Şimdi sorular şunlar: Faiz artışı yeterli gelecek mi? Enflasyondaki artış ne kadar sürecek? Enflasyonla beraber reel faiz, sıcak paranın yeniden girişine yeterli olacak mı? Kurdaki artış nerede basamak yapacak, durulacak ? Faizin ve dövizin yeni dengesi ışığında ekonomik büyüme nereye seyredecek ? Muhtemel bir durgunluğun işsizlik, gelir bölüşümü, bütçe, iflaslar-el değiştirmeler gibi "seçmen tavrı"na etki eden sonuçları neler olacak?
Şu kadarını söyleyelim ki, özellikle iktisatla başı hoş olmayanlar için fazlasıyla dolaşık görünen bu yumağın doğru ucunu döviz kurunun düşük ya da gerçekçi belirlemesi oluşturuyor ve toplumun, başta iş çevreleri kesimi olmak üzere değişik sınıf ve kesimlerinin tavrı, kurla ilgili tavırla belirleniyor.
Daha net bir ifadeyle, çıkarı döviz kurunun düşük belirlenmesine odaklı önemli bir egemen kesim var ve onlar yeniden bu kurları geri çekmeye yarayacak bir sıcak para girişini gerçekleştirmek için Merkez Bankası'nı yeni bir faiz artışına zorluyorlar. Haziranın 20'sinde Merkez Bankası'ndan 2 puanlık bir faiz artışı daha bekleniyor. Haziran enflasyonunun seyrine göre, faiz artışı baskısı devam edecek. Amaç, reel faizi sıcak para açısından yeniden çekici kılıp sıcak para girişini hızlandırarak likidite bolluğu, dolayısıyla kur düşüşü sağlamak ve ucuz dövize odaklı birikimlerini sürdürmek. Bu kesimlere kısaca "sıcak paracılar lobisi" demek yanlış olmayacaktır.
Ancak, hemen belirtelim ki, aşağıda tasvir edilecek olan sıcak paracılar ve karşıtı kesimler, "yapısal" özelliği olan kategoriler değillerdir. Bunların duruşları için "konjonktürel" sıfatını kullanmak daha doğrudur.
Başka bir ifadeyle, bir kesimin bugün için sıcak para ya da düşük kur yanlısı görünmesi, o kesimin her döneme ait bir özelliği değil, bugünkü çıkarları ve yönelimleri açısından bir tercihidir. Bu kesimler, rüzgarın yönüne göre, tercihlerini ve yönelimlerini de değiştirebilecek özellikteler. Bu rezervi bir yanda tutarak, tasnifi şöyle yapabiliriz.
|
Sıcak paracılar lobisi
Bu kesimin, sıcak paraya bağımlılıkları, artan sıcak para girişinin kurları aşağı çekmesi, dolayısıyla aslında, döviz kurunun düşük seyrinde çıkarlarının düğümlenmiş olmasındandır. Kimlerdir bunlar, sıralayalım:
Türkiye'den alacaklı finansörler ve IMF: Türkiye'den alacağı olanlar, özellikle IMF, alacaklarının aksaksız ödenmesinde Türkiye'nin değerlenmiş döviz kuru politikası izlemesini uzun zamandır dayattı. Adı her ne kadar dalgalı kur politikası olsa da fiilen izletilen çizgi, aşırı değerlenmiş kurla ekonomiyi götürmek oldu. Düşük kurun enflasyonu da terbiye edeceğine Türkiye'yi inandıran IMF, bu yolla borçları çevirmeye yetecek bir vergi geliri tahsilinin mümkün olacağını, bütçede milli gelirin yüzde 6,5'i tutarında bir faiz dışı fazla yaratılabileceğini, düşük kurun enflasyonla mücadeleye yarayarak düzenli ve uzun ömürlü bir yabancı fon girişine imkan vereceğini savundu. IMF, buna Merkez Bankası'nı, hükümetleri de inandırdı. 2008'e kadar IMF ile yapılan anlaşma, kurun düşük seyri varsayımı üzerine senaryolaştırıldı. Dolayısıyla, o senaryodaki hedeflerin gerçekleşmesi için IMF, yine düşük kura dönüşü, bunun için de faizlerin yükseltilmesi başta olmak üzere, sıcak para girişini yeniden sağlayacak önlemler paketini Türkiye'ye dayatacak.
Açık pozisyondaki bankalar ve şirketler: Dövizin tekrar düşmesini uman ve ona göre lobi yapan kesimlerin başında bankalar ve dış kredi kullanmış şirketler var. IMF'nin duruşunu gözeterek pozisyon alan bu kesimler, kurun düşük seyrinin devamına inanarak , özellikle son yıllarda önemli miktarda dış kredi kullandılar. Aralarında özelleştirmeden TÜPRAŞ'ı alan Koç, Erdemir'i alan Oyak gibi büyük holdinglerin olduğu özel sektör, ciddi bir kur riski altında. Borç tablosunu bir kez daha hatırlatalım:
* Türkiye 2001 yılında 3,4 milyar dolar cari işlemler fazlası verir iken düşük kur politikasının sonucu, 2005 yılında cari işlemler dengesi yaklaşık 23 milyar dolarlık açığa dönüştü.. Son dört yılda birikimli cari işlemler açığı toplam 44,6 milyar doları buldu.
* Bu açığın finansmanı dış borçlanmayla yapıldı. 2001-2005 döneminde Türkiye'nin dış borçları toplam 113,6 milyar dolardan 170 milyar dolara çıkarak toplam 56,4 milyar dolar arttı. Bu artışın 21.6 milyar doları kamu borçlanmasından, 43,8 milyar doları da özel sektörün borçlanmasından kaynaklandı. Merkez Bankası da 8,9 milyar dolarlık borç ödemesi yaptı.
* 2001 sonrası dönemde Türkiye'nin dış borçlarındaki artış esas olarak özel sektör kaynaklıdır. Özel sektör içerisinde de bankalar ( ve diğer finansal kuruluşlar) 20,2 milyar, şirketler ise toplam 23,6 milyar dolarlık dış borçlanma gerçekleştirmişlerdir.
* Yani Türkiye'de reel sektör de denilen şirketlerin doğrudan dış borçlanması hızla arttı, 4 yılda iki kat artan şirket dış borç stoku ekonominin yeni yumuşak karnı durumuna gelmiştir.
* Bankacılık kesiminin, açık pozisyonu olmadığı ise pek inanılır değildir. Sadece Döviz Tevdiat Hesapları nedeniyle bankacılık kesimi son kur artışlarından önemli bir zarara uğradı. Buna, Hazine kağıtlarına yaptıkları yatırımlardan dolayı uğradıkları zararı da eklemek gerekir. Kredi plasmanlarını, IMF ile imzalanan 2008'e kadarki anlaşmada öngörülen kur hedeflerine dayandıran bankacılık kesimi de şimdi tekrar kurlarda eski günlerin gelmesi için lobi yapacak kesimler arasındadır.
* Bankacılık kesimi, sıcak paralı günlere başka bir nedenle de muhtaçtır. Stok olarak 63 milyar doları bulan sıcak para, finans sektörü için önemli bir iş hacmidir ve o paranın borsaya, hazine kağıtlarına aracılığını yürüten bankacılık kesimi için sıcak para trafiğinin eksikliği büyük kayıptır.
İthal girdi kullanan ihracatçılar: Düşük kur politikasına göre pozisyon belirleyenlerden bir kesim de, yoğun ithal girdi kullanan ve ihracat bağlantısına giren kesimlerdir. Dahili işlem rejimi isimli, vergi muafiyetleri sağlayan ihracat teşvikinden yararlanmak üzere ihracat taahhüdünde bulunan, ama bu ihracat için, dövizin ucuzluğunu fırsat bilip yüzde 65-70'lere varan oranda ithal girdi kullanan bu kesimler, bir anda yükselen kurlarla ithal girdi temini halinde kendilerini zararda bulacakları için, onlar da bir an önce düşük kura dönüşün özlemi içindeler.
İthal girdi kullanan yatırımcılar: Türkiye'de, özellikle son 3 yılda, yakalanmış görünen sözde istikrar havasının etkisiyle yatırımlar hızlandı. İmalat sanayii, turizm, ulaştırma, konut, yatırım yapılan alanların başlıcaları. Bu yatırımlarda, düşük kurun süreceği varsayımıyla, makine-yoğun teknolojilere, ithal girdi kullanımı ağırlıklı tercihlere yönelindi. Yurt içinde üretildiği halde düşük kur nedeniyle daha ucuza gelen Uzak Asya malları için angajmanlara gidildi. Bu tür yatırım tercihine, büyük lüks konut yatırımcılarının bile gittiği biliniyor. Yükselen döviz kuru, bu kesimlerin yatırım maliyet hesaplarını altüst edeceği için bu kesimler de düşük kuru sağlayacak lobiye dahiller.
Ve hükümet: AKP iktidarı, seçimler öncesi, sıcak para trafiğini kolaylaştıran sermaye hareketlerine kontrol getireceğini, sıcak para düzenini sona erdireceğini vaat etmişti. Ancak iktidara gelince hemen kurulu düzenle uyumu seçti. Kısa sürede de iktidar kalmanın bu düzene uymaktan geçtiği fikrine teslim oldu.
Bugün düşük döviz kuruna dönüşe, kamu ekonomisini yürüten hükümet ayrıca kendini mecbur hissediyor. Son yıllarda azaltıldığı iddiasına karşın, hükümetin sırtında, bir kısmı IMF'ye ait olmak üzere önemli bir dış borç yükü (ana para ve faiz) var. Bu borcun ve faizinin geri ödemesinin yükselmiş kurlarla yapılması önemli bir külfet hükümet için. Bunun yanı sıra, izlenen yanlış enerji politikasının sonucu , başta ham petrol ve doğalgazın artmış döviz kurlarıyla ithali, önemli bir maliyet enflasyonuna yol açacak. Ayrıca, sivil ve askeri kesimin yaptığı ithalatın, yapılmış siparişlerin de maliyeti yükseleceği için, düşük kura dönüş, bunu sağlamak için de sıcak paranın kaprisini çekme, onun spekülatif faizini vermeye, hükümet mahkum görünüyor.
Anti sıcak paracılar
Düşük kura dönüş, bunun için de sıcak para yatırımcılarının peşinde oldukları spekülatif faizleri vermeye toplumu razı etmeye hazır lobiye kimler karşı durabilir? Ucuz döviz lobisine karşı, üretimi, istihdamı, yerli değerleri önemseyen, bunun gelişimini sağlayacak gerçekçi kur yanlısı olabilecek kesimler şunlar:
Gerçek ihracatçılar: İhraç ettikleri ürünler içinde ithal girdi oranı düşük olan tarımsal ürün, maden ihracatçıları, gıda ihracatçıları, cam-çimento-seramik ihracatçıları gibi kesimler, ithal girdiye pek teslim olmamış tekstil-konfeksiyon ihracatçıları, ucuz döviz yerine, enflasyonla ilişkilendirilmiş gerçekçi kurun tarafı olacak kesimlerin başındalar.
Turizmciler: Düşük kur, birçok sektörde olduğu gibi, bu dalda da Türkiye'yi yoksullaştıran, tarihi ve doğal güzelliklerini yok fiyata satmasına neden olacak sonuçlar doğruyor. Turizmciler, gerçekçi kur sayesinde daha fazla rekabet gücü, dolayısıyla pazar bulacak, artan turist girişi ile hem kendileri hem sektöre hizmet veren geniş bir kesime ivme kazandıracaklardır. Özellikle Avro'nun gerçekçi fiyatı bu kesimin talebi olmak durumunda.
Nakliyeciler,dış müteahhitler: Gerçekçi kur, döviz kazandıran diğer kesimleri, örneğin kara taşımacılığı yapan kara ve deniz nakliyatçılarını, dışarıdaki taahhüt sektörünü, öteki dış yatırımcıları teşvik edecek bir uygulama olacağı için bu kesimlerden de destek görür.
Yerli KOBİ'ler ve çalışanlar: Şurası kesin ki, ucuz döviz, düşük emek avantajı olan Asya malları karşısında irili ufaklı birçok üreticiyi, KOBİ'yi zor duruma soktu. Birçok işletme kepenk indirdi. Yılardır yapılan işleri birikimleri değersizleştirip çöpe attırdı. Birçok makine parkı mezarlıklara terk edildi. Öte yandan, bu yıkıcı rekabet, işyerlerine işçi-işveren ilişkilerine de yansıdı ve yıkıcı ithalatla rekabet etmek için en çok da çalışanlardan fedakarlık istendi, ücretler düşürüldü, iki kişinin işi tek kişiye yaptırılmak istendi. Kayıt dışılık, insanlık dışı çalışma biçimleri arttı. Yeni yatırımlarda ucuz kurdan yararlanılarak emek yoğun teknolojiler yerine makine yoğun teknolojiler seçildi. Büyüme iddialarına rağmen istihdam artmadı, işsizlik çoğaldı. Dolayısıyla, bazı yerli ve yabancı egemen lobinin yeniden peşinde olduğu, sıcak para spekülatörlerinin himmetine muhtaç ucuz kur politikasına karşı, gerçekçi kuru ve onunla birlikte izlenecek üretici, istihdam dostu politikaları seçmek, KOBİ'lerin, oralarda çalışan kesimlerin de yararına olacaktır.
Tarım kesimi: Ucuz kur politikası, toplumun önemli bir kesimini oluşturan tarım kesimini de mağdur etti. Ucuz kur ile artan tarım ürünleri ithali karşısında birçok üretici topraklarını terk edip büyük şehirlere yığıldı. IMF ve Dünya Bankası ikilisinin düşük kur politikasının devamı olan, tarıma destekleri budama politikası, birçok küçük üreticiyi üretimden soğuttu.
Gerçekçi kur, tarım üreticisini hem ihracata dönük tarıma motive edebilir hem de yıkıcı tarım ithaline karşı korur. Sırf bu nedenle bile, tarım kesiminin çıkarı, ucuzcu kur lobisinin karşısında, üretimden, ihracattan yana kesimlerin yanında olmaktır. (MS/TK)