Yüzyılın maden faciası Soma ile ilgili olarak birçok gerçek yazıldı, söylendi. Uzun yıllar daha yazılmaya devam edecek. Çünkü Soma sadece bir maden katliamı değildi. Uygulanan kömür politikalarının ve özelleştirmelerin doğal bir sonucuydu. Bu olayı yaratan nedenler devam ettikçe de ne yazık ki son olmayacak!
Yüz yıla yakındır üretim yapılan ve bütün jeolojik ve yapısal özellikleri bilinen Soma linyit havzasında böyle bir olayın olmasının arkasında yatan nedenlere geçmeden önce, bianet’te de duyurulan; TMMOB ve TTB’nin “Soma maden faciası ve inceleme raporu”ndan birkaç çarpıcı noktayı, (teknik bir yazı olmadığı için, planlama ve işletme yöntemleri konularına girmeden), özetleyerek tekrar belirtmekte fayda var:
- Maden ocağında karbon monoksit tehlike sınırı olan 50 ppm’in, olaydan birkaç ay öncesinden başlayarak çok kez aşılması, sensör verilerinde bulunmasına rağmen dikkate alınmamıştır. Olay günü ise 500 ppm’i aşmıştır (sensörler bile en fazla 500 ppm’e kadar gösterebiliyor). Değerler 50 ppm olunca, ocağın kesinlikle tahliye edilmesi gerekir. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı tarafından hazırlanan olayla ilgili raporda da ölümlerin ani ve çok yüksek dozda karbon monoksit sonucu zehirlenme olduğu tespit edilmiştir.
- Yangına müsait kömür damarları içeren ocakta, havalandırma kriterleri çok önemli olmasına karşın, buradaki yanlış uygulamalar yangını büyütmüş ve ölümleri arttırmıştır.
- İşletme esnasında max.20C ̊ olması gereken ocak sıcaklığı, Soma-Eynez kömürlerinin içten yanma özelliğine bağlı olarak, görülemeyen iç yangın nedeniyle uzun zamandır artmış, olay günü 45C˚dereceye ulaşmıştır.
- Ocakta çalışan işçilerde CO zehirlenmelerinin uzun zamandır başladığı, buna rağmen her gün onlarca işçiye baş ağrısı ilacı verilip gönderildiği saptanmıştır.
- En önemli konulardan birisi olan ve madencilikte özel eğitimli tahlisiye ekiplerince yapılması gereken kurtarma çalışmalarında ise tam bir karmaşa yaşanmıştır. Yetkisiz birçok kişi ve kurum öncelikle ocağa girmiş, bu konuda eğitimli uzmanlardan oluşan TTK tahlisiye ekibi, bu karmaşa nedeniyle ancak 15 saat sonra çalışmaya başlayabilmiştir.
- Ruhsatı TKİ’nin olan kömür sahasının, 2006 yılında hizmet alım sözleşmesi ile verildiği Park Teknik AŞ tarafından; “ üretim çalışmaları sırasında oluşan yangınlardan dolayı üretim yapılamaması ve sahada daha önce çalışılan bölgelerde taraflarca tahmin edilmesi bile mümkün olmayan büyük miktarlardaki su birikimlerinin üretim çalışmalarına büyük engel teşkil ettiği, ileride telafisi mümkün olmayacak problemlerle karşılaşılacağı anlaşılan bu durumda..” gerekçeleriyle sözleşme devri talep edilmiş ve 2009 yılında Soma Kömür AŞ’ye devredilmiştir. Park Teknik AŞ tarafından, yılda max. 1.5 milyon ton üretim yapılabileceği rapor edilen sahada üretim; zorlama yapılarak, aynı altyapı ile, sadece işçi sayısını arttırarak 2012 yılında 3.8 milyon ton düzeyine çıkartılmıştır. Üstelik çoğu maden deneyimine sahip olmayan emekçilerle.
Sadece bu söylenenler bile Soma-Eynez Ocağı özelinde katliamın oluşma nedenlerini açıklamaktadır. Bütün veriler değerlendirildiğinde, facianın önceden öngörülebileceği ve önlenebileceği anlaşılmaktadır. TTB’den Arif Müezzinoğlu’nun benzetmesiyle tam bir “Kırmızı Pazartesi”dir. Soma Raporu’na büyük emek veren ve kamuoyuna bilgilendirmelerde bulunan TMMOB yöneticisi Maden Mühendisi dostum Mehmet Torun’ un dediği gibi ‘organize bir cinayettir!’
Peki bütün bu gerçekler bize neyi anlatıyor. Soma’da yitirdiğimiz 301 maden emekçisinin ölümü kader değildir. Facianın boyutlarının büyüklüğü; madencilik sektöründeki acımasız ve insan yaşamını hiçe sayan bilime aykırı üretim yöntemlerini acı bir sonuçla da olsa kamuoyunun önüne koyması bağlamında bir milattır. Ama sonrasında ülkenin irili ufaklı maden ocaklarında her gün haber bile olmayan iş cinayetleri devam ediyor. Maden sektöründeki ölümler, inşaat sektörü ile yarış eder durumda. Alınması gereken önlemler, yapılması gereken yasal düzenlemeler, sermaye grupları tarafından engelleniyor, öteleniyor. Maden Yasası; bilimsel gerçekleri, işçi sağlığı ve iş güvenliğini de önceleyecek yaklaşımlarla yeniden ele alınmıyor. Sendikalaşmanın önündeki, İLO standartlarıyla çelişen engellemeler sürdürülüyor. İşçileri köleleştiren taşeron sistemi devam ediyor. Kapitalizmin, daha az yatırımla daha fazla kar elde etme anlayışı sürdükçe, ölümlerin artarak sürmesi de kaçınılmaz oluyor!
Bu arada Ülkemizin kömür politikalarına da ayrı bir başlık açmak gerekiyor.
Dünya, Paris İklim Sözleşmesi ile küresel sıcaklık artışını 2c̊’nin altında tutabilmek için fosil yakıtlardan vazgeçerken, Türkiye de bu sözleşmeyi geçen yıl imzalamışken ve 2020 den itibaren bu konudaki denetimlerin başlaması karar altına alınmışken, Türkiye’de kömür aramaları hızlandırılıyor. Yetmişin üzerinde yeni termik santral yapım ya da planlanma aşamasında. Bunların çoğu kömüre dayalı.
Enerji Bakanlığı verilerine göre; birincil enerji üretiminde, yerli kömürün yüzde 31.5 olan payı, yüzde 52 oranında arttırılarak, 14 bin 82 MW ye yükseltilecek. 9 bin 245 MW kurulu güçteki yerli kömüre dayalı termik santraller ile 6 bin 409 MW güçteki ithal kömüre dayalı santrallere, üretim lisansı ve ön lisans almış 13 adet kömüre dayalı yeni termik santral eklenecek.
Yapılacak yeni santrallere haklılık kazandırabilmek için; ülkemizde zengin linyit yataklarının olduğu; kalorifik değerleri bağlamında sadece termik santrallerde kullanıma uygun olduğu; bu yer altı zenginliklerinin ekonomiye kazandırılması gerekliliği sürekli gündemde tutuluyor. Uzun yıllardır 8.5 milyar ton düzeyinde seyreden Türkiye linyit rezervlerinin, daha önce de bilinen ama ekonomikliği tartışmalı sahalarda kömür aramalarının hızlandırılmasıyla, 2009 yılında 9.6 milyar tona, şimdilerde ise 14.2 milyar tona( görünür rezerv= ekonomikliği olan ve boyutları belirlenmiş) çıkartıldığı resmi kaynaklarda açıklanıyor. Bu rezervlerin muhtemel rezerv bağlamında 16 milyar olabileceği de kaynaklarda yer alıyor. Özellikle Afşin-Elbistan, Konya-Karapınar, Afyon-Dinar ve Eskişehir- Alpu’da sürdürülen aramalar, bu rezerv artışlarını sağlamış durumda.
Fakat bu rezerv artışlarında kullanılan kriterler, uluslararası kriterlerle tam uyum sağlamamaktadır. Kömür ve diğer maden rezervlerinin, uluslararası borsalarda geçerli olabilmesi, uzun zamandır bazı kriterlere bağlanmış durumda. Geçmişte bazı ülkelerde yaşanan skandallar, bu konularda bazı standart ve sıkı kuralları gündeme getirmiştir. Bu konuda uluslararası komite olan CRIRSCO (Combined Reserves İnternational Reporting Standarts Committe)nun kabul ettiği raporlama kriterleri ve asgari standartlar belirleyicidir. Madencilik mevzuatımız ise henüz uluslar arası standartlara uyumlu değildir. Bu bağlamda; ilan edilen bu linyit rezervlerinin, uluslararası alanda henüz bir geçerliliği yoktur. Ama ülkemiz, termik santrallere uygun kömür potansiyeli açısından, alelacele birilerinin gözüne sokulmaya çalışılıyor! Pazara sürülüyor!
Uygulanan ve hedeflenen politikalar göz önüne alındığında, bırakın Soma gibi katliamların engellenebilmesini, tüm yaşam alanlarımızın olumsuz etkileneceği süreçlere doğru yol aldığımız acı bir gerçek. Ülkemiz bir termik santral cehennemine dönüştürülmek, geleceğimiz kömür karasına bulanmak isteniyor! Örneğin Aliağa’da dört termik santral daha yapılmak isteniyor. 15 Mayıs 2016’da Aliağa’dan yükselen çığlığın duyulması kadar, sahiplenilmesi de son derece önemli. Henüz her şey bitmemişken!..
Nazım Usta’dan: Toprak doyurası gözleri doymuyor |
(Şİ/HK)