"Amerika Birleşik Devletleri (ABD) bugün globalleşen emperyalizmin temelidir, ve bu egemenlik biçimine karşı mücadele globalleşmek zorundadır" (Fidel Castro)
İlerici güçlerin bütünlüğü ve özellikle komünist partiler, o tarihsel sürecin tartışmasız kazanımlarını ve toplumsal yeniden düzenlemenin fikirlerini inkâr eden ağır bir anti-sosyalist kampanyanın hedefi oldular. Büyük bir coşkuyla ideolojilerin, sosyal sınıfların ve onların mücadelelerinin sonu hatta tarihin sonu ilan edildi. Bu korkunç baskı altında bazı partiler programlarından vazgeçtiler, isimlerini değiştirdiler, Marksizm'den el çektiler ve onlara bolluk içindeki tüketim toplumunun tatlı boyunduruğunu vaat eden yeni ebedi ve değişmez düzene uyma yoluna başvurdular.
"Mücadeleyi sürdürmeliyiz"
Kendi duruşlarını sıkı bir şekilde koruyanlar, anti-komünist dalganın sonuçları altında acı çektiler, ülkelerindeki çeşitli sosyal tabakalar içerisinde etkilerini yitirdiler ve uluslararası düzlemde dayanacak ve birlikte çalışabilecekleri güçler bulamadılar. Bir çok devrimci arasında cesaretsizlik gelişti, ve bu partiler içerisinde bir çoklarında ayrılmalara, komünist hareketin parçalara ayrılmasına ve yok olmasına yol açan uzun tartışmalar yapıldı. Geçen on yıldan bu yana egemenlerin metotlarına ve Doğu Avrupa ülkelerinin stiline yönelik oldukça eleştirel, SSCB liderlerinin geleneksel çabalarına karşı isyan eden, evrensel bir merkezden hareketle kendi konseptlerini diğer politik partilere ve hareketlere dayatan ve bunları kendi devletsel önceliklerine bağlayan hareketlerin oluştuğuna göz yumamayız.
Bugün neo-liberal strateji karakterinin kitlelere günlük olarak tanıtılması için, her zamankinden daha fazla büyük bir fikir mücadelesi sürdürmeliyiz. Komünist partilerden bir grubun, Montevideo, Uruguay'da olan toplantılarının basın açıklamalarında deniyor ki: ''Halklarımızın bir parçası olarak biz komünistler, toplumsal adaletli özgürlük ve demokrasi bayrağını istiyoruz; bu, bugün sınıf düşmanı tarafından kötü biçimde tecavüz edilen insan haklarının kendi bütünlüğü içerisinde geçerli kılınması demektir.''
Batı Avrupa ülkelerinin çoğunluğunda bu dönemde, programlarıyla önemli reformlar düşünen, sol koalisyonların iktidara geldikleri, gelişen halk yığınlarının hoşnutsuzluklarını Büyük Britanya'da Margaret Thatcher, Almanya'da Helmut Kohl benzeri neo-liberal politikalara göre kanalize ettikleri anlamlı bir gerçektir. İtalya'da Ulivo, Fransa'da çoğulcu sol veya Almanya'da Schröder'in SPD'si gibi politik oluşumlar, yönetimi geleneksel sağdan alan koalisyon tarafından yönlendirilen aynı veya benzer gidişatı, sosyal refah devletinin çözülüşünü üstlendiler. Bu koalisyonlarda bazı komünist örgütlenmelerin yer alması, sürekli sosyal demokrasi yedek halatı durumunda, bu hükümetlerin başka bir yönelime girmelerini çok az etkiledi.
Seatle, Porto Alegre, Cenova
Uluslarüstü şirketlerin ve burjuva hükümetlerin ekonomik ve sosyal politikasının egemenliğinin sapık sonuçlarına yanıt olarak, dünyada neo-liberal globalleşmeye karşı direnişin halk hareketi gelişti. Başlangıçta Seattle'de ani bir sokak gösterisi olarak gözüken, yavaş yavaş değişti, etkileri arttı ve örgüt haline geldi. Prag, Davos, Monreal ve Cenova, Porto Alegre'de kararlaştırılan eylem projesinin kısa bir süredeki kilometre taşları oldular. Partili sistemin kenarında oluşan bu hareket, ekonomik, sosyal ve politik değişim zorunluluğu fikrinin ortak paydası oldu. Şimdi ve 11 eylül 2001'deki terörist saldırıların canlı ve doğrudan yayınlanan görüntüleri tarafından doğan büyük sarsıntının kullanılmasıyla, ABD mevcut teröre karşı mücadele adı altında, devrimci ve ilerici güçlere karşı dünya çapında baskı yapmak için kullanılan, kendi himayesinde geniş bir uluslararası koalisyon oluşturmayı başardı. Avrupa'da en gerici güçler, faşist ideolojinin mirasçıları, önemli seçim başarıları sağladılar. Bu, diğer etmenler yanında, sosyal demokratlar tarafından uygulanan aynı neo-lieberal reçetelerin, iktidara gelirken verilen fakat yerine getirilmeyen vaatlerin ve 11 eylül 2001'deki olaylardan sonra başkan Bush yönetimindeki hükümetin kızıştırdığı savaş psikolojisinin sonucudur. ABD'nin önderlik rolü tartışmasızdır; savaş manevralarına karşı bir halk muhalefetinin geliştiği doğrudur, fakat şimdiye kadar hükümetlerin çoğunluğu ABD politikasını destekliyor. Kendisi tarafından canlandırılan ve engellenemeyen silahlanma yarışı ile onun temel bir parçası olan Savunma Roketleri Projesi, terör yoluyla ABD'nin hakim olduğu açık bir askeri üstünlüğü hedefliyor. Hepimiz biliyoruz ki, mevcut koşullarda bu milyarlık proje ulusal savunma çıkarlarını takip etmiyor ve belirtilen terörist tehdit ile alakası ise daha azdır.
Neo-liberal globalleşme modelini savunma ve kapitalist yoğunlaşmanın yıkıcı karakterini inkâr etmede burjuva ideologları gittikçe zorlanıyorlar. Bu yüzden onlar kapitalist sistemin reform alternatiflerini önerdiler. Pazar içerisinde bir mantık bulabileceklerini iddia ediyorlar, fakat ikinci dünya savaşı sonrası Avrupa toplumu örneğinde kapitalistler ile sendikalar arasında sosyal ittifaka veya Bandung-Model denilene götürmüş, Afrika ve Asya'nın eski kolonilerinde uygulanmış ve Latin Amerika'daki gelişim modelindeki devletçe düzenlenen önlemlere yeniden dönüyorlar. Bu neo-keynesçi Teori, daha önce ulusal pazarlar için uygulanmış ve neo-liberal yeniden düzenlemelerle yıkılmış aynı kuralları dünya çapında uygulamayı hedefliyor. Post-kapitalist toplumu propaganda eden aynı yönde bir çok teori var. Reforme edilmiş burjuvazi toplumun genel refahını emniyete alan kurallara bağlanmayı kabul edecek.
"Kapitalizmin reformu imkansız"
Kapitalizmin reforme edilebileceği ve onu devam eden insanlık gelişimine uydurulabileceği hayali mevcut koşullar altında gerçekleştirilemez ve teknoloji ve bilimdeki fırtınalı değişimler ile post-endüstriyel toplumdaki sınıf yapısındaki uygun değişimlerin ekonomik, ekolojik ve sosyal bakımdan kapitalizmin uygulanabilir olmadığı gerçeğini değiştirmediğini belirtmek gerekiyor; aksini düşünmek tarihsel perspektif içinde yersiz bir yanılgıdır. Tam tersine doğaya karşı haydutça karakteri ve insanlığın gelişimi için engel teşkil eden niteliği daha da keskinleşti; bununla ortaya çıkan ulusal devletlerin beceriksizliğindeki, büyük uluslarüstü işletmelerin etkisini düzenlemekteki zorluklar. Kapitalist sistemin temel niteliğinin kendisi bu reformlar önünde temel engeldir. Sistem kendisini evrimsel olarak geliştirmeye devam edecek ve ne kadar süreceğini önceden kestirmek rizikoludur, fakat aldığı çok farklı ve çelişkili biçimlerden hareketle nihai amaç sürekli en daha az masrafla daha fazla kâr elde etmektir.
Bu anlamda 1998 yazında şunları söyleyen yoldaş Fidel'den alıntı almama müsaade ediniz: ''Mevcut yol ile dünyanın kurtulması mümkün değildir. Bana göre (bu yolla, ç.n.) cinsin en ufak yaşama şansı yoktur; aynı şekilde globalleşmenin ve yaratılan yeni düzenin yaşama imkânı da yoktur, çünkü yığınlar patlayacak. Bundan dolayı fikirler düzleminde büyük bir çatışmanın yürütüleceğine inanıyoruz, her şey globalleşiyorsa çözümler de globalleşecektir''.
Ya sosyalizm ya barbarlık
Globalleşen neo-liberal kapitalizm için gerçek ve geçerli bir alternatif var mı?
Sadece son derece küçük bir azınlığın çıkarları gereği sınırsız açlık getiren, bizi çevrenin tahribine ve kendi insan cinsimizin kaybolmasına götüren çılgın ve dizginsiz yarış nasıl durdurulur?
İnsan cinsi çaresizlik, hastalık, açlık, eğitimsizlik ve savaşlardan korkusuz bir dünyada yaşayabilecek mi?
Yüzyıldan daha önce Rosa Luxemburg'un 19.yüzyıl sonundaki oportünizme karşı ''Reform veya Devrim'' kitabında yazdığı aynı şey, bugün 21.yüzyılın başlangıcında devrimci güçlerin önünde durmaktadır. O'nun ''Sosyalizm veya Barbarlık'' cümlesi insanlık alternatifidir.
''Burjuvazi üretim araçlarını, üretim ilişkilerini, yani bütün toplumsal ilişkilerini devrimcileştirmeden varlığını devam ettiremez. Buna karşılık eski üretim biçiminin değiştirilmeden korunması tüm sanayileşme öncesi sınıfların ilk yaşam şartıydı. Üretimin devam eden yenilenmesi, tüm toplumsal durumların aralıksız sarsıntısı, sürekli emniyetsizlik ve hareket burjuva dönemini tüm diğer öncekilerden ayırır'' Karl Marx: Komünist Parti Manifestosu
''Kapitalizm başından beri sürekli globalleşmişti (dünyalaşma), ve genişlemesiyle devamlı zenginliğin kutuplaşmasını yarattı. Sanayi devrimi zamanında değişik dünya bölgeleri arasındaki orta üretim seviyesi fark ilişkisi 1:2'yi aşmamışsa, bugün iki yüzyıl sonra bu ilişki 1:60''dir (Samir Amin, Alternativas Sud, Bant VII.2001)
* Çeviren: Sadık Kolusarı
* Vurgular ve ara başlıklar Bianet'e aittir.