Osman Kavala’nın gözaltına alınmasıyla birlikte karalama kampanyası başladı. Kavala’nın yaptığı her işi sıralıyorlar.
Yapılan işler Türkiye’nin meselelerine “müdahale etmek için sivil toplum düzeyinde katkı sağlamak”. Ama şimdi bunları suç gibi göstermek isteyenler var.
1990’lardan beri Türkiye’de bir sivil toplum hareketliliği gelişti. Bu sivil toplum tanımının birinci cümlesi, yurttaşın, bireyin, siyasi partilerin sınırları dışında bir alanda siyasete katılmasıdır. Partilerin devletlerin katı çizilmiş çizgilerinin ötesinde bir alanda, tabandaki insanları çeşitli meselelere çözüm araması, bir sorun hakkında farkındalık yaratmasıdır.
En amiyane deyişle: Sivil toplum etkinliklerinin temelinde “Her sorunun çözümünün devletten beklememek” yatar. Çevre sorunları, hayvan haklarından dış ilişkilere kadar her konuda bireylerin etkin çaba sarf etmesi bu alana girer. Bu çabalar devletin işine gelen veya gelmeyen işlerde harekete geçmek olarak da tanımlanabilir. Örneğin o konuya eğilmek o sırada devlete yük olabilir, çözüm sivil platformlarda dile getirilir, kamuoyu oluşturulur.
Sivil toplum örgütleri devlet ve partilerin daha katı ve kısıtlı yapısını “bypass” ederek harekete geçer. Bu yönüyle muhaliftir. Bununla birlikte sivil toplumun hareket alanı da sınırlıdır. Toplumsal değişim için, zora, topa tüfeğe başvurmaz, çünkü sivil toplumun devleti yıkmak, rejim değiştirmek gibi bir amacı yoktur- olamaz da. Benzer görüşte insanlara demokratik yoldan siyasete katılma kanalı açar. Farklı görüşte olanları tartışma platformlarında bir araya getirip ortak çözüm arayışının yolunu açar. Amaç çatışmadan kaçınmak, toplumsal barış kültürünü yaymaktır.
Ve bu örgütlerin ayakta kalmasını sağlayan en temel unsur şeffaflıktır. Her şey herkese açıktır, harcanan paralar belgelidir. Bu işler bir yurttaşlık bilinciyle yapılır. Sürü güdüsünden farkı buradadır. Etkisi ve gücü sınırlıdır.
Yine de gücü hiç de azımsanmamalıdır. Tabandaki insanlara soluk alacak bir alan açar, toplumsal patlamaları diyalog yoluyla yumuşatır. Ve ne yazık ki, çözümü kutuplaşmalarda, gerginlikte, asmayla kesmekte arayanlar sivil toplum kavramını sevmezler. Başka sevilmeyen kavramlar da bu işin içinde vardır: Şeffaflık, demokrasi, katılım, barış, insan hakları.
Yakın zamanda “Akil İnsanlar” , 90’lardan beri ortaya çıkmaya başlayan bu sivil alandan derlenmişti.
Hükümetin barış projesi için bu insanlara ihtiyacı vardı, onları davet etti. Ama olay iktidarın kontrolü altında ilerlemeye başlayınca (birilerinin bunu daha erken aşamada görmüş olması ve katılmamış olması katılanların yanlış yaptığı anlamına gelmez) hareketten ayrılanlar oldu; daha sonra da hükümet bu işten toptan vazgeçti.
İktidarın bu olaydaki tutumu, sivil toplumun gereksiz, yersiz ya da suçlu olduğu anlamına gelmez. Süreç başarıya ulaşsaydı, “sivil toplum – devlet” ilişkisinin iyi bir örneğini görecektik.
Devletle sivil toplumun amaçlarının örtüşmesi, örtüşmemesi kadar doğaldır.
Amaçlar örtüştüğü zaman bu işbirliği yapılır ve yapılagelmiştir. Ermenistan, Yunanistan, Kıbrıs vb. çatışmalı alanlarda hükümetlerin belirli konularda sivil toplumun desteğine muhtaçtır. Çatışmaları yumuşatmak için “Second-track diplomacy”e (toplumlar arası diplomasi) ihtiyaç vardır. Arka kapı diplomasisi devreye girer. Çatışan ülkelerin sivil toplum kuruşları bir araya gelir ve karşılıklı nefreti yumuşatacak yollar arar. Bunlar demokratik değerler etrafında ve tarafsız gözlemciler önünde siyasi tartışma platformlarından, konserler, ortak kitap yayınları, sergiler, gençler için yaz okullarına kadar geniş bir yelpazeye yayılır.
Türkiye’de şu anda “emperyalizm”, “dış düşmanlar”, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” ve önemlisi “ben milli menfaatime” bakarım anlayışı ve elbette OHAL’in baskısıyla, sivil alanı daraltılıyor.
Demokratik bir ülkede sivil toplum üyesi olup “suç işlemiş” bireyler varsa suçlarından dolayı yargılanması ve suçu sabit görülene kadar hapis cezası almaması beklenir.
Şu anda Türkiye’de demokrasi adına yaşanan trajedi, FETÖ gibi, gizli gündemi olan, yasa dışı yollardan iktidar değişikliğini hedefleyen kişilerin yer aldığı bir örgütle demokratik sivil toplum örgütleri arasındaki hayati farkın ortadan kalkmış olmasıdır: Bu fark şeffaflıktır. (TB/HK)