Bu sürecin doğru yönetilmesi konusundaki fikirlerimizi hem eylem ve etkinliklerimizle hem de yazılı olarak ifade etmeye çalıştık.
Hastane önlerinde, Sağlık Bakanlığı’nın önünde açıklamalar yaptık. Sağlık Bakanlığı önerilerimizi dinlemeyi dahi kabul etmedi. Bizler bu aşamada Sağlık Bakanlığı’nın duyarsızlığını, insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak görüyoruz.
SES’e yönelik baskılar
Pandemi sürecine baktığımızda hükümetin söylediklerini değil, başta Türk Tabipleri Birliği (TTB) olmak üzere sağlık meslek örgütlerini dinledi toplum. İnsanlar bu açıklamalara göre kendini koruma yöntemleri düzenledi.
Evet, toplumu biraz daha bilgilendirmeye çalışabilirdik; ama çok sık engellemeyle karşılaştık. SES olarak her adımımızda karşımızda kolluk kuvvetlerini bulduk. Pandemi sürerken gözaltı süreçleri yaşadık. Darp ve şiddete maruz kaldık.
Palyatif çözümler
Pandemiyle mücadele konusunda personel eksikliğini dile getirdik. Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile ihraç edilen sağlık emekçilerinin göreve iadelerini istedik.
20-25 yıldır sağlık hizmeti üreten sağlık emekçilerinin deneyimlerinin değerlendirilmesi gerekiyordu. Personel yetersizliğinden dolayı sağlık emekçileri günlerce eve gidemediler, 36 saate varan nöbetler tuttular.
Bu zorlu mücadeleyi gördükçe hakkında hiçbir yasal engel olmayan ihraç sağlık emekçileri görevlerine iade edilmelidir dedik. Diğer yandan 100 bin sağlık emekçisinin işsiz olduğunu biliyoruz.
Bu insanların derhal göreve başlatılması gerekiyordu. Hükümet bunu da yapmadı. Başlangıçta 10 bin sağlıkçıyı göreve başlattı, sonrasında 20 bin. Yani yine palyatif çözümlerle sorunu çözmeye çalıştı.
AKP iktidarı 15 Temmuz 2016’dan sonra devreye soktuğu KHK sürecini şimdi de böyle yönetiyor. Birçok sağlık emekçisi güvenlik soruşturmasından dolayı işe başlayamıyor.
İşe başlayan sağlık emekçileri de Sağlık Bakanlığı’nın oluşturduğu komisyonla, KHK’ler yerine geçen 375. Kararnamenin 35. maddesine dayanarak işlerinden ediliyor.
Özetle iktidar, bazı sağlık emekçilerine neredeyse savaş açarak akla ziyan uygulamalarla pandemiyle mücadele etti.
İlliyet bağı
Sağlık meslek örgütlerinin baskıları ve kayıp yakınlarının mücadeleleri sonucunda Sağlık Bakanlığı sözde bir genelge yayımladı. Genelgeye göre Covid-19’u meslek hastalığı olarak kabul ediyor; ancak bunu illiyet bağını gözeterek yapıyordu. Sağlık emekçilerinin hastalığı nereden kaptığınının izahını istiyorlardı.
Sağlık emekçilerinin özenle yürüttükleri sağlık hizmetleri çerçevesinde illiyet bağını aramak akla ziyan bir uygulamadır. Özellikle pandeminin başlarında kaybettiğimiz sağlık çalışanlarının başka birinden, başka yerden virüsü kapma imkânları yoktu. Çoğu evine gitmedi, gidemedi.
Soruyoruz!Ailesini aylarca göremeyen sağlık emekçileri oldu. Evine gidenler ailesi ve yakınlarıyla temastan kaçındı, kendilerini izole etti. Başka bir yerde kalma imkânları olmadı, konaklama yardımı da yapılmadı çünkü sağlık emekçilerine. Hükümet göstermelik bir şekilde, birkaç yerde konaklama imkânı sağladığını söyledi. Burada devreye yine toplumun duyarlı insanları ve kesimleri girdi. Bazı otel ve işletmelerle iş insanları bu hizmeti sağladı sağlık emekçilerine. Belediye başkanları girdi yine devreye. Peki şimdi soruyoruz, neredeyse her gün hastanede olan sağlık emekçilerinin, Covid-19’u sağlık hizmeti uygulaması esnasında kaptıklarını belgelerle kanıtlamalarını istemek kadar uygunsuz bir talep olabilir mi? |
(HY/YY/APK/YK)
Covid-19 nedeniyle hayatını kaybeden
sağlıkçıların yakınları anlatıyor
YAŞAYAMAZLAR MIYDI?
Video-Söyleşiler: Tuğçe Yılmaz
Soruyoruz; sağlıkçı Covid-19'u hastanede kaptığını nasıl belgeler?/ Hüsnü Yıldırım
Pandemide çalışma yaşamı için “Unutulanlar”/ Onur Hamzaoğlu
TTB Başkanı Prof. Dr. Korur-Fincancı yanıtlıyor: Yaşayamazlar mıydı?
Hakkâri’nin Mehmet Dayısı: Sağlık çalışanı Mehmet Mollamahmutoğlu
Hatay'ı yasa boğan kayıp Dr. Adnan Ezelsoy
Emektar eczacı Taki Türkyılmaz
Çocukların amcası: Dr. Nebil Emir
Bir Göç Hikâyesi: Dr. Mohammad Şamaa
Hematolojide deha: Melih Aktan
Nazilli’nin Profesörü: Esat Ülkü
Dilek Tahtalı 33 yaşında gitti, Köpük ondan armağan
Hocaların Hocası: Cemil Taşçıoğlu