Survivor programı, İslam'ın esaslarını değil ama Türklüğün kudretini, erkeklerin kabiliyetini, kadınların kıskançlığını ve acizliğini, Yunanlının oyunbazlığını ve "bir-sıfır geri"liğini olabilecek en yalın haliyle, davulcu tedhişi yüzünden uykusu bölünen bizim gibi milyonlara aktarma fırsatını yakalamış bulunuyor!
Yunanlar ve Türkler karşı karşıya
Evvelden "firarda" olan Acun Ilıcalı'nın hazırlayıp sunduğu yarışmanın özeti şu: Türk ve Yunan gençlerinden oluşan iki takım, denizin ortasında, iki farklı adaya düşüyor! Hem doğa şartlarıyla, hem de birbirleriyle yarışıyor ve 250 bin avro olan ödülü kazanmaya çabalıyorlar.
Davul gümbürtüsünden uyandıktan sonra açtığımız televizyonda, beyaz sakallı bilgelerin olmadığı tek program olan Survivor çoktan başlamış olduğu için, yarışmanın amacını, ilerleyen dakikalarda, satır aralarından öğrenebiliyoruz: "Gaye, Yunan ve Türkleri bir araya getirmek!" Niyet böyle sunulsa da aslında yarışmanın amacının Yunan ve Türkleri bir araya değil, karşı karşıya getirmek olduğunu, yarışmanın her saniyesinde cinsiyetçi, ırkçı ve faşist söylemin programdaki hâkimiyeti sayesinde anlıyoruz.
"Heriflere bi'şey kalmasın!"
Hepsi yüksek tahsil görmüş, meslek sahibi Yunan ve Türk gençlerini, ilkin bir gemide hep beraber dans edip eğlenirken görüyoruz. Eğlenceden hemen sonra, yarışma icabı, yirmiye yakın genç, kendilerine cüzi miktarda (her gruba 80 Dolar) para verilerek denize atılıyor ve Türkler ayrı, Yunanlar da ayrı adaya gitmek üzere, alışveriş yapacakları köye ulaşıyorlar. Kendilerine verilen sınırlı para, elli gün boyunca kalmaları öngörülen adada yaşayacak kadar erzak almalarına yetmediği için, köylülerin mallarını çalmaya, hatta gasp etmeye başlıyorlar! Dahası, mallarının alınmasına engel olan bir köylüyü, bir Türk genci boğazından sıkıp sürüklüyor! Bir Yunan genci de çaldığı tavuğu, kamera karşısında boğazlayarak öldürüyor. Yarışmanın kaidesi gereği, çalıntı mallar adaya götürülemiyor ama gençler bu kuraldan bihaber oldukları için, köylülerin mallarını gasp edip çocukların gözleri önünde köyde terör estiriyorlar. Bu esnada bir Türk genci, köyde kibrit satan tek dükkândaki tüm kibritleri almayı salık veriyor arkadaşlarına, "hepsini alın lan, heriflere bi'şey kalmasın!" Kendileri gibi ıssız adada kalacak olan Yunan gençleri ateş yakamasın (soğuktan donsun) diye bütün kibritleri almaya paraları yetmiyor Allahtan!
Tüm bu olup bitenler karşısında, televizyonu kapatamayacak kadar hayretler içinde kalmışken, kim dönüp aksakallı bilgelerin orucun yararları hakkındaki fetvalarına tenezzül eder ki! Saatlerce süren yarışmanın rengi, giderek daha hayretlik boyutlar kazanıyor zira. Her yandan ezan ve davul seslerinin yükseldiği sahur vaktinde, ırkçı, cinsiyetçi söylemi, yarışma adı altında pazarlayan televizyon programlarının yayınına müsaade edildiğine inanası gelmiyor insanın. Aklı başında her izleyiciye, nasıl yani, ramazan ayında sevişmek haram da faşizm helal mi, dedirtiyor "Survivor".
Yarışma programı hem Türkiye hem de Yunanistan'da yayınlandığı için bizler, daha çok Türk gençlerinin maceralarını görüyoruz ama "Yunan Adası"ndaki gençlerle yapılan röportajlardan parçalar da arada bir aktarılıyor.
"Türklere hiç ısınmadım"
Türk gençleri, kendi aralarındaki tartışmalarla uğraşadururken, Yunan gençleri hayatlarını sürdürebilmenin yollarını arıyor. Bir yandan da kameraya, gemideki dans sefasında Türklere hiç ısınmadıklarını, onları hiç sevmediklerini ifade ediyorlar.
Adadaki ikinci gün, Türk gençleri bir kargayı yakalayıp kürekle kafasını uçururken, aralarındaki kadınlardan biri bu vahşete dayanamayıp ağlamaya başlıyor. Sansürlenmeden aktarılan bu vahşet görüntüsüyle övünen Türk erkekleri, "ne yani, aç mı kalalım" diyor, ağlayan kadın yarışmacı arkadaşlarına. "Türk adasında" sadece bir erkekle birlikte dolaşan, dertleşen kadın yarışmacılardan biri ise, bu yakınlaşmayı şu cinsiyetçi cümleyle izah ediyor; "İstanbul'da da benim bayanlardan çok erkek arkadaşım var. Bir kadının gözünü oymaya çalışan, hep bir kadın olur çünkü..." Yarışma boyunca "güçlü, becerikli, sorunlarla baş edebilen erkek, doğa şartlarına ayak uyduramayan kadın" klişesi yeniden üretiliyor.
"Yunan oyunu"
Kadınların doğa karşısında ne kadar zayıf, edilgin, biçare olduklarını "kanıtlayan" erkek yarışmacıların konuşmaları, yaşam koşulları zorlaştıkça milliyetçi söylemle örülmeye başlıyor. Bu esnada Yunan gençleriyle birlikte yapılan "top arabalarını sahile kadar götürme yarışı" öncesinde bir Türk genci, "haydi lan, biz az top arabası taşımadık" diyerek arkadaşlarına gaz vermeye çalışıyor. Neyse ki Türk gençleri bu yarışmada mağlup oluyorlar. Mağlubiyetten sonraki röportajlar ise memleketin içinde bulunduğu vaziyetin özetini aktarıyor adeta: "Gördünüz mü, Yunan yine yaptı oyununu!" diyor bir genç. Bir diğeri, "Top arabasının önüne bir Yunan kızı çıktı. Ezse miydim yani! Ama yemin ederim artık bir Yunanlı ölse bile umurumda değil!" Bir diğeri ise, "Bizim Yunanlılarla bir geçmişimiz var. Onlar ne kadar başarılı olursa olsun, bir geçmişimiz var; onlar her zaman gözümde bir sıfır geridedir!" diyor.
Mağlubiyetten sonra Yunanlı gençlere yönelik ırkçılığa varan sözler sarf edilirken, bir yandan da her iki grubun erkekleri arasındaki iktidar mücadelesi boyutlanıyor. Yunan grubundaki en "güçlü" erkek, "Türklerin rakibimiz olması, bizi daha da kamçılıyor... Eğer bir Yunanlı, Türk'e yenilirse, utancından Yunanistan'a dönemez herhalde" derken, Yunan kadın ise, "benim Türkçe bildiğimi bilmiyor Türk grubu. Ben bunu saklıyorum ki, yarışmanın ileriki sürecinde işime yarasın. Türkler bunu öğrenirse, beni öldürürler herhalde!" diyor.
"Sağ eller havaya, Yunanlılar buraya!"
Bir sonraki yarışmayı ise Türk grubu kazanıyor. Ama sanki yarışma değil, savaş kazanılmış gibi, gençler başlıyor 10. yıl marşını okumaya, "Sağ eller havaya, Yunanlılar buraya!" şeklinde slogan atmaya.
Bir yandan adadaki zor koşullara alışmaya çalışan iki grup, diğer yandan da çeşitli müsabakalara katılmak zorunda kalıyor. Her müsabaka öncesi, milliyetçi, cinsiyetçi ("kadınlar zayıftır") laflar daha da boyutlanıyor. Türk grubundan bir erkek, ikinci müsabakanın zafer sarhoşluğuyla, "lan şu Türkiye ne güzel memleket yaa!" diyor laf arasında.
Survivor yarışması bu şekilde sürüp gidiyor, şafak vaktine dek. Büyük bütçeli olduğu anlaşılan program, Türk-Yunan dostluğu değil, düşmanlığı üzerinden para kazanılması hedeflenerek hazırlanmışa benziyor. Faşizan söylem, programın düzenleyicileri tarafından yasaklanmamış, aksine, gruplar arasındaki rekabetin temel bağı olarak kurulmuşa benziyor. Son yıllarda çok popülerlik kazanan, Türk-Yunan ortaklığı işlenerek hazırlanan televizyon programları, dizileri, anlaşılan yeteri kadar gelir getirmiyordu. Şimdiyse düşmanlık duygularını kabartan, cinsiyetçiliğin en uç noktasının sergilendiği, marşların okunup karşılıklı önyargıların yeniden üretildiği "yarışma"lar revaçta gibi görünüyor.
Alimleri mi dinlemeli, savaşı mı izlemeli?
Peki, zoraki uyanıklık dolayısıyla açtığımız televizyondan, yıllardır orucun faydalarını anlatmakla bitiremeyen, bu sayede televizyon ekranlarını tepe tepe kullanan yaşlı, beyaz sakallı din alimlerini mi dinlemeli, yoksa iki millet arasındaki amansız "yarışmayı" veya savaşı mı izlemeli! Televizyonkolik değilseniz, kitap okumayı da sevmiyorsanız, iyisi mi öfkenizi sokaktaki davulcuya kusup uyumaya çalışın. Eh, derin uykuları bölen davul sesi dolayısıyla gece yarısı maruz bırakıldığımız bu örtük savaştan para kazanmaya çalışan zihniyete ve ülkenin "yüzde doksan dokuzu" oruç tutacak diye uykumuzu bölme hakkını kendinde bulan anlayışa lanet okumak da haram sayılmaz herhalde! (İA/TK)