Sokaklarda güvensizliğin kol gezdiği, işyerlerinde güvencesizliğin yaygınlaştığı; tersanelerden inşaata ve madene kadar pek çok sektörde cinayet niteliğindeki kazaların rutin hale geldiği koşullarda, peş peşe önce birçok hakkı tırpanlayan ve “makul şüpheyi” gözaltı için yeterli sayan iç güvenlik yasa teklifi gündeme getirildi, sonra da Güvenlik Bakanlığı hazırlığının yolda olduğu haberi basına düştü.
Ne oluyor? Bu nedir? Daha güvenli, kazasız-belasız bir toplum mu oluyoruz?
Sermaye için güvenlik
Marksistler, çeşitli içerikler yüklenerek ifade edilebilen yanlış anlamaya açık kavramların doğru kullanımı için, “hangi, kim için, nasıl” gibi sorular sorar. Örneğin, “kim için, nasıl demokrasi” soruları, bir avuç egemen için demokrasi ile halk için demokrasi arasındaki farkı açığa çıkarıcı niteliktedir. Benzer şekilde, “hangi cumhuriyet, nasıl cumhuriyet” soruları; İran’da, Türkiye’de, Küba’da veya Kore’de kullanılan bu rejim tanımlayıcı kavramın doğru anlaşılmasına ve doğru kullanımına yardımcı olur.
İşte aynı soruları “güvenlik” için de sorduğumuzda, yukarıda değindiğimiz yasa düzenlemelerinin sermaye için güvenlik anlamına geldiğini görürüz. Gerçekte devlet biçiminin (rejimin) niteliğini belirleyen sınıflar mücadelesidir; diğer bir ifadeyle bunu, “rejimler, egemen sınıfların ihtiyacına göre biçimlenir” şeklinde de ifade edebiliriz.
2000’li yılların başlarında AKP’nin iktidara getiriliş şekli ve 12 yıllık icraatı dikkatle (ve bugün geriye dönüp bakabilme avantajıyla) incelendiğinde, kendisinin parti olarak kimi hesap ve öznellikleri olsa da, attığı hemen her adımın sermayenin ihtiyaçları/talepleri çerçevesinde olduğu görülür.
Sermaye, ucuz hammadde ve işgücünün yanında güvenlikli ortam ister. Buradaki güvenlik gerektiren olgulardan kasıt, yalnızca savaş, iç savaş vb. değil, toplumun itiraz kabiliyetidir; örgütlenme düzeyi ve hak arama potansiyelidir. Bu nedenle “ucuz, esnek ve güvencesiz çalışma” isteyen ve Ulusal İstihdam Stratejisi’nde Türkiye’nin “orta ve yüksek teknolojili ürünlerde Avrasya’nın üretim üssü olmasını” öne çıkaran tekelci sermayenin, AKP’nin 12 yılı boyunca ülkeyi sömürü, rant ve talan politikaları için dikensiz bir gül bahçesi haline getirmeye çalıştığını söyleyebiliriz.
Bu bağlamda ne Roboski, ne Ermenek, ne Soma ne de her adımda karşımıza çıkarılan TOMA, bir tesadüf değildir. Adı ister AKP-Cemaat gerilimi, ister Ergenekon, Balyoz vb. olsun, yasa yapmaya gerekçe edilen her adım, sonuçta faşizmin güncellenip tahkim edilmesini, toplumun sermaye güçlerinin beklentileri paralelinde zapturapt altına alınmasını amaçlıyor.
AKP’nin sermaye kökenli şifreleri
AKP’nin sınıfsal niteliği yani sermaye kökenli şifreleri çözüldüğünde, toplam iktidar sürecinde sistemin tepeden tırnağa yeniden yapılandırılmasında, emperyalizmin özel yetkili organı gibi çalıştığı görülür. Bu şifreler çözüldüğünde, AKP ne denli süsleyip özel bir retorikle sunarsa sunsun, atılan her yeni adımın ve her yasal düzenlemenin, topluma esaret dayatan kelepçenin bir “tık” daha daraltılması olduğu fark edilir. Örneğin peş peşe gelen madenci ölümlerinden sonra gündeme sokulan “İş Güvenliği Eylem Paketi” iddia edildiğinin veya yaratılmak istenen imajın aksine, kamuoyunda oluşan işçi sağlığı ve güvenliği hususundaki beklentileri olumlu adımlarla karşılamayı değil, bu konudaki beklentileri ehlileştirmeyi ve ölümlerin asıl sebebi olan özelleştirmeyi kalıcı kılmayı amaçlıyor.
AKP’nin 12 yıllık icraatıyla yeniden biçimlendirilen sistem, gerçekte kriz koşullarında tekellerin mevcut yasaları da by-pass ederek, rant kokusu aldıkları her alana engelsiz girebildikleri bir tabloyu yansıtıyor. HES de, siyanürle altın ayrıştırma da, termik santral için zeytin ağacı sökümü de, kentsel dönüşüm de bu kapsamdadır. İş cinayetleri ise, kent ve doğa talanına, insan bedeninin talanının eklenmesidir.
Şirketler, siyanürle altın elde etmek üzere girdikleri bölgeleri insansızlaştırmakta, toprağı kirleterek genelde tüm canlı yaşamı özelde tarımı tehdit etmekte, katletmektedir. Bu konuda yargı kararları alınmasının veya alınan karaların uygulanmasının önündeki güçlükler, iş güvenliği veya doğanın bir başka noktasının talanı sırasında yaşanan güçlüklerden öz itibarıyla farklı değildir. Sermaye artık kendi koyduğu yasalara bile tahammül etmiyor. Tekellerin kar hırsı, rant ve talan ufku sınır, yasa, ahlak dinlemiyor. Örneğin Bergama’da onlarca dava kazanıldı ama hiçbiri uygulanmadı. Benzer bir durum Kuzey ormanları, Atatürk Orman Çiftliği vb. için de geçerli.
Fikri ve fiili uyanık, örgütsel karşı duruş
AKP’nin, iktidar sürecinin başından beri “demokratikleşme, dönüşüm, çalıştay vb.” diyerek en saldırgan adımı bile “şirin” gösterecek atraksiyonlara başvurduğu, bu şekilde “yetmez ama evet” veya başka bağlamlarda toplumun önemli bir kesimini yedeklediği, politikalarını meşru gösterdiği bilinirse, bundan sonraki adımlarda daha bilinçli davranılır, yanına değil karşısına geçilir.
17 ve 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının ardından güvenlik alanında yeni düzenleme seferberliği ilan eden AKP, “makul şüphe”yi gözaltı için yeterli gören güvenlik paketinin ve Emniyet Müdürlüğü’nün yapısını değiştiren yasa tasarısının ardından, tüm güvenlik birimlerinin tek çatı altında toplanmasını öngören yeni bir taslak çalışması hazırladı. Hazırlanan güvenlik reformu paketi taslağına göre Başbakanlık, Milli Savunma Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı tarafından yürütülen güvenlik hizmetleri, yeni oluşturulacak Güvenlik Bakanlığı çatısı altında (tek elde) toplanacak.
Anlaşılan o ki, egemen sınıfların sistemde en küçük bir güvenlik zafiyetine tahammülü kalmadı. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın isminin yeni oluşturulacak Güvenlik Bakanlığı için geçiyor olması, güvenlikten ne anlaşıldığı konusunda tereddüdü olanlara öğretici olacak türden bir ayrıntıdır.
Özetle söylersek, ezen sınıflar tüm imkânlarını birleştirip ezilenlere karşı, bugüne dek görülmemiş boyutta güvenlik önlemleri alıyor; halkları hazırlıksız ve örgütsüz gördüğü yani ortamı boş bulduğu oranda, yeni kar ve rant alanları oluşturma konusunda kuralsız davranıyor, her türlü ölçüyü çiğniyor.
Bu koşullarda ezilenlerin güvenliği ise, topyekûn saldırı karşısında topyekûn savunmadan geçiyor. Bunun için tüm araç ve imkânların toplanabildiği yoldaşlaşma zeminine, Haziran direnişinin planlı-programlı ve örgütlü bir hale getirilerek kalıcılaştırılmasına ihtiyaç vardır. (MY/HK)