FBI istatistiklerine göre 2012 yılında Birleşik Devletler çapında 1,214,462 adet vahşi suç işlendi. Vahşi suçlar cinayet, kasıtsız insan öldürme, tecavüz, ağır saldırı ve soygun olarak tanımlanıyor. Bunlara nefret suçları da dahil. Örneğin sadece 2007 baharında 155 evsiz insan hayatını kaybetti. Irkçılık ve ayrımcılığa dayalı suçların sayısı aynı dönemde sadece 76 idi.
Amerika'daki silahlanma sadece bireysel değil. Kamu kurumları da silahlanıyor. Örneğin 2012 de Ulusal Hava Dairesi 46 bin silah sipariş etti. Sosyal Güvenlik İdaresi 174 bin, Savunma ve İstihbarat Başkanlığı ise 450 milyon silah aldı. Bazı uzmanlar, devletin vatandaşlara savaş açacağından şüpheleniyor. Yani şiddet bu yaşlı dünyanın her yerinde yüzünü gösteriyor.
Zamane korku filmleri, büyük felsefi düşüncelerden pek hazzetmiyor. Bunun yerine, genellikle basit bir formül, güdük bir kavramsal çerçeve üzerinden, mesela kameralara yakalanan doğaüstü olaylar, deli bir adamın insanları tuzağa düşürmesi gibi temalara yöneliyorlar. Arınma Gecesi ise bütün bunlardan farklı bir yerde duruyor. Zekice kotarılmış senaryosu ve sürprizleri ile huzur bozucu, korkunç ve düşündürücü olmayı başarıyor.
“Arınma Gecesi”nin kurgusu dahiyane ama basit: Çok da uzak olmayan bir geçmişte, ütopik bir toplum ortaya çıkmıştır. İnsanlar birbiriyle barış ve huzur içinde yaşarlar, fakirlik oranı düşüktür ve suç yoktur. Bunun sebebi ise yılda bir kere gerçekleşen ve “Arınma Gecesi” adı verilen 24 saatlik bir süreçtir. Bu gecede her tür suç işlemek serbesttir. Buna cinayet ve tecavüz gibi ağır suçlar da dahildir. Bütün bu süreç içinde bütün acil sağlık hizmetleri askıya alınmaktadır.
Ethan Hawke, ev güvenlik sistemleri satan James Sandin adında üst orta sınıf bir karakteri canlandırıyor. James, bu kaymak tabaka hayatı karısı Mary (Lena Headey) ve iki çocuğu ile paylaşmaktadır. Komşuları aile karşı gizli bir husumet beslemektedir. Çünkü kendileri ekonomik sorunlarla cebelleşirken James zenginleşmiş, evini daha da büyütmüştür.
“Arınma Günü” gelip çattığında Sandin ailesi dışarıdaki kaos ve vahşetten uzak sessiz sakin bir gece geçirmeyi planlarlar. Ancak küçük oğul Charlie( Max Burkholder) güvenlik kamerasından gördüğü bir yabancıya yardım etmek isteyince işler karışır. Evsiz adamı (Edwin Hodge) avlamak isteyen maskeli saldırganlar aileyi de hedef alırlar.
“Arınma Gecesi”, yalnızca kapalı mekanda geçen, hayli klostrofobik bir film. Bu kapalı ortam teması filmi daha da sinir bozucu yapıyor. Yönetmen James Monaco, çetrefilli etik sorular yönelterek olası kahramanları bir nebze de olsa anti-kahramana dönüştürüyor. Filmde Hawke'ın evin etrafını saran kötü adamları seyrettiği John Carpenter tarzı bir sahne bile var. Boşa harcanmış tek bir dakika yok.
James 'in evsiz adam hakkındaki kararını değiştirdiği noktada, aile de karakter de gerçek bir ikilemle karşı karşıya kalıyor. Kendi hayatlarına karşın bir başkasının yaşamını feda etmeliler mi? Tabii yönetmenin sorduğu soru aslında bundan çok daha karmaşık: Topluma katkıda bulunmayanları, yaşlıları, evsizleri, fakirleri yok etmeyi teşvik eden bir devlet yapısına karşı çıkmak gerekir mi?
Bilindiği gibi, Maltusçu ekonominin temelinde de, salgın hastalıklar, savaşlar, açlık gibi etmenleri kullanarak alt sınıfları ortadan kaldırmayı böylece mali /doğal kaynakları daha az insanın hizmetine sunmayı hedefleyen son derece faşist bir felsefe yatıyordu. Arınma Gecesi de, dört dalgalı resesyon, ekonomik çöküş, açlık gibi imtihanlardan geçen Amerikan toplumunu yüklerinden kurtarma hevesindeki hakim sınıfların korkunç bir sosyal kıyım yaratmasını konu alıyor. Bu vahşetin bir sloganı bile var: "Canavarı salın, Amerikan sokaklarını arındırın."
Bilim insan türünün doğasında şiddet olan yayılmacı bir tür olduğunu kabul etse de, yıkım ve kaos yaratmanın psikolojik denge sağladığını iddia etmek hayli uçuk bir düşünce olur. Yine de hakim sınıfı temsil eden avcıların liderinin "Korumaya çalıştığınız pislik parçası bizim arınmamız için var" sözü yüzyıllardır sınıf ayrımı kavramının temelinde yatan mantığı açıklıyor: Üst sınıfların varlığı sömürülecek alt sınıfların varlığına bağlıdır. “Arınma Gecesi” kapitalist sömürünün abartılmış bir versiyonunu dışa vuruyor. Ancak biraz düşündüğünüzde, insanları emek, para ve iş gücü olarak sömürmenin hayatlarını almakla eşdeğer olduğunu görmeniz mümkün.
Evi basıp aileyi ve zenci sığınmacıyı öldürmeye çalışan sapkın güruhun belli bir karakteri yok; ancak filmin karanlık tonlaması ile birleşince saldırganların birden ortaya çıkıp etrafa ateş açması ya da saklanıp tuzak kurmaya yeltenmeleri, Arınma ritüelinin gelişigüzel gelişen bir doğası olduğunu da kanıtlıyor. Daha da önemlisi eşitlikçi olmasıyla övünen bir toplumda böylesi bir eylemin çoğunlukla alt sınıfı hedef alması. Bu pürüzsüz görünen ütopik dünyada bile hala varlıklılar ve yoksullar ayrımı mevcut, ve o gecede, bütün sosyal tabakalar benzer bir oyun alanına katılmaya zorlanıyor.
Her fırsatta "Yeni Kurucu Babalar"ına dua eden, minnet duyan, cinayetleri "Ülkenin daha iyi olması için kendini feda eden insanlara" teşekkür ederek kutsallaştıran bir yapıyı tariflerken yönetmenin Amerika’yı odağına alması hiç de tesadüf değil. Ülkedeki şiddet oranları ve dışarıda girişilen savaşlar göz önüne alındığında aslında gerçekte de Amerikan toplumunun kurgudakinden çok da farklı olmadığını ve bu trendin dünyayı etkilediğini fark ediyoruz.
Asıl korkunç gerçek de bu zaten. Filmin sonunda "Dün gece iki oğlumu birden kaybettim. Amerikalı olmaktan gurur duyuyordum artık duymuyorum" diyen babanın sesine kulak verip sadece ülke içindeki şiddetin değil, aynı zamanda silahlanma yarışı, anti-terör yasası göz boyamalarla sınırların dışına taşan vahşetin de eleştirildiğini anlıyoruz.
Mary'nin zenci evsizi arayan saldırganları ekarte edip çocuklarını ve kendisini öldürmek isteyen komşularını affetmesi ise yönetmenin daha fazla kan akmaması dileğini vurguluyor.
“Arınma Gecesi” hayli rahatsız edici, sorgulayıcı ve meydan okuyucu bir yapım. İnsan olmanın ne anlama geldiğini bir kez daha düşünmemize vesile oluyor. (ZGŞ/EKN)