TEKEL işçileri 4-C statüsünün kilidini kırabilirler mi? "Özlük haklarını koruyarak" başka bir kamu işletmesinde çalışmaya başlayabilirler mi? Bu soruların yanıtlarının olumlu ya da olumsuz olması artık çok şey değiştirmeyecek. TEKEL işçileri kaybetseler de "Sakarya meydan muharebesi"nin galibi onlar. Bunu herkes biliyor artık.
Onların direnişleri ve bu direnişle farklı işçi kesimlerinin kurduğu hiçbir özel çıkar gütmeyen dayanışma, "bencil hesabın buzlu suları" içinde yüzüp giden koca bir toplumu bir kez daha insani hakikatiyle yüzyüze getirdi.
Emekçilerin yaşama ve çalışma alışkanlıkları, onların kültürü, onların değerleri, onların örgütleri, hakları, hak arama yolları, kendilerini ifade yordamları, söylemleri şimdi topluma kendisini dinlemesi ve anlaması, kendisini açıklaması için yeni bir dil, yeni bir bakış açısı sunuyor. Çalışmak, çalışmakla kazanılmış konum, bütün toplumsal ölçülerin ölçüsü olarak çoktandır kovulmuş olduğu yere geri dönüyor.
Bu, sınıfın toplumsal zihniyete geri dönüşü demek. İnsanların üretim araçlarının ve emek gücünün sahibi olarak iki büyük sınıf oluşturdukları bilincinin bir kez daha toplumsal düşünüşün merkezine yerleşmesi, insanların toplumda ait oldukları yerin neresi olduğuna dair somut, elle tutulur bir fikir sahibi olmaları, hayata "sınıf çıkarı" açısından bakma alışkanlığının yeniden kazanılması demek.
Turgut Özal'ın 24 Ocak 1980'de başlattığı neoliberal ekonomik politikalara dayalı sermaye birikim modelinde liberal ideologların "fuzuli" olduğunu, artık miyadını doldurduğunu hergün kafamıza kaktıkları "canlı emek", onun taşıyıcısı insanların suretinde onların kavgaları aracılığıyla bir kez daha toplumsal ve ekonomik ilişkilerin ağırlık merkezine geri dönüyor.
Bu sosyalist hareket için muazzam bir yeniden kuruluş momenti demek. Meşruiyetini emekçilerin mücadeleleriyle buluşarak yeniden üretmek, varlık nedenini hergün yeniden doğrulamak için çok daha elverişli bir dönemin kapısı açılırken sosyalist hareket bu dönemin toplumsal mücadelelerine dahil olabileceği kanalları yeniden kurmak, bir politik merkez haline gelmek ve sermaye siyasetlerine karşı bir işçi sınıfı siyasetini işçilerin sınıf mücadelesi içinden geçirerek inşa etmek sorumluluğuyla karşı karşıya.
Kürt hareketinde yeni dönem mi?
"Sakarya"da kısa bir gezintinin gösterebileceği gibi TEKEL işçilerinin politik olarak en uyanık kesimleri Muş, Diyarbakır, Adıyaman gibi Kürt kentlerinden ve geçmişte devrimci mücadelenin nispeten yüksek olduğu Karadeniz kıyısı kentlerinden geliyorlardı.
Başbakan'ın işçilerin taleplerini kabul etmeyeceklerini "kesin bir dil"le açıkladığı 1 Şubat günü toplanan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Olağanüstü Kongresi'nden yükselen mesajlar, Kürt Özgürlük Hareketi'nin mücadele eksenlerini kimlik sorunlarıyla sınırlamayı aklından geçirmediğini göstermesi bakımından önemliydi.
BDP Kongresi TEKEL işçilerinin diplomatik sırt sıvazlamaların ötesine geçen, sahiplenildiklerine dair sahici bir duygu edinebilecekleri çok sınırlı zeminlerden biri olarak dikkati çekti. Kürsüye çıkan her hatibin selamlamaya özel bir özen gösterdiği 150 kadar TEKEL işçisi, salonda sosyal talepler dillendirildiğinde en hızlı tepki veren gruptu.
Ancak özellikle eşbaşkan Gültan Kışanak'ın konuşmasında çok geniş bir yer tutmasına karşın toplumsal taleplerin BDP siyasetininin sistematik bir ögesi halini aldığını söylemek için çok erken.
BDP Kongresi'nin verdiği ve vermediği mesajlar, öte yandan, Kürt özgürlük hareketinin 2011 seçimlerine kadar esas olarak bölge halkı arasında Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AKP) karşı kesin, tartışmasız ve çok yüksek oranlı bir temsil gücü kazanmayı başlıca siyasal hedef olarak karşısına koyduğuna kuşku bırakmıyor.
Böyle bir siyaset gütmek BDP'nin hem hakkı hem görevi. Ancak bu siyasetin BDP'nin -Kongre'de sıkça yinelenen- Türkiye'nin "ana muhalefet" partisi konumuna yükselme hedefiyle, ister istemez, çok güçlü bir gerilim yaratacağı apaşikar.
Belki de BDP'nin, ya da daha doğrusu Kürt işçilerin, TEKEL direnişi sırasında izlediği hattı işçi hareketinin ve sosyal mücadelenin bütün sektörlerine yayabileceği bir taktik bu gerilimin aşılması için önemli bir imkan oluşturabilir: Siyasal ittifakları, aşağıda kurulacak toplumsal bloklar ve ittifaklara dayandırmak.
Böyle bir tarz, hem 2011 seçimlerine kadar geçecek süre içinde BDP'nin Kürt emekçiler üzerinden Türkiye'nin sosyal mücadele gündemlerinde tutunmasına, hem de diğer emek güçleriyle uzun dönemli tarihsel ittifaklar kurmasına olanak verebilecektir.
Böyle bir sosyal zemin üzerinde yeniden kurulacak bir politik ittifakın 2011'de emek ve demokrasi taleplerine yüksek bir temsil olanağı sunması bir hayal olarak kalmayabilir.
TEKEL direnişiyle sınıftan kaçış yolunun kapandığı, siyasal mücadelelerin sınıfsal bir bağlam edinmeksizin meşrulaştırılamayacağı bir yeni dönem açılıyor. Türkiye sosyalist hareketi ve Kürt özgürlük hareketi bu dönemin hakkını vermeli. (EK/EK)