* Fotoğraflar: Tuğçe Yılmaz / bianet.
"Arşivlerimiz bir varoluşun açılmamış yanlarını açığa çıkarabilir, muhafaza edebilir ve hatta sonraki jenerasyonların dillerinin ve etiğinin oluşmasına vesile olabilir. Kabul gören ikili cinsiyet ve yönelimlerin ötesinde, kendi kendimizi temsil etmemiz gerekir ki yer bulalım, yer inşa edelim."
Bağımsız aktivist/sanatçıların oluşturduğu "Sınır/sız" ekibinin yeni sergisi "Eksilerek Biriken"de eserleri yer alan Üzüm Derin Solak, çalışmalarına ve sergiye dair bunları söylüyor.
Sergiye katılan Okyanus Çağrı Camcı, Üzüm Derin Solak, Furkan Öztekin isimli sanatçılara Seçil Epik, Berkant Çağlar ve Fisun Yalçınkaya'nın arşiv nedir, kişisel arşive ne kadar önem veriliyor, yazıları eşlik ediyor.
5 Ağustos'a dek İstanbul Depo'da görülebilecek serginin küratörlüğünü ise İlhan Sayın, Şafak Şule Kemancı, Ozan Ünlükoç ve Metin Akdemir üstleniyor.
Onur Ayı'na da denk gelen sergi, zihnimde en çok "küçük bir lubunyanın büyüme sancısı"na tanıklık olarak şekillendi. Ve elbette bu büyüme sancısına eşlik eden, her türlü iyilik ya da kötülükleri de içinde barındıran aileler de serginin eşlikçisi.
Aile
Aile temasının en baskın olduğu işlerden biri Üzüm Derin Solak'ın anne, babası ve kendini çektiği fotoğraf. Ki fotoğraf, sergide en çok öne çıkan işlerden biri demek bence diğer sanatçılara çok da haksızlık değil. Queer bir özne olarak Solak'ın işi, serginin ismiyle müsemma, bu coğrafyanın sınırlarını aşan bir yerde konumlanıyor.
LGBTİ+'lara yönelik saldırılar en azından bu kadar örgütlü ve devlet tekelinde ilerlemiyorken Solak'la gerçekleştirdiğimiz bir söyleşi şöyle sonlanıyordu: "LGBTİ+ harekete gelince, onlardan umutlu olduğum kadar çok az topluluk var zaten bu ülkede. Çünkü kendisini sürekli yeniden doğuran bir hareket bu hareket. Her seferinde."
Solak'ın işleri bize aslında kendini nasıl yeniden "doğurduğunu" da anlatıyor. Anne ve babasıyla olan ilişkisine tanıklık etmemizi sağlayarak, anne ve babasındaki değişimi görmemizi istiyor belki de ve bunu çok güçlü bir şekilde başarıyor. Solak'ın ailesinden sonra Okyanus Çağrı Camcı ve Furkan Öztekin'in işlerine ve biraz da yazının girişinde bahsettiğimiz "küçük bir lubunyanın büyüme hikâyesi"ne geliyoruz.
Kaseti başa sarmak
Şimdi bizi gül şeklinde işlemeli bir mikrofon, Ninja Kaplumbağalı defter kapları, kartpostallar, Aşkın Nur Yengi ve No Doubt kasetleri karşılıyor. Kasetin bir arşiv nesnesi olarak sergide yer aldığını görmek size "yaş aldığınızı" gösterse de tek bir kaset aslında sizi kendi yolculuğunuza da döndürüyor.
Çünkü küçükken dinlediğim kasetlerin ve ezberlediğim şarkıların hepsinin anneme ait kasetler olduğunu hatırlıyorum. Örneğin çok sevdiğim "Hoşçakal" şarkısının yer aldığı Yıldız Tilbe kaseti de anneme aitti ve ben çoğu zaman kendimi küçük bir teype yerleştirdiğim bu kasetin A ve B yüzlerini değiştirirken buluyordum. Yine aynı şekilde George Michael ve ABBA kasetlerini. Bir de George Michael öldüğünde annemin ne kadar üzüldüğünü. Bunları çok iyi hatırlıyorum.
Sergi aracılığıyla bir kaseti bayağı başa sarıyorsunuz yani.
Hafızamızdan ışık almak
Bu kişisel arşivlerin kıymetini şuradan da biçmek gerekiyor belki. Özellikle Türkiye gibi, LGBTİ+ karşıtlığının ayyuka çıktığı ve LGBTİ+'ların bir araya gelip çay içmelerinin bile engellendiği bir ülkede her queer özne biricik ve aslında hepsi muhteşem bir tarihin parçası. Not defterlerinden, günlüklerden, kullanılan kalemlerin renklerinden bile bir tarihin parçaları dökülebiliyor.
Sergide eserleri yer alan sanatçılardan Furkan Öztekin'in kâğıt üzerine mürekkep tekniğiyle resmettiği "Onur Yürüyüşü" geçidini anlatırken de söylediği gibi, artık İstiklâl Caddesi'nden Tünel'e doğru salınamayan renkli şemsiye, bugünkü yalnızlığıyla bize çok şey söylüyor.
Bu tarihin parçalarını birleştirmeye en çok ihtiyacımız olan dönemlerden birini yaşamak zorunda olduğumuz için, çekmecelerimizdeki kasetlerimizi bile çıkarmamız, direnişle dolu tarihimize daha sık başvurmamız ve hafızamızdan daha çok ışık almamız gerekiyor.
Bu vesileyle ve her vesileyle, Onur Ayımız bir kez daha kutlu, mutlu olsun.
* Bağımsız aktivist/sanatçılardan oluşan Sınır/sız ekibi (İlhan Sayın, Şafak Şule Kemancı, Ozan Ünlükoç ve Metin Akdemir), aktivizm biçimlerinin yasaklarla daraltıldığı bir dönemde, sanatın güçlendirici, tahayyül açıcı bir eylem olduğunu hatırlatmak ve queer feminist bir alan açabilmek için 2017 yılında bir araya geldi. Ekip, queer ve feminist sanatçıların karma ve solo sergilerini hazırlıyor.
(TY)