28 Eylül, Bireysel Silahsızlanma Günü. Artık dünya bunu böyle bilsin. İki bin iki yılının Eylül ayının yirmi sekizinci günü, İstanbul'da Taksim Gezi Parkı'nda "Sessiz Ayakkabıların Yürüyüşü" vardı. Bu coğrafya üzerindeki yürüyüşle, "sessiz" bir protesto daha gerçekleşti. Ayakkabılar kırmızı halı üzerinde, yanlarında beyaz ve kırmızı güllerle yürüdüler. Ayakkabıların yürümek için ayakları yok. Sesi yok. Ayakkabıların asıl sahipleri yok.
Onlar sessiz ve sedasız yürüdüler. Ayak sesleri Taksim'den duyuldu ve tüm evrene dağıldı. Ayakkabılardan sesler yükseldi. Sesleri kainatı kapladı. Onlar bireysel silahlarla öldürülmüş olmalarını protesto ettiler. Duydunuz mu? O gün yakınlarını yitirmiş acılı insanlarla birlikte; onların "ayakkabılarını" seyrettik. Öylece durduk ve ayakkabılara bakakaldık. Önce fark edilmiyor ama sonra başka ayakkabılar da olduğunu gördük. Sanıyorsunuz ki bireysel silahla öldürülmüş ve şimdi sizinle beraber olamayan, sadece sizin yakınınıza ait ayakkabılar kırmızı halı üzerinde duruyor... Meğerse ne kadar da çokmuş ayakkabılar. Ne kadar çok insan öldürülmüş. Ne kadar çok "bir çift ayakkabı kalmış" onlardan geriye. Acının dayanılmazı, geriye kalan bir çift ayakkabıya bakıp öylece kalmak. Onlar yürüdü, biz sadece ayakkabılarını seyrettik. Onlar ses verdi. Biz dinledik. Onlara dokunamadık. Sadece kırmızı halı üzerindeki ayakkabılarını düzeltmekle yetindik. Sadece ayakkabılarına dokunabildik.
Sessiz ayakkabıların yürüyüşünde kırmızı halı üzerinde yan yana duran güller içindeki ayakkabılar boyanmış, cilalı ve pırıl pırıl... Ayakkabıların sahipleri sanki sırayla ve şimdi çıplak ayaklarıyla yürüyerek gelecekler ve ayakkabılarını giyecekler. "O" da gelecek. Tıpkı diğerleri gibi. Ayakkabısını giyecek. Ya sonra?.. 28 Eylül'de Taksim Gezi Parkı'nda yürüyüş yapacak. Oturup çay içecek... Ağaçlara, kuşlara bakacak. Geleni geçeni seyredecek. Ağaçlar altında hafif rüzgar esecek ve o üşüyecek... Hava biraz serin. Ne de olsa sonbahar diye aklından geçirecek ve biraz ısınmak için güneşe çıkacak. O, bunların hiçbirisini yapamadı. Ondan geriye kalan bir çift "ayakkabı" Taksim Gezi Parkı'ndaki kırmızı halı üzerinde yanındaki beyaz gülle kaldı. Sadece ayakkabıları var ama. o yok artık. O kendi boyayıp cilaladığı ve pırıl pırıl parlattığı ayakkabılarını giyip yürüyemedi. Ne havanın serinliğini duyabilir artık, ne de bir yudum çay için gelene geçene bakabilir. O şimdi yok ve bizimle birlikte değil. O, yok.
Yakınlarını kaybedenlere hiç kimse "bir varmış bir yokmuş" demesin. Hele hele babanızı, oğlunuzu, kızınızı, ağabeyinizi, kocanızı, arkadaşınızı ve kısacası sevdiklerinizi "kaza kurşunu" île yitirmişseniz... Sabır dilemek kolay. Durun ve düşünün. Başkalarının yaşadığı bu tür acılarla karşı karşıya kalmış insanlardan biri ile yer değiştirin. Bakın bakalım dünya nasıl gözüküyor gözünüze...
Her gün giydiğiniz, hatta üşenip yarın boyarım diye düşündüğünüz ayakkabılar bir gün kaza kurşunu ile öldüğünüz için sahipsiz kalınca ne olur? Geride bıraktığınız yakınlarınız da sizin ayakkabılarınızı boyayıp, parlatıp 28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü'nde kırmızı halı üzerine bırakınca ne olur? Ayaklarınız çıplak, koşup gelip ayakkabılarınızı giyebilir misiniz? Siz "kaza kurşunu" ile ölmüşsünüz. Bir varmış, bir yokmuş. Ama artık başkaları ölmesin. Ne sizin ayakkabılarınız ne de başkasının bir çift ayakkabısı kırmızı halı üzerine konup yanına beyaz gül bırakılmasın... Ne sizin ne de başkalarının ayakkabıları kırmızı halı üzerinde sahipsiz ve bir başına mahzun kalmasın.
Umut Vakfı'nın "28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü" olarak ilan ettiği gün Taksim Gezi Parkı'nda kırmızı halı üzerindeki ayakkabılar ve güllerle duyuruldu. Umut Vakfı'nın gücüne güç katmak gerekiyor. Tüm dünya artık 29 Eylül'ü "Bireysel Silahsızlanma Günü" kabul etsin. Bakanlar Kurulu karar versin. Birleşmiş Milletler karar alsın. Taksim'de avuç içini dolduracak kadar insanla gerçekleştirilen "sessiz ayakkabıların" yürüyüşüne katılan ayakkabıları herkes bilsin. Duymayan duysun. 28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü yaptığı konuşmada bir gazete haberine dikkat çeken Umut Vakfı Başkanı Nazire Dedeman, yaşamları sönen insanlarla ilgili bu haberin fark edilmediğini söylüyordu. Haber, bir gazetenin üçüncü sayfasında ilk sütunda en alt köşede yer aldı. Beş altı satırdan ibaret. Trabzon'un Araklı İlçesi Çiftepazar Köyü'nde av tüfeği ile oynayan çocuk "kazayla" on bir aylık kardeşini öldürmüş. Babaya ait av tüfeği ile oynarken kardeşini vurup öldüren 9 yaşındaki ağabeyin acısını kim dindirir? Bu ailenin dramına kim katlanır? On bir aylık bebek... Daha bir ayakkabısı bile olmamış. Bebek, ayakkabılarını eskitecek kadar yaşamadı. Kaza kurşunu ile öldü. "Bir varmış, bir yokmuş..." Sadece böyle mi söylenecek?
Umut Vakfı'nın ikinci kez düzenlediği "Sessiz Ayakkabıların Yürüyüşü"ne tanık olduk. Kırmızı halı üzerine bırakılmış ayakkabıların "sessiz yürüyüşü"nden etrafa yayılan ayak seslerini duyduk ve onlara dokunduk. Neden acıları çoğaltalım? Niçin ateş sadece düştüğü yeri yaksın? Yürüyüşte, yüreğimizin atışını dinledik. Yaşamımızda her bir yürek atışının canlandıracağı o kadar çok mutluluk var ki... (EÖ/NK)