Toplumsal yaşamı düzenleyen ve toplumu oluşturan bireyler arasındaki ilişkileri belirli bir çerçeveye oturtan kurallar bütününe hukuk diyoruz. Hukuk, toplumsal yaşamı belirli bir çerçeveye oturttuğu gibi devlet yaptırımları aracılığıyla bu kuralları ve yasaları işler hale getirmeye çalışır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ise 1. kısım, Genel Esaslar, Madde 2'de hukuk devleti anlayışını "Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir" cümlesi ile özetlemektedir. Kısacası, adalet herkes için devlet eliyle işler hale getirilebilir.
Bu yazıyı yazmamdaki amaç, yıllardır kadınların insan hakları için çalışan bir savunucu olarak, devlet eliyle nasıl zor duruma düşürüldüğümü(zü), adım adım öz savunma inşasına itilme sürecimi, koca bir ailenin erkek, polis, devlet işbirliği ile nasıl dağıtıldığını kamu ile paylaşmak, olası savunma hakkımı tarihe not düşmek, potansiyel bir katilin kolluk, yargı ve hukuk üçgeninde nasıl korunduğunu anlatmak.
30 yıllık yaşamım ve on yılı aşkın mücadele deneyimim ihtimal vermiyor ama belki bu yazı ihbar kabul edilir ve potansiyel bir katilin aramızda dolaşması engellenir.
Kadınların insan hakları için mücadele eden herkes bilir ki kadına yönelecek potansiyel şiddeti engellemek tabiri caiz ise deveye hendek atlatmaktan çok daha zordur. Erkeğe şiddeti hak gören bu anlayış, aile dediğimiz kurumdan başlayarak toplumsal yaşamı düzenleyen bütün mekanizmalarda erkekten doğru işler.
Şiddete uğradığınız evden tutalım da çığlığı duyan komşularınıza, çağırdığınız kolluktan iddiayı hazırlayan savcıya, hükmü verecek olan hakimden, yasa yapıcılara kadar eşi benzeri görülmemiş bir erkek dayanışması, şiddete maruz bırakılan kadını adım adım ölüme iter.
Ölümle bitmeyen bu süreç geride kalanlara da ağır travmalar yaşatır. Olayın soruşturulmasından yargılama sürecine kadar erkeğin el birliği ile korunmasına adım adım şahitlik edersiniz. Sizde bıraktığı iz, bedeniniz toprağa karışına kadar eşlik eder, yaşam standardınız alabildiğine düşer. Şiddet sadece aile bireylerini etkilemekle kalmaz bu süreçte dayanışma içinde olan kişi ve kurumlarda erkek şiddetinden nasibini alır. Nitekim, Nevin davası bunun en berrak göstergesi olurken Antep'te şiddet gören bir kadına yardım ettiği için kaçırılarak ormanda işkence gören, kızı ve eşi bıçaklanan Sevilay Çete Kale olayı ise tazeliğini korumakta.
Peki, bir cinsiyete mensup kişileri bu kadar pervasız ve korkusuz kılan süreç nasıl işliyor? Eril algıya bu muazzam güveni veren anlayış kurumsal olarak nasıl işletiliyor? Bir kadın ve onun yanında bulunan, dayanışan kişiler tehlike dolu bir çembere nasıl itiliyor? Son 10 gündür yaşadıklarımı(zı) anlatarak bu soruların hepsine cevap olurken, kadın olmanın, kadınla dayanışmanın ağırlığını da algılayabileceğimize inanıyorum.
Kızkardeşimin evliliği bir işkence seansına dönüştü
Kardeşim bundan 2 ay önce 5 yılı aşkın süredir devam eden ilişkisini “evlilik ile taçlandırdı”! Adına “dünya evi” dedikleri bu iktidar kurumu gerçek yüzünü ilk gününden gösterdi ve bu iki aylık süreç şiddetin katlanarak devam ettiği bir işkence seansına dönüşü verdi.
Kişi haklarını korumak, okuyucunun ve yazan kişi olarak bendeniz akıl sağlığını korumak adına uygulanan şiddete dair ayrıntı vermek doğru olmaz diye düşünüyorum. İki ay içinde iki defa karakola sığınan kardeşim her ikisinde de kolluk ısrarı ile aile içinde olur böyle şeyler safsatası ile geri yollandı. Üstelik hiçbir zabıt tutulmadan. Geçtiğimiz hafta ise öldürüleceğini anladığından dolayı üçüncü kez yine aynı karakola sığınarak kendi ısrarı ile sığınma evine yerleştirildi ve bu sayede bizler de kardeşimin yaşadığı bu ağır ve travmatik süreci öğrenmiş olduk.
Polis: "Ya kolluktan arkadaşımız vurulursa"...
Bizler, yani ailesi ve ona destek olup dayanışan kişiler olarak yeni bir şiddet dalgasına maruz bırakıldık. Ailemin evi silahla basıldı, 70 yaşındaki yengem tartaklandı, ablamın nikahı polis gözetiminde yapıldı, evlendiği kişi ve annem öldürülme tehditleri ile aralıksız taciz edildi. Üstelik tüm bu süreç kolluk kuvvetlerinin gözü önünde gerçekleşirken, potansiyel katilin yakalanması için verdiğimiz lokasyonlara "ya kolluktan bir arkadaşımızı vurursa, hesabını kim verecek" gibi akla hayale sığmaz alaycı cevaplar ile reddedildi.
Sahi, kolluğun görevi muhalefeti sindirmek, demokratik eylemlere iştirak eden kişilere şiddet uygulamaktı değil mi? Potansiyel bir katilin peşine ne için düşülsün ki?
Şahsın haneye tecavüz, kaçırma, silah ve uyuşturucu gibi açık bulunan dosyaları aslında onun makul vatandaş olduğunun göstergesi iken, kardeşimin aldığı bu yanlış kararı noktalamak istemesi onu makul olmayan, kaderine isyan eden, dayak ve ölüme itiraz eden bir kadın olarak öldürülmesi gereken bir kişi haline getiriyor.
Avukat Eren Keskin'e de ölüm tehdidi
Tüm bu süreç bilinmez bir karanlığa doğru giderken önlemi alınmayan erkek şiddeti; işsiz kalan ve 25 yıldır yaşadıkları evi boşaltmak zorunda kalan iki ebeveyne, evlilik günü cenaze merasimine çevrilen bir kardeşe ve dağıtılan koca bir aileye sebep oldu.
Sadece aile ile sınırlı kalmadı bu süreç, davaya baktığı için değerli avukatımız Eren Keskin' de ölüm ile tehdit ediliyor ve cep telefonuna belirli aralıklarla sesli mesajlar bırakılıyor.
Potansiyel katil serbest ve aramızda
Potansiyel katil ise kolluk kuvvetlerinin, iddia ve yargı makamının gözleri önünde gezmeye, ölüm tehditleri saçmaya devam ediyor.
Haksız tahrik ve iyi halden cezaları ertelenerek serbest bırakılan erkekler her gün kadınları katletmeye devam ederken kendini savunan kadınlar en ağır cezalara maruz bırakılıyor. Ve yollandıkları mahpushanede uzun yıllar bir başka erkek şiddetine maruz bırakılıyor.
Yıllarını kadınların insan hakları için mücadele vererek geçiren ve hali hazırda cinsiyet temelli şiddetle mücadele biriminde çalışan biri olarak hiç bu kadar çaresiz hissetmemiş ve hissettirilmemiştim. Şimdi soruyorum sizlere; Hukuk ne yana düşer kızkardeşlerim, öz savunma ne yana!
Not: Bu yazı yaşadıklarımızın ve yaşadıklarımızın tarihe not düşmesidir. Gönlümüzde yatan odur ki, 'başka Nevinler olmasın'! (KA/ÇT)