Dinle bak ne diyeceğim, dostum,
Diyorum ki, senin O'nu sevmen, tıpkı bir turistin, henüz ayak bastığı yeni bir ülke heyecanı. Hani, hayalinde göklere çıkardığın egzotik, büyüleyici ve göz kamaştırıcı olan misali...
Tahammülsüzdür merakın. İçin içine sığmaz. Varır varmaz oraya, her bir santimetresini, evire çevire avuçlamak istersin.
Örneğin; O'nun her bir sokağını adımlamak istersin. Ayaklarının altına döşenmiş taşları adamakıllı incelersin; hangi nasırlı ellerin teriyle, harcın karışmış olduğunu düşlersin. Hayretler içinde, "nasıl yapmışlar böyle.... Taaa o zaman... Vay beee!" dersin yanındakine (bulabilirsen yanında birini tabii).
Sokaklarda gezinirken gördüğün her bir mimari yapıya elinle dokunur, parmaklarında bıraktığı hissi algılamak istersin.
Yani, o yapıları, gözlerinle okşar ve kolay kolay geçip gitmezsin.
Hep yukarılara bakmaktan boynunda ağrılar birikir, ama oralı olmazsın.
Oralılar görünce şaşkınlığını, "acaba bu nereli" diye fikir yürütmeye başlarlar: Yüz hatlarında, mimiklerinde ipuçları ararlar.
Rengin mesela, "ırk"ını saptamada klavuz olur onlara.
Konuştuğun dili duymak isterler "gramafon" kulaklarıyla.
Davranışların, onların bölük pörçük önyargılarını devreye sokar ve artık, "kimlik" saptamaları kaçınılmaz olur!
Ya idam ederler seni; ya da hükümdar ilan ederler.
Fakat yine de o sokak başında misafirperverdirler. Sekülerliği elden bırakmazlar!
Sana yaklaşıp yol tarif ederler.
Dilsizsen, elin-kolun devreye girer. Yüzün öyle kızarır ki ateşin, karşındakilere yansır. Onların gözlerinde kendi "çaresizliğini" izlersin.
Onların söylediklerini anlıyormuş gibi davranmaya çalışsan da, yutturamamışsındır bilğisizliğini. Bunu başaramamak, canını çok sıkar, ama suspussundur.
Kompleksin koca bir yara açar teninin altında. Miden bulanır kendinden. "Yer yarılsa da girsem içine" dersin utancından. Ama nafile; kılın kıpırdamadan önlerindesin bu "yerlilerin." Onlar ise öyle uzmandırlar ki "ruhunu" çoktan okumuşlardır, "sakintelaş"ının aynasından.
Ayrıca o Ülke'nin yerlileri, defalarca karşılaşmışlardır senin gibilerle; turistin, turistik davranışlarında uzmandırlar. Bu bakımdan, gizlenme çaban boşunadır...
Yetmiyormuş gibi; yabancısı olduğun o coğrafyada, acıkırsın sık sık. Her bir kafede oturmak istersin. Gözlerine ilişen her bir yiyeceği merak eder ve tatmak istersin. Önüne geleni tatmadan daha, "harika, hmm, nefis!" dersin.
Hele yorgunluk yabancıdır bedenin ve ruhuna. Dolayısıyla doyumsuz bir yaratık gibisin bu aralar...
İnsanları izlersin, papucundan, saç modeline kadar. Yanında varsa biri yorumlar yaparsın. Yoksa da kendi kendinle muhakemesini yaparsın!
Yeni yeni keşifler planlarsın habire. Haritayı defalarca evirir çevirirsin. Gördüklerine, çarpı iliştiririrsin.
Yani, anlayacağın güzel dostum, o yeni Ülke'de, bitmeyen serüvenler zincirine kilitlenirsin.
Demek istediğim, ağzının salyaları, O'nu henüz tam görmeden akmıştır.
B/öyleyse, diyorum; keşke, O'nu görmeseydin ve biraz salya biriktirseydin!
Neden mi? Tam gördükten sonra O'nu; yani, sınırlı olan o zaman diliminde, düşlerin kalmayacaktır. Boşluğa düşeceksindir. Bu nedenle, keşke etmeseydin düşlerini paramparça, diyorum. En azından, ulaşılması zor bir ütopyan olur ve bir gün O'nu göreceğinin heyecanını yaşardın.
Ve nitekim, henüz parçalan(ma)mış düşlerinle başbaşa kalırdın.
Dahası, bir kelebek ömrü kadar fazladan yaşardın belki.
Düşünürken O var(ıl)mazını.
O, a/yılmazını...
(HK/AÖ)