Kent ve toplum dendiğinde akla gelen ilk araştırmacılardan olan sosyolog Richard Sennett, kamusal hayatı zedelenen insanın özel yaşamına mahkûm olduğunu anlattığı kitaplar kaleme alıyor. Kamusal alandaki sessizliğe ve insanın yalnızlaştırılmasına yoğunlaşırken şehirlerin iç ve dış diye ayrılmasının etkilerini inceliyor.
Sennett, kuruluşu ve gelişimi kadar kentlerdeki sınıfsal çelişkilere, konut-sınıf ilişkisine kapitalizmin şehirlere nüfuz edişine ve insanları özgürleştirmediğine ilişkin fikirleriyle geçmiş ile bugün arasında bağ kuruyor.
Sennett, “Şehir Etiği” alt başlığıyla yayımlanan İnşa Etmek ve Yaşamak’ta ise kentlerin mimarisiyle insanların yaşamı arasındaki ilişkiye odaklanırken açık ve kapalı şehir ayrımına, şehir planlamacıları ile kentliler arasındaki ahlaki bağlantıya dair kalem oynatıyor.
Halkın sözünü dinlemek
Homo Faber’in marifeti şehir, tarihî olarak iki anlama sahip: İlki fizikî; sınırları belli bir mekân. İkincisi ise davranışlarla, algılarla ve inançlarla şekillenen zihniyet. Sennett, bu ikisinden hareketle “inşa etme”den bahsediyor:
İnşa, kolektif bilince ve yaşama isteğine göre şekillenen bir edim. Sennett’in deyişiyle şehrin kurucularının değerleri ile halkın değerleri arasında uyumsuzluk baş gösterebilir fakat bu da kolektif bilince ve birlikte yaşama isteğine dâhil. Yazar, geçmişten bugüne uzanan temel bir sorunun da bu bağlamda dikkate alınması gerektiğini söylüyor: “Şehircilik, toplumu olduğu gibi mi temsil etmelidir, yoksa onu değiştirmeye mi çalışmalıdır?”
Bahsi geçen soru ve ona verilecek yanıtlar, kentin kuruluşunun ve planlanışının teknik (mimari, mühendislik) ve kültürel boyutunu belirliyor. Sennett, ikincisini bir boy öne çıkarsa da ilkini de gözden ırak tutmadan kolektif yaşam ve bilinç ile kentin sağlığı için hesap verebilirliğe dikkat çekiyor.
Sennett, kentle kurulan, daha doğrusu kurulması gereken ilişkiyi, şehir planlamacısı ve sosyolog olarak değerlendiriyor. Buna da “yapma etiği” diyor. Zamanla değişen durumu da açıklıyor: Geçmişte yapım yaşayıştan türetilirken şimdilerde yapıya göre bir yaşayış tasarlanıyor. Demokratik olanlardan çok bürokratik süreçlerin yeğlendiği bu dönem, yazara göre şehir planlamacılıktaki evrimin özü aynı zamanda.
Söz edilen evrimin tetikleyicilerinden biri, büyüme ve ilerleme fikrinin dünyaya yayılması yani kapitalizmin küreselleştirilmesi. Bir başka tetikleyici nüfus artışı ve hareketliliği. Bir diğeri şehirlerin kurucuları ile yeni sakinleri arasında yaşanan gerilim. Bir sonraki aşama ise büyük yer değiştirme ve mülkiyet devriyle gelen seçkinleştirme. Tüm bunlar, Sennett’i güvenliğin ve gettolaşmanın hâkim olduğu kapalı ve kozmopolit bir yapısı bulunan açık şehir ayrımına getiriyor. Bu ayrım da şehir planlamacılık tarihinde önemli bir eşik olarak kabul ediliyor. Öbür eşik ise kenti kuran, kente gelen ve kentte geçici olarak bulunanların ilişkisi ve ilişkisizliği. Konuyu karmaşıklaştıran da bu zaten. Karmaşayı aşmanın bir yolu var; birlikte yapmak: “Genel olarak ortak üretim süreci, alternatifleri inşaatın en başında keşfederek tehlikeleri ve zorlukları ortaya çıkarabilir; alternatifler hakkında düşünmek rasyonel değerlendirmeyi beraberinde getirir; uzmanın karar anında ayrılması projede yaşayacak olanlara inisiyatif verir. Halk pasifize edilmez, sözü dinlenir. Uzmanlar danışman olarak kendilerine uygun rolü bulur.”
‘Anlamın netliği yerine, anlam zenginliği’
Sennett, insanın kentle geliştirdiği farklı ilişki biçimlerinin sosyolojik ve ahlaki boyutunu ön plana çıkarıyor. “Dayanıklılık” ve “sürdürülebilirlik” ile tanımlanan günümüz şehirlerinin klişelere teslim edildiğini; kentin daima onarımına ihtiyaç duyduğunu ve bu konuda da zanaatkârların öğreticiliğinin şart olduğunu söylüyor: “Genel olarak açık bir şehir, kapalı bir şehirden daha onarılabilir durumdadır. Operasyonel olarak daha esnektir, güç ilişkileri yönlendirici olmak yerine, interaktiftir; bu nedenle işler ters gittiğinde veya kullanım ömrünün sonuna geldiğinde uyum sağlama ve yeniden düzenleme yeteneğine sahiptir. İlkesi budur. Pratikte açık bir şehrin onarımı nasıl yapılmalıdır, nasıl dirençli hâle getirilebilir? Şehircinin, onarımın nasıl yapılacağı konusunda zanaatkârdan öğreneceği bazı şeyler vardır. Kırık bir vazoya yaklaşırken bir zanaatkâr üç farklı strateji izleyebilir: Restorasyon, iyileştirme veya yeniden yapılandırma.”
Sennett, şehir planlamacılar ile şehirliler arasındaki yazısız antlaşmada etiğin önemli yeri olduğunu, kentin kimliğinin ve formunun buna göre şekillendiğini; inşanın da böyle geliştiğini hatırlatıyor: “Şehir planlamacı ile şehirli arasındaki etik bağlantı belli bir tür alçakgönüllülüğün uygulanmasında yatmaktadır: Pek çokları arasında tek yaşamak, kendini yansıtmayan bir dünyayla bağlantılı olmak. Pek çokları arasında tek yaşamak, Robert Venturi’nin sözleriyle ‘anlamın netliği yerine, anlam zenginliği’ni mümkün kılar. Açık şehrin etiği budur.”
Sennett’in bahsettiği ilişkinin devamlılığı için her şeyden evvel, insanın ve şehirlerin ayakta kalması, insan-kent ilintisinin sekteye uğramaması, dolayısıyla bunların tamamının sağlam temeller üzerine kurulması gerekiyor. Bu, teknik bir mesele olduğu kadar aynı zamanda politik bir sorun. Yazar, İnşa Etmek ve Yaşamak’ın satır aralarında bahsi geçen meseleye de göndermeler yapıyor. (AB/TY)
İnşa Etmek ve Yaşamak, Richard Sennett, Çeviren: Aydın Çavdar, Ayrıntı Yayınları, 352 s.