Shakespeare, Trump ve strateji

‘’Ve böylece çıplak kötülüğümü, Kutsal Kitap'tan çalınmış
tuhaf eski sözlerle süsleyip,
En çok şeytan rolünü oynadığım zamanlarda
aziz gibi görünmeyi başarıyorum.’’
(Shakespeare: Richard III)
Shakespeare'in iktidar çatışmalarını anlatırken, yarattığı karakterler sadece kendi zamanının değil, zamanının ötesinde gerçekliğini koruyorlar. İktidar ilişkileri, bu ilişkilerde aristokrasiden yana tavır alması, kitleleri bu tür ilişkilerde bir edilgen bir yığın olarak algılayan Shakespeare, günümüze kadar gelen karekter analizlerini bıraktı. Günümüz siyasetinde hâlâ varlığını koruyan bu karakterler ve onların dahil olduğu strateji tartışmaları, iktidarı ele geçirme ve muhafaza etme, edebiyatın güncel yaşama sarmalığı yerlerden biri. Bu yazıda, Trump'ın yeniden başkan seçilmesiyle, güncel siyasetteki strateji konusu, Shakespeare'in eserleri ışığında tartışmaya açılıyor.
Hegel ve Shakespeare
Hegel'e göre, Shakespeare'in karakterlerinin birçoğu prens sınıfından olsa da, bazıları artık efsanevi unsurlar barındırmamakta ve tarihsel koşullara yerleşmektedir. Bu karakterlerin hikâyeleri, düzen ve hukuk bağlarının gevşediği veya tamamen çöktüğü, iç savaş benzeri kargaşa dönemlerinde geçmektedir. Karakterleri, bu dönemlerin özelliklerine uygun olarak bağımsızlık ve özerklik kazandıklarını ifade ederler. Bu bağımsızlık çabası aynı zamanda bir trajedinin hikâyesidir. Örneğin, Lady Macbeth dini ve ahlaki kısıtlamalardan bağımsız, yalnızca güç arzusuyla hareket eden, eşini bir araç olarak kullanan ve trajik düşüşünü içsel bir çözülmeyle (delilik) yaşayan katı bir karakter olarak tasvir edilir.
Hegel'e göre, Shakespeare'in eserlerinde cadılar ve hayalet gibi doğaüstü figürler, karakterlerin iç dünyasının derin, gizli arzularını ve psikolojik çatışmalarını yansıtan sembollerdir. Macbeth'teki cadılar, dışsal olarak kaderi belirler gibi görünse de, aslında Macbeth'in en gizli isteklerini ortaya koyar; Hamlet'teki hayalet ise, Hamlet’in karanlık içsel sezgilerinin objektif bir ifadesi olarak, büyük bir olayın yaşanması gerekliliğini imâ eder, ancak Hamlet bu varlığı körü körüne kabul etmeden önce şüpheyle doğrulama çabasına girer. Bu şekilde, Shakespeare karakterlerinin trajik derinliği, dışsal semboller üzerinden içsel gerçekliklerine işaret ederek, onların hem dönemlerine hem de zamansız evrensel niteliklerine vurgu yapar.
Hegel, Shakespeare’in karakterlerini çağdaşları Kotzebue ve Kleist’in karakterleriyle karşılaştırarak, çağdaşlarının yarattığı karakterlerin içsel çatışma ve kararsızlık içinde olduklarını belirtir. Shakespeare’in karakterleri, özgürlüklerinin peşinden giderek trajik sonlarına doğru sürüklenir. Böylece, Shakespeare'de tragedi, antik Yunan trajedisinden farklı olarak, tanrıların ya da doğanın keskin müdahaleleriyle değil, bireyin kendi iradesine ve içsel mücadelelerine dayanır; özgürlüğün bedeli ise trajik son olur. İşte bu, Shakespearevari bir trajedir. Shakespeare'de trajedi, bireyin kendi hedeflerini tüm toplumsal ilişkilerin merkezine yerleştirmesi sonucunda doğar. Bireyin elinde toplanmış sınırsız güç, istemlerini komplolar ve manipülasyonlarla gerçekleştirme, shakespeare’in kaleminde trajediye sürüklenir. Bu çatışma yalnızca protagonistleri değil, bazen halkları da savaşlarla dolu felakete sürükler.
Ulaşılmazlık ve Machiavelli eleştirisi
Marx, sanatın ekonomi ve teknoloji ile paralel ilerlemediğini, yani toplum ilerledikçe sanatın da otomatik olarak gelişmeyeceğini belirtir. Eski Yunan ve Shakespeare, insan doğasının temel yönlerine hitap ettikleri için eserlerinin evrensel değerlerini koruduklarını ve ‘’ulaşılmaz’’ olduklarını ifade eder; ancak bu eserlerin üretildiği toplumsal koşullar artık mevcut olmadığından, benzer yapıtların yeniden ortaya çıkması artık mümkün değildir. Taklitlerin genel olarak yaşadığı en büyük çıkmaz budur aslında.
Shakespeare, Montaigne ve Machiavelli'nin fikirlerinden beslenmiştir. Shakespeare’in evrensel eserlerinden biri olan III. Richard, Güller Savaşı’nın sonunu ve Tudor Hanedanı’nın yükselişini anlatır. 'Şimdi hoşnutsuzluğumuzun kışı, York'un bu oğlu tarafından görkemli bir yaz yapıldı' diye başlayan eserde, York Dükü Richard, güç tutkusu ve entrikacı doğasıyla tahta ulaşmak için manipülasyon, ihanet ve cinayetlere başvurur. Ünlü monoloğunda, savaş sonrası barış döneminde artık gereksiz görülen savaşçı kimliğini ve fiziksel kusurlarının toplum tarafından nasıl dışlandığını bahane ederek, tüm gücü ele geçirmeye kararlı olduğunu açıklar.
Machiavelli’nin önerdiği siyaset biçimini aristokrasiye yakıştıramayan Shakespeare, onların yaşadığı trajedileri ise bu siyaset biçimiyle bağlaştırır. Lakin, Jack London’ın Martin Eden'inde Nietzsche’nin üst insan fikrinin trajik sonu işlendiği gibi, III. Richard da Machiavelli’nin Prens anlayışıyla başarısız olmanın anlatımı işlenir; ancak bu anlatım, bazı okuyucular tarafından eleştiri değil, onay olarak algılanabilir. III. Richard etkisi ise çok çeşitli yollardan günümüze kadar gelmektedir. Margaret Thatcher iktidarının öncesindeki 1978–79 kışı hoşnutsuzluğun kışı olarak tarihe geçer. Bİr başka örnek ise 1995 yılında ise Ian McKellen’ın etkileyici performansıyla, modern siyasi ilişkiler içinde Richard III beyaz perdeye geçmesidir.
III. Richard ve Trump
III. Perde, 7. Sahne’de Richard, tahta çıkışını sağlamak için halk ve soylular üzerinde baskıyı artırır ve 'Ben istemiyorum ama halk beni zorluyor' söylemiyle manipülasyon yapar. Manipülasyon, kitleleri önceden hazırlanmış bir anlatıya inandırma sürecidir. Richard, kardeşini, yeğenlerini ve rakiplerini bertaraf etmek, halkı kandırmak ve yalanlar yaymak suretiyle iktidar mücadelesinde bu yöntemi kullanır. Bu manipülasyon taktikleri modern siyasette de gözlemlenebilir. Wall Street Journal'ın belirttiği üzere, 'Başkan Trump hiçbir zaman hata yaptığını kabul etmez ama sık sık fikir değiştirir.' Bu özellik, Bonapartizmin evrensel bir özelliği olarak karşımıza çıkar. Trump’tan Erdoğan’a kadar pek çok liderde bu durumu gözlemleyebiliriz. Thatcher’in de ifade ettiği gibi, savaşlar zayıflıklarını göstermekten gelir, bu yüzden Trump ve diğer benzeri liderler özeleştiriden (bu onlara göre zayıflıktır) uzak durarak siyaset yapmaya çalışırlar.
Antik Yunan trajedisi genellikle tanrıların, kaderin ve doğa yasalarının belirlediği zorunluluklarla şekillenirken, Shakespeare’in trajedisi bireyin kendi özgürlüğü ve iradesi ile olur. Trump, uluslararası kuruluşları ve diplomasiyi yok sayarak, kendi özgür davranışı içinde kaderini belirleme çabasına girerek, bir Shakespeare trajedisine daha çok benzemektedir. Shakespeare trajedilerinden farklı olarak, Trump için sadece ikinci kez başkan seçilme hakkı, onun trajedisinin sonunu iktidar iken görmemeniz önüne geçebilir.
Siyaset de Shakespeare’nin eserlerine atıfa örnek olarak, Thatcher’ın 1989 yılında söylemidir. Kendisi bir Macbeth’den ögrenir ve siyasetinde onu kendisine rota olarak kullanır: “Savaşlara neden olan zayıflıktır, saldırganı cezbeden zayıflıktır ve İşçi Partisi'nin karmakarışık ve kaçamak tutumunu karakterize eden de zayıflıktır. Macbeth'in sözleriyle: 'Karışıklık şimdi başyapıtını yaptı'.” Hukuk ve düzen bağlarının gevşediği savaşlar döneminin bilgileri, Shakespeare ile Thatcher’in dönemine kadar nesilden nesile aktarılmaktadır.
Kitle, sınıf ve Shakespeare
Gramsci, Shakespeare’in aristokrasiyi merkeze aldığını belirtir. Yani işçi sınıfı ile halkı eserlerinde ele almadığını belirtir. Oysa Thomas Münzer, Shakespeare’in doğumundan yaklaşık 50 yıl önce Almanya’da köylüleri eşitlikçi bir toplum için krallara ve beylere karşı ayaklanmaya çağırmıştı. Shakespeare, Coriolanus eserinde halk ile konsüllerin ortak karar mekanizmalarına sahip olmasını eleştirir: "Bu, konsülleri değersizleştiriyor; iki otorite yükseldiğinde, hiçbiri üstün olmaz ve bu ikilik arasında ne kadar çabuk kaosun doğacağını görmek ruhumu acıtıyor." Shakespeare, yöneticilerin halkın desteğini alması gerektiğini vurgularken, halkın doğrudan yönetme erkine sahip olmasını ise reddeder. Yani, Shakespeare iktidar mücadelesinde demokrat değildir, tiranlık karşıtı bir aristokrat taraftarıdır.
Nietzsche, Shakespeare için Sezar tipini tasarladığı için Homo Ecco kitabında över. Domenico Losurdo’ya göre övgünün sebebi Nietzsche’nin elitist bir yüksek kültür savunması değil, aynı zamanda otoriter, hiyerarşik bir düzenin kurulması gerektiğini dile getirmesidir. (Nietzsche, The Aristoric Rebel, S.367) Shakespeare’nin Sezarı Nietzsche'ye göre evrensel olan bir iktidar tiplemesini ortaya çıkartmıştır. Losurdo’ya göre de Bonapartizmin tasviridir bu.
Gramsci, yaşadığı geçiş dönemini (interregnum), yani canavarların dönemi olarak tanımlar; şüphesiz, III. Richard bu canavarların prototipidir. Trump ise, Shakespeare’in kaleminden çıkmış gibi öngörülemez, provokatif, kaotik, narsisist, kurnaz ve kutuplaştırıcıdır. Asıl soru, Shakespearevari bir trajedinin Trump’a mı yoksa dünya halklarına mı yazılacağıdır. Trump'ın bireysel olarak bir başkanlık seçimi içinde trajedisini yaşaması zorlaştırılmış iken, dünyanın birçok yerindeki işçiler, halklar ve ezilenler için yeni bir trajedi olabilecek kadar uzun bir zaman.
Strateji ve taktik
Strateji bir politik öznenin tüm toplumsal ve siyasal alandaki güç ilişkilerini değiştirme çabasını kapsar. Nihai hedef için tüm güçlerin –maddi, manevi, ideolojik– nasıl seferber edileceğini planlanmasıdır. Taktik ise stratejinin belirlediği genel yön içinde yer alan daha kısa vadeli, dar kapsamlı, belirli hedeflere ulaşmak için kullanılan somut adımlardır. Taktik, örneğin bir grev, bir gösteri, bir seçim müdahalesi olabilir.
Shakespeare’in eserleri, savaşın sadece bir meydanda toplanmış askerlerin ölümüne mücadelesi olmadığını, aynı zamanda psikolojik, politik ve stratejik ile hazırlanan, yürütülen ve bitirilen bir süreç olduğunu belirtir. Henry V’de Kral Henry, St. Crispin’s Day konuşmasıyla Fransızlara göre daha az sayıdaki ve yorgun düşmüş askerlerini motive ederek moral gücünün savaşta belirleyici olduğunu ortaya koyar. Julius Caesar’da Brutus ve Cassius’un Philippi Savaşı öncesindeki stratejik zamanlama hataları, saldırının doğru anının belirlenmesinin kritik önem taşıdığını gösterir. "İnsan ilişkilerinde bir gelgit hareketi vardır. En yüksek dalgayı doğru zamanda yakalamak, insanı hayra götürür. Şu anda öyle bir denizde yüzüyoruz. Ve ben dalgaların yükselmekte olduğunu hissediyorum.’’ (Çev.:Sibel Alaş) Brutus’un zamanlama hatası, savaşın kaderini belirler. III. Richard'da düşmanlarını birbirine düşüren Richard, aynı zamanda manipülasyon ve entrikanın savaş stratejisinde nasıl etkili olduğunu sergiler.
Hamlet’te saray içi entrikalar, karşı tarafı yanıltmaya yönelik hamlelerin siyasetin bir parçası olarak ele alınırken, Coriolanus’ta ise iç politik bölünmelerin ve bunların sınıfsal karakteri ve savaşa etkileri işlenir. Shakespeare, savaşın yalnızca cephede değil, liderlerin karar alma süreçlerinde, halkın manipülasyonunda ve psikolojik üstünlük sağlama becerisinde kazanıldığını vurgular.
Dönem dünya çapında Bonapartlar dönemi, bunları temsilen sivrilen isim ise Trump. Birbirlerini modelleyen, alan açan, legitimasyon sağlayan bir yapı içindeler. En güncel örneği bunun, Musk’un Almanya’da ırkçı parti AFD’ye açıktan destek vermesi gibi. Türkiye’deki rejim de bunun dışında düşünülemez. Yani günümüzdeki her Bonapartin hayalinde Trump kadar güçlü hamlelere sahip olma hayali yatarken, Putin gibi uzun iktidar süreçlerini de model olarak alıyorlar. Siyaset biçimi nasıl bir uluslararası bir modeli temsil ediyorsa, ona karşı duruş da, enternasyonal öneme sahip olabilir. Kitlesel desteği tehlikeye giren Erdoğan devlet aygıtı üzerinden hamleleri gerçekleştiriyor ve muhalefeti, böl ve yönet hamleleriyle paralize etmek istiyor. Devlet aygıtına dayanarak yaptığı siyasi hamlelerin, karşı tarafta çözülme, hamleleri geciktirme, kendine gerekli olan zamanı kazanma hamleleri olarak gördüğü ortada.
Türkiye’deki en basit demokratik talepler bile gelinen noktada, kitlesel hareketler olmadan gerçekleşemez. Kitlesel hareketler sadece mitingler ve yürüyüşler olarak algılanmamalı, kitlenin kendi örgütlenmesi ve toplantılarının da önü açılmalıdır. Genel grev gibi, tüm kitlesel harekete birer ekonomik güç katacak, siyaset gücünün işçilerinin emeği üzerine kurulduğunu tekrar hatırlatacak hamlelere ihtiyaç var. Shakespeare’in görmezden geldiği, kitlelerin kendi eylemlikleri, karar ve yetki organlarıyla mücadelenin içinde yer alması, hâlâ iktidar blokları arasındaki mücadelelerin zayıf yanını oluşturmaktadır. Aynı zamanda Türkiye şartlarında mücadelenin kazanımları ve deneyimleri, tüm dünyadaki kitlelere örnek olabilecek öneme sahip. Türkiye’deki demokrasi kazanımları kitlelerin dinamiği üzerinden kullanılabilecektir ancak.
Dünyanın bu hoşnutsuzluğunun kışında, Shakespeare’i ve insanlık bilgi hazinesini oluşturan isimleri yeniden okumak zamanıdır. “Taç giyenin başı huzursuzdur,” der Shakespeare, Heinrich IV’in ağzından. Bu söz, kralların korkularını dile getirir: Tahtlarını kaybetme ihtimali ve paranoyaklaşan, yalnızlaşan bu kişilerin en çok da halkın kendilerine karşı toplanmasından duydukları endişeyi ortaya koyar. Bonapartların halkla kurdukları ilişki ise, gerçeği en çıplak haliyle ifade ettiklerini iddia ettikleri anda bile hâlâ yalan söylemekte ve bu yüzden aralarında asla güven ilişkisi kurulamaz. (VHY/TY)
Սհաքէսփէարէ, Թրումփ վէ Սթրաթէժի

Prof. Sassen: Toprak ve su güçlü aktörlerce ele geçiriliyor

Sosyolog Fassin: Hepimiz Korur- Fincancı’nın insan haklarını savunmalıyız

Prof. Sassen: Şebnem Hoca hepimizin onurudur

HALİS YILDIRIM YAZDI
Chemnitz Vakası: Ksenofobi Değil, Foygonfobi
