Son Kadeh, mutsuz evlilik sürdüren bir kadının hayatını, yaşadığı yasak aşkı ve bu aşk ekseninde kendisiyle yüzleşmesini konu alıyor. Metin, baş kadın karakter olan Adrine’nin kocası Mikayel ile evliliği sırasında başka bir adama yazdığı mektuplardan oluşuyor.
Kültürlü, eğitimli ve duyarlı bir kadın olan Adrine seçkin bir aileye mensuptur ve gençliğinde pek çok evlilik teklifini, bu tekliflerin babasının nüfuzundan kaynaklandığını düşünerek geri çevirir.
Bu adayların arasında onu etkileyen tek kişi daha sonra kocası olacak olan Mikayel’dir. Mikayel, kararlı ve istikrarlıdır. Ketum ve dürüsttür. Adrine’nın aşkını hiçbir vakit kazanamayacağını anladığı halde onunla evlenmek için uğraşır. Adrine sonunda Mikayel’in evlilik teklifini kabul eder. Bu razı oluşta, onun karakterine ve samimiyetine duyduğu beğeninin de katkısı büyüktür.
Adrine kocasıyla birlikte geçirdiği yıllar içinde onu, aşkla sevmediğini fark eder. Gene de hayatını değiştirmez. Ta ki bir gün kocasının arkadaşı olan Arşog diye bir adamla tanışana, ona aşık olana kadar…
Adrine’ın Arşog’a duyduğu aşk, bizler için fazlasıyla romantik, Adrine için ise yerini ne başka bir aşkın ne de evlat sevgisinin doldurabileceği, sevgiliyi gördüğünde dünyanın adeta duracağı, zaman ve mekan mefhumundan soyutlanmış bir aşktır. Bu aşk, Adrine’nın “hep yabancı ve yalnız” dediği ruhunun kurtuluşu için biricik yoldur, varoluşu için bir ihtiyaçtır. Evliliğinin kalın duvarlarla çevrelediği hayatı içinde adeta kutsal bir vahadır.
Adrine, bu aşk sırasında toplum kaidelerini önemsemez, bu aşktan dolayı bir an bile pişmanlık duymaz. Aksine bu aşkı hissedebildiği için kendini şanslı ve yüce hisseder. Bu aşk, bir yandan 1910’lu yılların geleneksel Osmanlı toplumuna ve mutsuz evliliğine karşı bir isyan olsa da, o yalnızca aşkıyla ilgilenir. Bunu da şu sözlerle dile getirir:
“...kabul görmüş adetlerden bana ne, edebi metotlardan bana ne? Ben kalbimi ifade etmek istiyorum, saadetimin şarkısını söylemek istiyorum.”
Yesayan bu kutsal aşkı metnin merkezine öyle yerleştirir ki, hikaye Ermeni meselesi için kritik bir dönemde geçtiği ve kendisi de yaşanan acılara bizzat şahit olduğu halde, anlatıda dönemin siyasi atmosferine yer vermez. Yalnızca Adrine’ın sevgilisine yazdığı mektuplardan birinde, bir dönem bir Türk subayına aşık olduğunu, ancak onun daha sonra gittiği bir savaşta öldüğünü öğrendiğini ve bunun onu derinden sarstığını anlatır.
Son Kadeh’in 1916 yılında, artık Türkler ile Ermenilerin tamamen birbirinden uzağa düştüğü bir dönemde yazıldığını düşünürsek, Yesayan’ın metninde yer verdiği bu trajik hikayenin, Türk ve Ermeni halkının birlikte yaşam düşüne dair yazarın bir vedası olduğunu da düşünebiliriz. Gerçi bazen yazarlar gelişi güzel hikayeler anlatırken, kuramcılar bu hikayelere onların maksatlarını aşan anlamlar yükleyebilirler de…
Flaubert, Madam Bovary’i 1857 yılında kaleme alır. Batı edebiyatının kaldırım taşlarından biri olan Madam Bovary’de Flaubert, evliliğinden sıkılıp aşk oyunları oynayarak geleneğe karşı gelen kadına biçtiği hazin sonla yaşadığı toplumun geleneklerini vurgularken, bir yandan yarattığı Bovarizm akımıyla kendinden sonraki edebi eserlere ışık tutar.
Keza özel hayatında toplumsal kaidelere sıkı sıkıya bağlı olan, -kim bilir belki de bilinçaltında genç karısı Sofya tarafından aldatılmanın korkusunu duyan- Tolstoy da benzer bir yazar tercihi kullanarak 1877 yılında yazdığı Anna Karenina’da bu sefer gerçek aşka düşen Anna’nın hazin sonuyla yine geleneğin sınırlarını katı bir şekilde hatırlatır.
Nitekim bizim edebiyatımızda 1899 yılında tefrika edilmeye başlanan Aşk-ı Memnu romanında da, Halid Ziya kocasının yeğeni Behlül’le yasak aşk yaşayan ve bu aşkın sonunda intihar eden Bihter’le kadının toplumun ona biçtiği yazgının dışına çıkamayacağını, yeltendiği takdirde onu kötü bir son beklediğini hikaye eder. Bu üç büyük yazarın romanlarında anlatılan kadın karakterler, onların yaşadıkları çevre ve yasak aşka sürükleniş biçimleri birbirinden farklı olsa da, geleneğe isyan eden kadına dair biçilen son aynıdır, o da ölümdür.
Eğitimini Avrupa’da almış, Batı edebiyatını yakından takip eden Yesayan’ın, mutsuz evliliğin içinde mahpus olan kadını metnine konu alması bakımından seleflerinden etkilenmiş olması mümkündür.
Ancak biz Yesayen’ın metninde, diğer üç yazarın aksine yasak aşkın çok daha başka bir halini görürüz. Her ne kadar bu üç büyük yazar, kadın ruhunun derinliklerini güçlü anlatım teknikleriyle yansıtsalar da, kadınları kimi zaman nesneleştirmekten, kimi zaman erkeğin zihninde yarattığı biçimlerle tasvir etmekten, yargılamaktan ve sonunda geleneğe kurban etmekten geri durmazlar. Ancak Yesayan’ın metni, bu yasak aşkı yaşayan kadının diliyle anlatıldığından, dahası Yaseyan da yaşadığı dönemde kadın hareketine önemli katkılar sağlamış bir kadın entelektüel olduğundan, mutsuz evliliğin içindeki kadın karakter daha gerçekçi bir şekilde yansıtılır. Adrine’nın bu aşk sırasında geçirdiği içsel yolculuk geleneklerden ve yargılardan azade bir bakış açısıyla inşa edilir.
Ne var ki hikayenin sonunda Adrine, geleneğin, aynı zamanda kocasının biçtiği kaderin bir kurbanı olmaktan kurtulamaz. Adrine belki selefleri gibi ölüme mahkum edilmez ama kocasının çocuklarını uzağa götürmesi sebebiyle sevgilisi yerine ailesini seçmek, mutsuz evliliğine geri dönmek, yeniden geleneğin sınırları içinde kalmak zorunda bırakılır.
Çizgisel bir anlatıya itibar edilmeyerek ve geniş zaman içinden rastgele çeşitli zaman dilimlerinde geçen olaylara yer verilerek, dönemi için pek alışılmadık bir teknikle yazılmış Son Kadeh Yesayan’ın en iyi eserlerinden biridir.
Bugün her ne kadar fikir ve edebiyat tarihimiz, bu topraklarda yaşamış gayrimüslim entelektüellerin izlerinden bağımsız bir şekilde ele alınıyorsa da, Yeseyan, gerek edebiyatındaki ustalığıyla, gerek entelektüel kişiliğiyle üzerine daha çok inceleme yapılması daha yakından incelenmesi gereken bir aydındır. (MK/EKN)
* Son Kadeh, Zabel Yesayan, Aras Yayıncılık, Çev: Mehmet Fatih Uslu, 2018