1987'de, Bitlis'in Tatvan ilçesinin Ez (Çavra) köyünde doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Tatvan' da tamamladım, İstanbul Üniversitesi Savunma ve Güvenlik Bölümü mezunu, İstanbul Üniversitesi Adalet Meslek Yüksek Okulu ve Anadolu Üniversitesi işletme Bölümü öğrencisiyim.
Ayrıca 2011 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası ilişkiler Bölümüne yerleştim fakat tutuklu bulunmam sebebiyle kayıt yaptıramadım. Okuduğum bölümlerini de zindanda imkanların kısıtlı olması sebebiyle dondurmak zorunda kaldım.
Profesyonel anlamda gazeteciliğe 2007 başlarında İstanbul Üniversitesi Haber Ajansında (İÜHA) başladım.
Ciddi bir kurumsal yapıya sahip fakat kar amacı gütmeyen teori ve pratiğin iç içe ilerlediği bir ortamda gazeteciliğe başlamam, bende, eleştirel, patron-yönetici tahakkümü kabul etmeyen, özgün bir tarzın gelişmesine öncülük etti.
Gazetecilik
Daha sonra merkez medyanın birkaç önemli konumunda kısa süreli çalıştım.
Bu kurumların yayın politikası ile hayata bakış açım taban tabana çeliştiği için uzun süreli kalamayıp kendi isteğimle ayrıldım.
2008'de Taraf gazetesine geçtim. Taraf'ta 2009'a kadar İstanbul haber merkezinde istihbarat muhabiri ve bir sürede Bitlis muhabirliği yaptım.
2009'da Bitlis'e döndüm.
Bitlis'te Dicle Haber Ajansı'nın (DİHA) Bitlis muhabiri olarak çalışmaya başladım. Eylül 2009 ile Aralık 2010 tarihleri arasında Tatvan Belediyesinde basın danışmanı olarak çalıştım.
Tatvan Belediyesi Basın Müşavirliği ve DİHA Bitlis muhabirliğini buradan yürüttüm.
Ulusal basının yanı sıra yerel ve bölgesel düzeyde bağımsız, tarafsız, doğru haberciliği yaygınlaştırmak amacıyla maddi kâr amacı gütmeyen internet haber portalları ve interaktif haber siteleri kurdum ve kuruluşunda yer aldım.
Bu kapsamda Bitlis News, Bitlis Haber gibi sitelerin kuruluş aşamasında yer alıp genel koordinatörlük, yayın yönetmenliği gibi görevleri yürüttüm.
Aynı şekilde Bitlis genelinde Bitlis Aktüel, Bitlis Times, bölgesel çapta Doğu Aktüel, Doğu Times ve ulusal alana hitap eden Habercinin Sesi gibi internet haber portallarını kurdum, tutuklanana kadar da aktif olarak yönettim.
Tutuklanmam sebebiyle söz konusu yayınların güncelliği ve devamı sekteye uğradı. Birçoğunun yayını finansman sorunu yüzünden durdu.
Çocukluk hayalleri
Çok çok küçük yaşlardan beri peşinden koştuğum üç hayalim vardı; gazeteci, hukukçu ve tiyatrocu olmak.
Gazetecilik serüvenimi anlattım. Tiyatro ile de ilgilendim. Birçok oyunda rol aldım, yönettiğim oyunlar oldu. Profesyonel uğraşı alanı haline getirme fırsatım olmadı fakat sahne tozu yutmak nasip oldu.
Kısmette varsa birgün hukukçu da olacağım elbette, buna dönük de çalışmalarım var. Şüphesiz bu üç alandan en zoru, en zevklisi ve bence en kutsalı gazetecilik.
Ateşten tarihe acısı, tatlısı, yakıcılığıyla tanıklık etmek bu tanıklıkta iyiden, doğrudan, güzelden yana tavır almak şüphesiz kudsiyetle bezenmiş bir görevdir.
Tutuklu gazetecilerle ilgili haberleri düzenli takip ediyor özel bir hassasiyetle önem veriyordum. Benzer durumun başıma geleceği konusunda bir şüphem yoktu.
Yarım kalan işler
Bununla beraber bir şekilde infaz edilme ihtimalini de aldığım tehditlerden dolayı bekliyordum.
Tutuklanmış olmam yaşama dair moral ve motivasyonumdan bir şey kaybettirmese de eğitim hayatım ve üzerinde çalıştığım haberleri bitirebilme konusunda olumsuz etkiye sebep oldu.
Tutuklanmadan evvel çok önem verdiğim ve tarihi sorumluluk altına olduğumu hissettiğim bir konuda, bölgedeki yaygın toplu mezarlar konusunda ciddi bir çalışma yürütüyordum.
Tutuklandığım sırada İstanbul Üniversitesi'ndeki sınavlarım için İstanbul'da bulunuyordum.
Toplu mezarlar konusunda uzmanlar, dönemin tanıkları ve en önemlisi 1990-2000 arasında bölgede görev yapan, kimi halen görevli kimi emekliye ayrılmış askeri ve sivil yetkililerden görüşmeye ikna edebildiğim birçok kişiyle bir dizi randevum vardı.
Ne yazık ki hiçbiri gerçekleşmedi. Aynı şekilde birçok konudaki araştırmalarım yarım kaldı. Teknik imkânsızlıklardan dolayı buradan da devam ettiremiyorum çalışmalarımı.
Dayanışma
Maddi anlamda bir sıkıntım yok. Biri ailemin tuttuğu, biri de çalıştığım kurumun avukatı olmak üzere iki avukatım var.
Ayrıca mensubu olduğum özgür basın camiasının hiçbir döneminde sahiplenmeme, vefasızlık, dayanışma göstermeme gibi bir durum söz konusu olmadı.
Dışarıdayken durum ve davalarla yakından ilgileniyor, takip ediyor mağdurların aileleri, avukatları ile her zaman iletişim halinde oluyordum.
Sabah baskını
19 Ocak 2011 Çarşamba günü sabah baskınıyla İstanbul'da gözaltına alındım. Aynı gün Bitlis' e getirildim.
Aralarında sendika, siyasi parti, siivil toplum örgüüütü temsilcilerinin de yer aldığı 17 kişiyle Bitlis Terörle Mücadele Şubesi'nde (TEM) dört gün gözaltında kaldım.
Ardından götürüldüğümüz Van Adliyesinde savcılık ve sorgu hâkimliği işlemleri iki günü buldu. Yorucu geçen altı günün sonunda Van F Tipi Cezaevine gönderildim.
Dosyamdaki genel iddia Kürdistan Topluluklar Birliği-Türkiye Meclisi (KCK/TM) üyesi olmak. Fakat gözaltına alınmadan ya da tutuklanmadan önce bilgi sahibi olmak bir yana halen bile hakkımdaki iddia ve delilleri, talep edilen cezayı bilmiyorum.
14 aydır iddianame yok
14 aydır tutukluyum ne iddianamem hazırlandı ne de herhangi bir şekilde yargılama başladı.
Ayrıca dosyamdaki gizlilik kararı halen devam ediyor. Emniyet sorgusunda, polis teşkilatının samimiyetine, hak-adalet anlayışına geçmişten beri zerre kadar güvenmediğim için susma hakkımı kullandım.
Polis fezlekesi
Savcılık sorgusunda, belki de birkaç bin sayfayı bulan polis fezlekesine dayanılarak sorulan sorulara, adaletli bir karar beklemeden cevap verdim.
Fezlekede bulunan ve suç unsuru sayılan veriler ise bugüne kadar yaptığım haberler, telefon ve ortam dinlemesi olduğu iddia edilen kayıt edilen cımbızlanarak alınan cümlelerdi.
Delillerin somutluğu bir yana soyut, farazi hali bile isnat edilen suçlarlar alakasız ve ciddiyetten çok uzaktı.
TEM misafirperverliği
Gözaltında hiçbir olumsuz durumla karşılaşmadım. Aksine TEM Şube personelinin misafirperverliği yapaylığını bariz bir şekilde belli edecek kadar abartılıydı.
Zira bugüne kadar gazeteci olarak takip ettiğim ve şu an cezaevinde şahitlik ettiğim kadarıyla çok iyi biliyorum ki Türkiye'de halen gözaltında işkence ya da en azından kötü muamele devam ediyor.
Gözaltında gördüğü işkence sonucu kalıcı sakatlık oluşan çok insanla karşılaştım burada. Yani bize karşı polisin kibar ve misafirperver yaklaşımı polisin iyiliğinden değil sayımızın çok olması ve sıfatımızla alakalıydı.
İddianamem henüz hazırlanmadığı için yargılama, karar, temyiz aşamasına ilişkin belirtebilecek bir durum yok.
TCK, TMK ve CMK
Tutuklanmama sebep olan ve yargılanacağım Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Terörle Mücadele Kanunu (TMK) aslında binlerce insanı "devlete karşı suç" işlemek gibi bağrında yurttaşa karşı düşmanca ve mütehakkim bir üstten bakışı barındıran demokrasi zıddı yasalar kaynaklarını ta Roma'dan zihniyet çarpıklığını da Sümerlerden alıyorlar.
Demokratik toplumlardan beklenilenin aksine yani merkeze "demo"yu değil devleti koyan zihniyetin ürünüdür bugün yaşadıklarımız.
Faşist darbe ürünü bir anayasa, dönemin faşist nitelikli İtalya'sından aynen iktibas edilen "ceza kanunu" ve hukuk mantalitesi, muğlak ve tevil edilebilindiği ile her yöne çekilebilecek duruma gelmiş 3713 sayılı TMK, çığırından çıkmışlığı bizzat yasa koyucu tarafından dillendirilen özel yetkililerle birleşince ortaya çıkan manzara tek cümleyle: hukuk garabeti.
"Masumiyet karinesi"
Bu durum uluslararası sözleşmeler bir yana Türkiye'nin kendi anayasası ile bile birebir çelişkilidir. Anayasada düzenlenen "masumiyet karinesi" özel yetkili mahkemelerde adeta hiçe sayılıyor.
Hukukun çağdaş evrensel ilkelerininde Ceza Muhakemeleri kanunu'nda (CMK) sadece belirli şartlarda alınabilecek bir tedbir olarak düzenlediği "tutuklama" belirli davalarda fiili bir değişim geçirip adeta bir ceza uygulamasına dönüşmüş vaziyette.
Aksi durumda hiçbir yargılama yapılmadan süren 14 aylık tutukluluk başka türlü açıklanamaz.
Ayrıca çok uzun tutukluluk sürelerini yargıçların kanaatine bırakılan muğlak yasalar ve bunların sonucunda ortaya çıkan hukuksuz yargılamalar, astronomik cezalar hali hazırda ülkenin sağlıklı bir hukuk bilinci, hukuk ahlakı ve hukuk tekniğinden yoksun olduğunu gösterir.
Böylesi, adilliği şaibeli bir ortamda kesinleşecek bir ceza olması durumunda elbette uluslararası alanda tüm hukuki yollara başvurulmalıdır.
Van'dan Muş'a
Bulunduğum zindan koşulları ülke şartlarından çok aşağı ya da yukarı değil. Tutukluluğumun ilk beş buçuk ayını Van F Tipi Cezaevinde geçirdim. Son derece sıkıntılı baskının her türlüsünün olduğu bir alandı.
Şimdi Muş E Tipi Cezaevindeyim, kısmen iyi fakat sonuç itibariyle zindan. Niceliksel değişim niteliğinin menfiliğinden bir şey eksiltmiyor. Velev ki "ölüm çukurunda" da olsak zindan kültürümüz için mekandan çok da olumsuz etkilenmiyoruz, etkilenmeyeceğiz.
Cezalar, cezalar
İletişim imkânları çok iyi ya da çok kötü değil. Ciddi bir iletişim sorunu yaşamıyoruz.
Şimdiye kadar hakkımda davalar açıldı, birçok disiplin cezası aldım, halen etkinliklerden men cezam ve Haziran ayına kadar açık görüş cezam var.
Kitap konusunda kısmi sıkıntı yaşıyoruz, ama genel anlamda iyi.
Vakit okumak, yazmak yoğunlaşmak, tartışmak, düşünmek gibi eylemlerle geçiyor.
24 saat yetmiyor
Ne yazık ki tüm bunlara da 24 saat yetmiyor. Zamanın nasıl geçtiğinin farkında bile değilim. Zindana ilişkin ta ilk günden beri bir adaptasyon sorunu yaşamadım şu anda son derece moralli ve coşkuluyum.
Ve cevabını hiç zorlanmadan verebileceğim tek soru: Şu anda özgür olsam ne yapardım?
Tabi ki haber yapardım. (SA/BA)
* Sinan Aygül, Muş E Tipi Kapalı Cezaevi, 26 Şubat 2012
** Hapis Gazeteciler "Suç"larını Anlatıyor yazı dizisinde yer alan diğer mektupları okumak için tıklayın.