Geçtiğimiz günlerde sonlanan Türk Hava Yolları'ndaki (THY) Toplu iş sözleme (TİS) süreci sonrasında Hava-İş sendikası ve sendikal mücadeleye dair kısa bir değerlendirme yapmak, sendikaların kan ağladığı bir süreçte önemli diye düşünüyorum.
Hava-İş sendikasının yarım asırlık tarihi, dünden bugüne Türkiye'de sendikal yaşama hakim olan farklı çizgilerin kronolojisini gözlerimizin önüne sererken, yarının sendikal mücadeleleri için fikir sahibi olmamıza yarayacak bolca malzeme sunuyor. Geçtiğimiz günlerde, yeni bir TİS sürecinden çıkan Hava-İş'in kuruluş ve gelişim seyri bu açıdan ele alınmaya değer.
Üç Kırılma Noktasından Geçen Yarım Asır...
Türkiye'de 20. asrın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan sendikal yapılanmaların kısa tarihi, reformcu-uzlaşmacı sendikal yaklaşımların, kapitalist dünyanın sosyalizm ile her alanda mücadele stratejisinin araçları olarak, bizzat devlet eliyle veya icazetiyle yasallaştırılmalarına tanıklık eder.
Bu coğrafyada, sendikaların kuruluş süreçleri, kapitalizme tam entegrasyonun yapısal taşlarının döşenmekte olduğu bir döneme ve genel olarak kamu sendikacılığının yarattığı bir rehavet-teslimiyet sarkacının iki ucu arasındaki salınıma denk düşer.
Hava-İş sendikası da bağlı olduğu Türk-İş konferedasyonundan 10 yıl sonra, Petrol-İş sendikasından koparak kurulmuş ve kuruluşundan itibaren 15 yıl boyunca Türk-İş'in çizgisinden sapmadan ilerlemiştir.
Bu çizgi, bugün hala Türkiye'de egemen sendikal anlayışın kaynağı olmaya devam eden, Amerikan ve İngiliz sendikal anlayışlarından damıtılarak imal edilmiş, "uzlaşmacı" sendikacılık çizgisidir.
Türk-İş, bu damıtılmış uzlaşmacı sendikacılık çizgisini "partiler üstü", "siyaset dışı" sendikacılık anlayışı ile taçlandırırken, gerçekte, işçi sınıfının siyasetinden köşe bucak kaçmayı merkezine aldığını defalarca kanıtlamış bir yapı olarak varlığını sürdürüyor.
Bu çizginin, siyasetin tam göbeğine sokularak, sermaye partilerinden milletvekili, hatta bakan olmuş sendika başkanları üretmesi, izahı evlere şenlik bir durum yaratırken, kitle ve sınıf sendikacılığını baş belası "komünizmin" uzantısı olarak nitelemekten ve resmi ideolojinin kuyruğunda bu belayla mücadele etmekten geri kalmamış olması önemli bir başka boyutu.
İlk dönem Hava-İş sendikası, bu çizginin şaşmaz bir izleyicisi olarak "işçi sınıfı" terimini kapısından sokmamış, Adalet Partisi'ni desteklemekten, 12 Mart muhtırasına övgüler düzmekten geri kalmamış ve 1977'de birkaç gün içinde geri adım attığı grev dışında kayda değer bir eyleme imza atmamıştır.
1977 yılında Hava-İş, DİSK'in estirdiği rüzgarın etkisine girmiş, yönetim değişikliği sonrasında kitle ve sınıf sendikacılığı kavramları ile tanışarak rotasını 70'li yıllarda DİSK'in yöneldiği sosyal demokrat/reformcu çizgiye çevirmiştir.
İşçi sınıfının ve sendikaların canına okuyan cuntalara dahi bakan veren Türk-İş, bütün olumsuz yönlerine rağmen, DİSK'ten farklı olarak heterojen bir yapıya sahip olagelmiş, bünyesinde merkezin reformcu çizgisine ters yönde ilerleyen "mücadeleci sendikaların" yaşam alanı bulabildiği bir konferedasyon hüviyetine sahip olagelmiştir.
DİSK ile birlikte seçimlerde CHP'yi destekleme kararı alan dönemin Hava-İş, 1978 Nisanında aldığı grev kararının Ecevit hükümeti tarafından ertelenmesiyle bahar dallarına vuran donu tarihine not etmişti.
Hava-İş, 12 Eylül cuntasına övgü mektupları yayınlayan bir konfederasyonun üyesi olarak kapatılmaktan kurtulmuş, ancak sendikal hakların tamamen askıya alındığı, 1989'a kadar uzanan karanlık ve sessiz bir döneme mahkum edilmiştir. Bu dönem geçen 9 yılda en önemli olay, sosyal demokrat kimliği ile bilinen eski Hava-İş Genel Başkanı'nın eski bir işveren sendikası başkanının liderlik ettiği ANAP'tan milletvekili olmasıdır.
Hava-İş'in bugünkü "mücadeleci sendikal çizgiye" yönelişinin miladı işçi eylemlerinin bütün ülkeyi sardığı 1989 yılında yapılan genel kurulda, "uzlaşmacı sendikacılığa son" sloganı ile Atilay Ayçin başkanlığındaki yönetimin göreve gelişi olmuş, bu yıldan itibaren sendikanın tarihinde eylemler, direnişler ve grevlerle dolu sayfalar açılmaya başlamıştır.
Atilay Ayçin döneminde geçen 21 yıllık süreçte, Hava-iş sendikası, 1989'da USAŞ direnişi, 1991'de 38 günlük THY ve 40 günlük HAVAŞ grevi, 1995'te özelleştirmeye karşı 128 günlük HAVAŞ grevi ve Türk-İş'in tüm engelleme çabalarına rağmen Ankara direnişi, 2000'de THY'nin özelleştirilmesine karşı eylemler, 2003'te yarı zamanlı çalışan 3000 sözleşmeli personelin TİS kapsamına alınması ve taşeronlaştırmaya karşı verilen başarılı mücadelelerin altına imza atmıştır.
Bu kadar kabarık bir mücadele siciline sahip bir sendikanın başkanı sistemin zorbalığından nasibini alacaktır elbette. 1990'da gerçekleştirilen 8 saatlik iş bırakma eylemi yüzünden aldığı 3 ay hapis cezası ertelenen Ayçin, ardından bir mitingdeki konuşmasında "Mahirlere, Denizlere selam gönderdiği" gerekçesiyle1995'te HAVAŞ grev çadırında tutuklanıp 5,5 ay demir parmaklıklar ardına hapsedildi. Artık Hava-iş sosyalist bir yönetimin mücadeleci sendikal çizgisinde ilerlemekteydi ve sadece kendi işkolunda değil, sınıf mücadelesinin yükseldiği her alanda sesini duyurmaktaydı. Türk-İş içindeki en dişli muhalif sendikalardan biri haline gelen Hava-İş'in, konfederasyonuna yönelik düşüncelerini Ayçin Tekel direnişine destek verdiği eylemde dile getiriyordu: "içimizde böyle bir başkan, böyle bir yönetim varken devletin bizi denetlemesine gerek yok"
Son Düzlükte Nefes Kesen Bir Mücadele...
Hava-İş, mücadeleci sendikal çizgisi ile siyasi iktidarlar için sürekli baş ağrıtan, son derece karlı bir işkolunda diledikleri gibi at oynatmalarını engelleyen, 25 yıldır özelleştirmeye ve taşeronlaştırmaya karşı direnen, küçükken başını ezemedikleri için zaman içinde daha çok bela olan bir kimliğe sahip oldu. Nitekim, siyasi iktidarını güçlendirerek toplumsal hayatın her alanında hegemonyasını inşa etme çabasına giren AKP iktidarı da bu belayı başından savmak için tüm gücünü ortaya koydu ve 2007 yılında, yasal sınırları zorlayarak Hava-İş'i Türkiye tarihine bir ilk olarak geçen "grev oylamasıyla" düelloya davet etti.
Kıran kırana geçen oylamada Hava-İş, sadece AKP'nin tehdit, santaj, baskı vb. tüm olanaklarla desteklenmiş güçlü bileğini bükmeyi değil, aynı zamanda giderek zayıflayan ve sesi soluğu kesilen Türkiye sendikal hareketi için de büyük bir moral ve umut kaynağı olmayı başarmış, yıllardır yaşanmayan büyük bir coşku yaratmıştı emek cephesinde.
Bu yenilgi, toplumsal hayatın tüm örgütlülüklerinde direksiyona geçme arayışında olan ve yoktan var ettiği memur sendikaları konfederasyonunu "en kalabalık" memur konfederasyonu olacak kadar palazlandıran, Türk-İş ve Hak-İş'i cephesine katarak sendikal alanda geniş bir hakimiyet kuran siyasi iktidar için hazmı olanaksız bir gelişme idi.
Ancak, yılmak yoktu ve Hava-İş'ten intikam almak için bütün cephaneliğini kullanmaya hazırdı. Oldukça iyi koşullarda bağıtlanan 2007 TİS'inin ardından, THY A.O'dan 2006 yılının Mayıs ayında bölünerek ayrılan THY Teknik A.Ş'de, nedense yıllar sonra ve tüm çalışanlar Hava-İş üyesi iken, Hak-İş'e bağlı tetikçi Çelik-İş sendikası kullanılarak ve işkolu yetki itirazı yapıldı.
TİS sürecinin mümkün olduğunca geciktirilmesi ve yılgınlık yaratılmasından başka bir amacı olmayan bu hamleye THY A.O'da yapılan çoğunluk tespiti itirazı eşlik etti. Her iki saldırıyı da hukuk savaşıyla savuşturmayı başaran Hava-İş, geçtiğimiz günlerde, 2009 yılından beri bekleyen TİS sürecini, ekonomik kriz bahanesiyle pek çok işyerinde sıfır zammın dayatıldığı bir ortamda hem ücretler hem de sosyal haklar açısından önemli kazanımlarla sonuçlandırdı.
Türkiye'nin en karlı sektörlerinden birinin kaymağından çalışanlarına yedirtmemek için deveye hendek atlatan işveren, bu süreçte grev kararı alan Hava-İş'in karşısına yeni bir grev oylamasıyla gitmeye cesaret edemezken, Teknik A.Ş.de bu defa çoğunluk tespiti itirazına yönelerek çalışanları mağdur etmekten başka hiçbir işe yaramayacak olan nafile bir hamle daha yapıyordu.
Diğer yandan, taşeronlaştırmaya karşı son zafer, Sabiha Gökçen Havaalanında sendikaya üye olduğu için atılan 234 çalışanın işe iadesiyle kazanılmış ve işveren 2007'nin rövanşı için soyunduğu her kavgada geri adım atmak durumunda bırakılmıştı.
Aynı dönemde, 2009 genel kurulunda Ayçin başkanlığındaki yönetim çok ciddi bir sendika içi muhalefet ile karşılaştı ve bir oy farkla seçimlerden galip ayrılmayı başarabildi.
Hava-İş'in en dikkat çeken yönlerinden biri sendikal yapının başı ile gövdesi arasındaki ideolojik / politik farklılıktır denilebilir. 1989'dan beri sola, sosyalizme yakın bir yönetim uçağın kokpitinde yer alırken, yolcu salonundakilerin büyük kısmı Türkiye koşullarında iyi sayılabilecek bir gelir düzeyine ve bunun bir yansıması olarak da liberal / sosyal demokrat bir gövdeyi teşkil ediyor.
20 yılı aşkın süredir bu gövdeyle bütünleşerek irtifa kaybetmeden sürekli yükseklerde uçabilmeyi başarabilmiş bir kokpitin varlığı, son dönemlerde siyasal iktidara yakın yüzlerce yeni çalışanın işe alınmasına rağmen örgütlenme ve mücadele konusunda sıkıntı yaşamadan yoluna devam ediyor.
Yolcu salonundakiler farklı kimlikte olsalar da kokpitteki ekibin en iyilerden biri olduğunun farkındalar. Sendika ile üyeleri arasında yıllar içinde verilen zorlu mücadelelerin ve özellikle de bu mücadelelerin getirdiği ciddi kazanımların kurduğu güçlü bağlar örgütlenmedeki stratejik başarılarla birleştiğinden, Hava-İş, Türkiye sendikal tarihinde parmakla gösterilebilecek zaferlere adını yazdırabiliyor.
Nitekim, son yönetim seçimlerinde de Atilay ekibinin rakibi siyasi iktidarın temsilcileri değil, sendika yönetimini bürokratikleşme ile suçlayarak sendikal demokrasiyi öne çıkaran bir başka sol grup olmuştur. Öte yandan, 22 yıllık bir yönetimin bürokratikleşme ile suçlanması çok şaşırtıcı değil ancak bu türden muhalif hareketlerin, bırakın bürokratik hantallığı, "sendika ağalığı" olarak nitelenebilecek yapıların hüküm sürdüğü Türkiye'deki onlarca sendikada barınamaması hem şaşırtıcı hem de üzücüdür.
Hava-İş, Türkiye'de eşine ender rastlanan sınıftan yana, mücadeleci sendikal kimliği ile kuruluş ve gelişim süreçleri boyunca "güdük" kalmış, örgütlenme düzeyleri yüzde 5-6'lara kadar gerileyerek yasal barajların altında kalmış "kadük" sendikaların hakim olduğu bu coğrafyada istisnai bir yer tutuyor.
1962'de kurulduğu dönemde, uzlaşmacı/güdük bir anlayışla yola çıkan sendika, yarım asır sonra işveren ve iktidarların korkulu rüyası haline gelerek ağır saldırılara rağmen işkolunda tüm emekçileri bünyesinde birleştirerek mücadelesini yükseltmeye devam ediyor.
Bedeller ödeyerek, cesaretle haklarını savunarak, işyerlerinde canlı organik bağlar kurarak Türkiye sendikacılığının en geri hattından en ileri mevzisine terfi etmeyi başarmış bulunuyor.
Son yıllarda Türkiye'nin emekçilerinin tarihi saldırılar altında olduğu, en temel hakların gasp edilmeye çalışıldığı, sendikal örgütlenmenin ve mücadelenin karaya oturduğu ve gelecek kuşakları bütünüyle etkileyecek sosyal yıkım programlarının işçi sınıfını 19.yüzyıl koşullarında yaşamaya zorladığı bir süreçte, Hava-İş gibi sendikaların varlığı geleceğe dair umutları yeşertmek için büyük önem taşıyor.
Arkasına aldığı tüm iktidar olanaklarına rağmen sendikaya diş geçiremeyen THY yönetimine ise, bünyesinde örgütlü sendikanın Türkiye sendikacılık tarihine damgasını vurduğu bir iklimde, parasını çalışanlarından tahsil ettiği bir deveyi apronda kurban etmek gibi "parlak" eylemlerle havacılık tarihine geçmekten başka bir yol kalmıyor. (YP/EÖ)