Vecdi Çıracıoğlu, İletişim Yayınları’ndan çıkan Son Voli, Serserilik Zor Zanaat adlı yeni kitabında, şiir yazmaya çalışan bir mühendis adayı, ekmeğini denizden çıkaran Reis ve diğer deniz insanlarının yoğunlaşan dostluklarını anlatıyor.
Doğayı bilen, tanıyan insanla şehrin uygar dünyasıyla sınırlı, doğadan uzak kalan insanın deneyimleri arasındaki karşıtlık, Reis’le Mühendis arasında kendini gösteriyor. Biri balıkları, diğeri sözcükleri yakalıyor.
Bu sözcükler; balıkçının işi ve nesnesi olan balıklar, deniz, hava durumu, kayık, küreklerle birlikte çevrelerini sararken şairin zihnine yansıyor, coşku veriyor. Şair de zihnine bir ağ atıp sözcükler yakalıyor. Aralarında bu paralellik, ilişkilerini ve davranışlarını uyumlu kılıyor, çünkü Reis de tayfasına denizin dilini, huyunu, suyunu, sükunetini, fırtınalarını, deneyimlerinden edindiği somut bilgilerini çarpıcı sözlerle anlatıyor.
Tayfanın bilgisi entelektüel bilgilerle sınırlıyken, Reis’in bilgisi denize, balıkçılığa dair her şeyi kapsar. Bilgili olan Bilge Serseri, Reis’tir. Yaşamı sürdürmek için gerekli bilgi deneyden, deneyimden gelir ve soyut bilgiye -söz konusu hayat mücadelesiyse- üstün gelir ve genç tayfa, “Hayat kitaplarda yazıldığı kadar basit değilmiş” sonucuna varır.
Yazarın Reis’e söylettiği sözler, şanlı Odiseya’nın destansı denizi ve denizdeki serüvenlerini hatırlatan, deniz insanlarının “hayat felsefesi”dir:
“Küreğe geçtin mi tasalarını unutmalısın, kendini bularak neşeni yerine getirip ritmini bulmalısın denizin ve dalgasının. Küreklerin batıp çıkacağı ânı bil ve kayığın burnunu pürüzsüz bir çizgi yap ki Delisu’yu bir tüccar makasının ipek atlası yardığı gibi yar, geç git…”
“Velhasıl kelâm, sandalınla giderken onun üzerinde, dünyayı yanından geçir…”
“Ver bana şimdi sevdalı bir çift kürek, gör bak nasıl gidiyorum onun suyunda…”
Reis'in bu bilgece sözleri, denizle hiç ilgisi olmayanlarda bile heves yaratıp denizde kürek çekerek balık tutma isteği yaratıyor. Ancak deniz güvenilmezdir: “E, denizle kıyıda da dalga geçilmez.” Bu söz, insanın denizin gücü karşısındaki kabullenmişliğini ve onu doğanın üstün gücü bilip, ona itaatini anlatıyor.
Yazar bize bir görünen, bir kaybolan karakterler de tanıtıyor. Sessiz ve yalnız bu kişiler, hareketli atmosferi renklendiriyor. Çok paltolu, lahana gibi giyinmiş halde sokakta dolaşan bir meczup, filmlerde yan rollerde oynayan bir "monşer", "şoparlar", eski Türk filmlerinden tanıdık Şoför Nebahat tiplemesi karşımıza çıkıp kendilerini dikkatle dinletiyorlar.
Alıştığımız rutin davranış biçiminin dışında çıkmış davranışlarını, yolcularla diyaloglarını gülümseyerek, ilgiyle okuyoruz. Mavişim’in ülkenin en ünlü sanayicisine kafa tutuşuyla, merakla izlediğimiz diyaloglarıyla kapitalist sisteme incelikli bir eleştiri yapılıyor. Hayatın içinde bizlerle yer alan, bizlerle aynı kaderi paylaşan hayvanlar da var: Karşı kıyıya bırakılıp terk edilen köpeğin üzüntüsü ve kendini açlığa mahkûm etmesi, Monşer’in öldükten sonra kendi kaderlerine bırakılan kedilere “gözlerindeki endişeyle akıbetlerinin meçhullüğüne bakması” bizi derinden etkiliyor.
Çıracıoğlu, Son Voli adlı deniz edebiyatı yazınında, edebiyat okurlarının son yıllarda pek bulamadığı iyi bir eserdeki güzel duyguları çokça veriyor. Dolayısıyla çoğu okurun tanımadığı, tanımayı merak etmediği balıkçıların gözünden görebilmeyi, hissedip düşünmeyi mümkün kılan, denizin ruhundan süzülüp gelen sözcüklerle anlatıyor, okuyucu olarak denizle bir bağ kurmamız için bize yön gösteriyor. Diğer eserlerinde olmasına alıştığımız sözcüklerin büyüsüyle nesnelere bambaşka bir görünüm veriyor, onların göremediğimiz yanlarını zihnimize işliyor; değişik duygularla bizde nesnelere, doğadaki varlıklara karşı farklı bir ilginin uyanmasını sağlıyor: “Akasyalar aralarında konuşuyor, arada tek kalmış servi onları dinliyordu.”, “Ay, bütün parlaklığıyla ortaya çıkmış, gümüş telleriyle ortamı aydınlatıyordu.”, “Hava tül kadar hafif, çocuk yüzü kadar berraktı.” gibi çarpıcı benzetmelerle, yabancılaştığımız gökyüzü ve doğanın varlıkları, alıştığımız kendileri olmaktan çıkıyor, bize küçük sırlar veren, dünyamıza sırf algımızı genişletmek için gelmişçesine, ruhumuzu denize, doğaya, gökyüzüne dair sözcüklerin dalgalarında dolaştırıyor, dil dağarcığımızı zenginleştiriyor. Rutin yaşantımızda yanından geçip gittiğimiz şeylerin, küçük ayrıntıların bazen unuttuğumuz önemini ve başkalığını hissetmemizi sağlıyor.
Eserin dokusu diyaloglar, betimlemeler, iç seslerle örülmüş. Çıracıoğlu’nun Oltacı adlı bir önceki eserinde suskunluk, iç sorgulamalar hâkimken, bu eserde diyaloglar öne çıkıyor. Mühendis’in Hemsayem dediği kendisi, öteki ben’iyle konuşmalarını, Reis’i, Mavişim’i, Çingene Muharrem’in diyaloglarındaki söz ve ses cümbüşünü ilgiyle dinliyoruz. Çetin, zor koşullara rağmen iyimser bir ton hâkim cümlelere. “Mavi tarla deniz”, “ay çıkıp da gümüş oklarını salmadan önce”, “uçsuz bucaksız parlak sakarcıklar öfkeli ay altında pırıl pırıl yanıp sönerken, gökyüzündeki ustaca yontulmuş milyonlarca pırlanta yıldız ters yüz olmuş, denizin üstünü kaplayarak göz kırpıyordu” gibi hoş, yaratıcı betimlemeler, yaşamın romantizmini görmemizi, ona sözcükler aracılığıyla dokunmazı sağlıyor.
Denizle zor mücadelede yine de ağlara “merhametle” (ki bu merhamet balıkçı ağzında “meramet”tir) davranan balıkçılara av veren, sofralarımızı zenginleştiren denizin nasıl kirlendiğini öğrendiğimizde denize acıyor, doğaya yapılan bu haksızlığa karşı duyarsız kalamıyoruz.
Denize ve onun çevresindeki insanlara dair bu hikayâtlar, çevremizde manyetik bir alan oluşturarak bizi rutin günlük yaşantımızdan alıyor, bizi bu hayat mücadelesi atmosferinin içine çekiyor ve biz de okuyucu olarak bu “meyus, meşum ve mayhoş zamanlar”a katılıyor, tıpkı gökyüzü ve deniz gibi kâh hüzünlü, kâh neşeli, kâh suskunluğa bürünüyoruz. Hikâyenin kişileri gibi, onlarla birlikte doğayla iletişim kuruyoruz.
Mühendis’in “Gündüz güneş, gece ay… Işıklarıyla nasıl bir kulübeyle bir sarayı eşitliyorsa, içindekileri de farklılaştırmaz, aynılaştırır. Herkes aynı denize bakıyorsa eşittir bu hayatta...” sözlerine katılarak, “Ne güzel, kıyı insanlarından bilgilenmek…” diye haklarını teslim edelim. Son Voli, okuyucuya muhteşem denizçekimini tanıtan, okudukça içimizi ferahlatan bir eser. Hikâye karakterleri aracılığıyla “buhurdan deniz”le aramızda yalın ve sevecen bir dostluk kurabiliriz artık, ne de olsa o, muhteşem güzellikteki doğanın yaratıcı, ilham verici unsurlarının en dikkat çekeni…