Anlaşılan o ki, öncelikle yeniden yaşanabilecek bir sıcak para girişinin tahribatını önlemeye dönük olarak gündeme getirilen tasarı, dolarlaşma sürecine müdahale edecek ve sermaye giriş çıkışlarına belli kısıtlar getirecek. İyi de yapacak, eğer başarılır ve son anda mahut çevrelerden yılıp vazgeçilmezse...
Aralarında bu satırların da yazarının olduğu Bağımsız İktisatçılar yıllarca, 1989da Özalın devreye soktuğu bu finansal serbestinin Türkiye şartlarında çok erken yapıldığını ve başına çok işler açacağını söyledi, yazdı, çizdi. Malum televolecilerce kumanda ekonomisinin malum itirazları diye dudak bükülen bu eleştiriler bugün gündeme getirilen tasarı ile doğrulanmış ve dediğimize gelmiş bulunuyorlar.
32 sayılı karaname ile getirilen sermaye giriş çıkışlarındaki liberallik, daha doğrusu başıbozukluk, Türkiyeye çok ağır faturalar yükledi.
Kurun sabite yakın faizlerin ise yüksek tutulduğu 1990lı yıllar boyunca, bu serbesti ortamı, ülkeye kısa vadeli sermaye ya da sıcak para girişini kışkırttı. Ve bu yolla giren sıcak para devleti fonlarken çok büyük reel faizlerle ülke değerlerine el koydu, üretici iklimi deforme ederken rantiye iklime alan açtı. Büyük kaynak kaybına, üretim eşiğinin aşınıdırılıp ülkenin üretici dinamiklerini yok etmeye götüren bu politika, cari açık krizlerinde yaşanan sermaye kaçışları ile de ülkeyi sık sık krize soktu.
En sonuncusu 2000/2001 krizinde yaşanan bu sıcak para oyununa karşı bulunan çözüm dalgalı kur oldu. Dalgalı kurun getirdiği bilinmezlikle bir süre geri çekilen sıcak paranın son zamanlarda yeniden Türkiyeye rağbet ettiğine ya da edeceğine dair belirtiler ortaya çıktı. Neydi bu belirtiler?
Öncelikle döviz kuru, enflasyonun çok gerisinde kalmış olmasına karşın artmıyordu. Yani sabitlenmiş gibiydi. Buna karşılık reel faizler hiç de fena değildi. Üstelik 2004 yılı için Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti, IMF koordineli programda dolar kurunun yine düşük tutulmasını, ortalama yüzde 7 artmasını öngörmüştü. 2003 yılında ortalama 1.5 milyon TL olan dolar kuru, 2004te ancak yüzde 7 artacak ve 1.6 milyon TL de kalacaktı.
Öngörülen yüzde 12lik enflasyonun bile çok altında kalan bu dolar artış öngörüsüne karşılık, faizler 2004te yüksek seyredeceğe benziyor. 2004 bütçesinde faiz harcamaları için ayrılan kalemde bonkör davranılmış ve enflasyon hedefinin çok üstünde yüzde 30a ulaşan bir faiz bütçesi öngörülmüştü. Bu, kur sabite yakın, reel faiz ise ağız sulandırıcı demekti.
Döviz kuruna doğrudan müdahale etmese de çıpa benzeri bir politika getiren, buna karşılık faiz silahını havada sallayarak kuru artırmayan bu politikanın anlamı ne? Anlamı şu: 2004 yılı herşeyden önce bir istikrar bir durulma, derlenme-toplanma yılı olacak. Program yüzde 5 büyüme öngörse de, gerçekleşmesi zor. Yani hem bu kur ve bu enflasyon hedefine sahip olmak hem de bununla yüzde 5 büyümek zor.
Büyüme mi, enflasyon mu, ikileminde tabi ki enflasyon denilecek ve kurlara dokunmadan tüm değişkenlerin kura ve enflasyon hedefine biat edeceği bir ekonomi politika izlenecek. Faizler yüksek tutulacak ki dövize yönelinmesin, ekonomi ısınmasın. İç talep bastırılacak ki, ithalat artmasın, döviz ihtiyacı artmasın, kur yükselmesin.. Kuru neden artırmıyorsunuz diyen ihracatçıya da kuru bırak git, reel ücretlerle, verimlilik artırıcı önlemlerle teselli, destek bul denilecek, deniliyor. Böylece cari açığın büyümesi ile yaşanan kriz tehlikesi, düşük ithalat, normal ihracat ve turizm ile yani düşük büyüme ile atlatılacak.
Bütçe zaten iç talebi daraltmaya, kemer sıkmaya dönük bir bütçe. Faiz dışı fazla hedefi 2003ten farklı değil. Maaşlar kısılıyor, sosyal harcamalar artmıyor, yatırımlar artmıyor, üstüne üstlük yerel yönetim ve KİT alanlarında kemerlere yeni delikler açılacak ve sosyal güvenlik transferleri büyük tırpan yiyecek.
Özetle, yüzde 12 enflasyon zaferine ulaşmak için döviz kuru yüzde 7 artışlarda tutulacak. Büyüme, dış ticaret, faiz hepsi bu enflasyon hedefine göre ve kur artışına göre dizayn edilecek. Yeniden ortaya çıkan Sabit kur/ yüksek faiz fırsatını kaçırmayacak sıcak paraya da hop dedik denilip, kırmızı ışık yakılacak. Mevzuattaki değişikliklerle, kısa vadeli sermayenin ya da sıcak paranın iç talebi kışkırtmasına, kuru baştan çıkarmasına ve hedefleri sulandırmasına izin verilmeyecek.
Toplumu bunca yıldır dolarlaştırmış olmanın yarattığı sıkıntıları aşmak için, nihayet onca ödenen bedelden sonra, doları unut, TL ile düşün zihniyetine geçilecek. İyi de yapılacak.
Adalet nerede?
Ama bütün bunlar önümüzdeki 2004 programını ve hedeflerini kutsamamızı ve onaylamamızı gerektirmiyor. Bu yüzde 12 enflasyon hedefi uğruna göze alınacak olanlar fena halde adaletsiz uygulamalar ve fena halde eşitsizlikleri büyütecek.
Bütçede, yine yatırım yok, yine sosyal harcama yok, üstelik sosyal güvenlik harcamalarına saldırı var. Bütçede vergilerde adalet yok, tersine dolaylı vergi oranı yüzde 70e çıkıyor. Bütçede memurlar yine hedef ve özelleştirme ile kamusal kaynaklar yine okkanın altında. Bütün bunlar gelir dağılımında adaletsizlik ve işsizlik demek.
Kamu maliyesi alanının dışına çıktığımızda 2004, büyüme yılı olmayacağına göre, daha doğrusu iç talep bastırıldığı için iç pazara dönük büyüme kısıtlanacağına göre, iş bekleyenlere bu yıl da umut yok. İhracata dönük büyüme için ise, dışarıda rekabet gücü bulmak için, döviz kurunu unutun, reel ücretleri daha da düşürün, iki kişinin işini tek kişiye yaptırın diyorlar. Alın size yoksullaşma. Alın size işsizlik...
Peki iş borçlara, faizlere gelince. İşte orada tam bir teslimiyet, tam bir sadakat var. Alacaklıların uykusunu kaçıracak en ufak bir şey yok..
Özetle, her şey tek haneli enflasyon , her şey istikrar için... İstikrar için çaba çok ama bunun faturası için adalet yok!... (BB)