Thomas Mann (1875-1955)
Başkan Bush'un hem Ulusa Sesleniş konuşmasındaki hem de ikinci dönemine başlangıç konuşmasındaki zorbalık karşıtı havaları, Britanya'yı da, Avrupa Birliği'nin (AB) geri kalanını da, Amerika'nın büyük bir bölümünü de Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) bir sonraki hedefi İran mı, değil mi" sorusuyla baş başa bıraktı. Şaşkınlığın derecesi büyük; nedeni de yok değil. Bush yönetimi süresince, dış politikanın altını çizip duran bir patoloji ortaya çıktı; üstelik her bir adım, bir sonrakini doğuruyor: Önce Başkan'ın muğlak ilkelerle dolu açıklamaları Amerikalıların yüreğini hoplatıyor, ardından, alttaki yetkililer korkunç ayrıntıları ağızlarının içinde gevelemeye başlıyor. ABD'nin Irak'ı işgaline işte böyle varıldı, İran'a karşı yapılacak hamleler de böyle olacak.
Başkan'ın İran'a dair düşünceleri şimdiden görülebilir. Bush'un ikinci dönem başlangıç törenlerinden birkaç saat önce, Başkan Yardımcısı Dick Cheney, bir radyo programında, "oldukça sağlam nükleer programı nedeniyle, İran'ın sorunlu noktalar listesinde ilk sırada" olduğunu söylüyordu. Cheney'nin benzer Irak açıklamasının asılsız olduğu ortaya çıkmıştı çıkmasına, ama yine de işgal için gerekli kamuoyu desteğini oluşturmak gibi bir siyasi etkisi de olmuştu. Başkan, ulusa sesleniş konuşmasından bir gün sonra, İran'ın "dünyanın bir numaralı terör destekçisi" olduğuna dair kanısını yineliyordu. Irak'la ilgili böylesi ithamların ardından Beyaz Saray'ın güvenilirliğinin azalmış olması gerekirdi, ancak üzücü olan Amerikan kamuoyunun bunları hâlâ kale alıp güvenmesi.
İran'la ilgili bilgiler, Irak'la ilgili olanlardan daha mı iyi? İran'ın nükleer kapasitesine dair kamuoyuna sunulabilir, öyle su götürmez kanıtlar yok. Öte yandan, ABD'yi Irak'a yönelten aynı uğursuz kaynaklara ait birtakım raporlar var. İran Ulusal Direniş Konseyi, iktidardaki imamları devirmek isteyen sürgündeki bir grup, geçen hafta Paris'te, İran'ın bir nükleer silah tetikleme mekanizmasıyla ilgili deneyler yaptığını söyledi. Irak Ulusal Kongresi, yani ABD'nin Saddam'ı tahttan indirmesini isteyen, CIA'in desteklediği sürgündeki Iraklılar da, Saddam'ın varolduğu iddia edilen nükleer patavatsızlıklarını dile getirirken aynı taktiği kullanmışlardı.
En sağlam varsayım, Bush'un İran'ın nükleer kapasite edindiğine inanıyor olması. Bush'un İran'a neler yapmak istediğine dair o rahatsız edici tahminleri yürütmek için diplomasi uzmanı falan olmaya gerek yok. Başkan, muhafazakar Washington Times'la yaptığı uzun bir röportajın sonunda, bir araya toplanmış muhabirlere Nathan Sharansky'nin 'Demokrasi Davası' kitabını okuyup okumadıklarını sordu. Bir zamanlar göç edilmesine izin verilmemiş Sovyetlerden biri, şimdi de İsrail bakanlar kurulu üyesi olan, sağcı Sharansky, demokratik olmayan rejimlerin imhasının ve ödün vermekten sakınmanın propagandasını yaptığı için eleştiriliyor.
"Dış politikayla ilgili düşüncelerimi biraz olsun anlamak için, Nathan Sharansky'nin kitabını okuyun" diye bastırıyordu Başkan kendisiyle röportaj yapanlara. "Alınmış, alınacak ve alınmakta olan bir sürü kararı anlamanıza yardımcı olacak."
Ancak, İran'da imha yoluyla bir demokrasi sağlamak o kadar da kolay değil. Irak'ı işgal altında tutan 150 bin kişilik ABD birlikleri, halihazırda tamamen bağlanmış vaziyette. Alternatif bir planın yapılması gerek; ve tabii hiç kuşku yok ki, bu plan yapılmış durumdadır. Karl Rove'un kılavuzluğundaki Bush yönetiminde, hiçbir şey şans eseri olmaz. Keza, Cheney'nin radyo röportajı, İranlı mollaları tehdit etmek üzere ayarlanmıştı. "İran'ın, dile de getirdiği siyasetinin İsrail'i yıpratmak olduğu düşünülürse" diyordu Cheney, "İsrailliler, gayet tabii, ilk harekete geçen olmaya ve sonrasında arkada kalan diplomatik pisliğin temizliğini dünyaya bırakmaya karar verebilir."
Gerçekten de, böyle bir derdin baş gösterdiğine işaret eden kanıtlar var. Araştırmacı gazeteci Seymour Hersh, The New Yorker'da, ABD'nin potansiyel hedefleri belirlemek için özel askeri operasyonlar yürüttüğünü yazdı. Bush'un Beyaz Sarayı'yla İsrail Başbakanı Ariel Sharon arasındaki sıkı işbirliği düşünüldüğünde, bu istihbaratın paylaşılacağı kesin gibi; bundan sonra verilecek karar, İran hedeflerini - eğer biri vuracaksa - kimin vuracağı.
Sözler, İran'ın nükleer hırsını hizaya getirmeye yarayabilir, ancak ABD'yle İsrail, artık parmakla göstermeyi bırakıp, İran'a silah doğrultmaya başladılar. Beyaz Saray, ABD'nin güç kullanarak demokrasi yaratmasını uygun gören yeni muhafazakar hareketi yaratan Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi'nin (PNAC) yöneticisi William Kristol gibi düşünürler tarafından yönlendiriliyor. Kristol, iş İran'a geldiğinde, Başkan Bush'un pek fazla seçeneği olmadığını düşünüyor. Kristol, geçenlerde, "George W. Bush'un nükleer silah alan teokratik rejimin üzerinden başkanlık yapayım diye yeniden seçildiğini sanmıyorum" demişti.
Dinsel inanmışlık ve ABD'nin tasdik ettiği bir nükleer belirsizlik üzerine kurulu bir ülke olan İsrail ise, İslam ülkelerini çileden çıkarmayı sürdürüyor. İsrail ne silahsızlanma anlaşmasına imza attı, ne de şimdiye kadar herhangi bir nükleer programına dair önceden bilgi verdi. Öte yandan, genel kanı, İsrail'in 200'ün üzerinde üst düzey nükleer silaha sahip olduğu; bu sayı Britanya cephaneliğinin açıklanan nükleer silah sayısı 185'ten de yüksek. İslamcılar, İsrail'in nükleer büyümesinin hoşgörüyle karşılanmasına karşılık, İran'ın ısrarla enerji üretimi için olduğunu söylediği programının tehdit edilmesinde, Batı'ya özgü bir ikiyüzlülük görüyorlar.
Yine de Bush yönetiminin kullandığı dile bir bakınca, bir sonraki adımda olacakları görmek zor değil. Beyaz Saray, Irak'ı hiçbir zaman bir "savaş" ya da "çatışma" olarak adlandırmadı; bir "muharebe" olarak adlandırdı. Başkan Bush, Ortadoğu'yu "terörle savaş" operasyonlarının sahnesi olarak görüyor; bu da yeni muharebeler bekleyebiliriz demek. Danışmanlarına, başkanlığının ikinci dönemi sona ermeden bu savaşı kazanmak istediğini söylemiş durumda; bunu, terörist fabrikası olarak gördüğü ülkeyi, İran'ı yatıştırarak yapamaz.
Yine de, Beyaz Saray'ın İran'la ilgili, bir tür kendini tutma tavrını denediğine dair ipuçları var; böyle bir şey Irak'ta olmamıştı. ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Londra ziyareti sırasında, "şu an için" Suriye'ye ya da İran'a saldırmak gibi bir planları olmadığını belirtti. İran'da arkası gelebilecek bir muhalefet hareketi, Bush'un danışmanlarını cesaretlendiriyor; üstelik, hiç kuşkusuz, Bush'un bitirim üslubunun, diğer İranlıları da yönetimdeki imamların karşısındaki bu harekete katılmaya teşvik etmesini umuyorlar. Amerika'nın İran'a yönelik askeri saldırganlığı, Bush'u petrollerini almaya ve Hıristiyanlığı yaymaya gelen kötücül bir emperyalist olarak tarif eden bu mollaların egemenliğini güçlendirmekten başka bir işe yaramaz. ABD'nin İran'a atacağı ilk mermi, bu iddianın kanıtı olarak kullanılacak ve İranlı muhaliflerin hayatını daha da zorlaştıracak.
Bu nedenle, Rice'ın sözleri, İran'ı nükleer gelişimine son vermeye ikna etmek için ekonomik yolları kullanmaya çalışan AB'li görüşmecilerin içini rahatlattı. Rice, Avrupa ziyaretini ilişkileri yeniden kurmak için de kullanıyor. Eğer sonuçta, Rice'ın yaptığının, çoktan uygulamaya konmuş gizli bir askeri planın üstüne sözlerden bir kılıf çekmek olduğu ortaya çıkarsa, işte o zaman Amerika dünyayı tek başına yönetmek zorunda kalabilir. Çünkü bir daha hiçbir ülke bize güvenmez.(TK/BB)
* James C. Moore'un bu yazısı, Independent'ta 6 Şubat tarihinde yayımlandı. Moore, "Bush'un Beyni: Karl Rove, George W. Bush'u Nasıl Başkan Yaptı" adlı kitabın yazarlarından biri. Şimdi, Cumhuriyetçi Parti politikalarının sonuçları üzerine bir kitap yazıyor.