Sayın Çok Büyük Yetkili;
Ölen insanlar var. Yine. İnsan; her birinin bir saniyelik emeği; dünyanın bütün bakanlıklarının, müsteşarlıklarının, bilmem ne müdürlüklerinin, bilmem ne işletmeciliklerinin yüz küsür yıllık kapitalizm heyulasında verdiği toplam çabadan bin kat daha kıymetli o kadar çok insan...
Sana bilmediğine inandığım bazı şeyler anlatarak, bildiğine inandığım bir gerçeği göstermek isterdim: Hayatın, senden kutsal, senden büyük ve senden değerli olduğu gerçeğini.
Senin sistemin tarafından önlerine konan tek özgürlük seçeneği, ölümü göze alarak girdikleri cehennem kuyularında saatler geçirmek olanlar, beş kuruş için canlarını hiçe sayacak raddeye getirdiklerin, "ölümü göze almazsan bu kez sürünerek ölürsün" dolu bir hayatı lütfettiklerin, yerlerin dibine, şürekandan olan büyük patronların gökdelenlerinin tepesine, devasa gemilerin altına, kanser ve ölüm dolu atölyelerin kuytularına gönderdiklerin, benim gözümde çalışma kamplarına gönderilenlerden farksızdır. |
Hayatın, Sayın Yetkili; Sayın Çok Önemli Yetkili: Önünde iliklenen ceketlerin düğmelerine uzanan ellerde, hani o damarlarda dolaşan kanın; yollarında "Çok yaşaa!" diye bağıran gırtlaklardan havamıza süzülen nefesin; onlar neyse de asıl, iradenle sönen hayatların arkasından gözlerimizden dökülen yaşların, çığlıklarımızın, öfkemizin her saniye bir başka hikâyesini yazdığı hayatın, senden büyük ve senden değerli olduğu... Neyse, böyle işte...Şuradan başlayalım:
"Çalışmak özgürleştirir..." Dachau'nun, Theresienstadt'ın, Sachsenhausen'ın, Auschwitz'in ve benzeri ölüm ocaklarının kapısında böyle yazıyordu. Özgürlüğün, insanın en güçlü ve en içten varlık sebebi olduğunu bilen özgürlük düşmanı bir iktidar, ölüme gönderdiği milyonları bu "özlü söz"ün gölgesinden geçirerek dolduruyordu toplama kamplarına.
Oysa çalışmak kölelikti, hem de en korkuncu. Çalışmanın vaadi olan özgürlük ise, ancak o tek ve kaçınılmaz ihtimal gerçek olduğunda, yani bakımsız birer makineye çevrilen insan bedeninin iktidar çarkına çevrilmiş organları durduğunda buldu milyonlarca insanı. Yalnız Auschwitz'te, 1 milyondan fazla beden için, kendini ölüme bırakmak, belki bir isyanmışçasına, belki de tek isyanmışçasına özgürlük oluverdi. İnsan, özgürlük için yok olmayı göze alabildiğini belki yüz bininci kez ve sessizce kanıtladı o günlerde.
Her kimsen Sayın Yetkili, rütben, merteben, makamın her neyse, bu son cümleyi okuduysan biraz gerilmiş olman lazım bence; çünkü hâlâ önünde lacivert takım elbiselerin, resmi koridor lambalarının, insan sırtlarında taşınıp önüne serilen kırmızı yollukların el pençe durduğu biriysen eğer, muhtemelen özgürlüklerini ölümde bulma fırsatı bile verilmemiş olan yüzlerin, binlerin kardeşleri sana bugün biraz kızgın.
"Çalışmak özgürleştirir..."
Diktatörlüklerin zorla kamplara tıktığı ve hayatlarını oralarda aldığı milyonlarca insanla, bizim (ve tabii durmadan söylediğine bakılırsa "senin") kardeşlerimizin, hani dün yerin yedi kat dibine indirip de bir daha haber alamadığımız, sırtı sıvazlanarak koyu karanlığa gönderilip sonsuz karanlığa mahkûm edilen kardeşlerimizin benzer tarafları olduğunu biliyor muydun? Senin sistemin tarafından önlerine konan tek özgürlük seçeneği, ölümü göze alarak girdikleri cehennem kuyularında saatler geçirmek olanlar, beş kuruş için canlarını hiçe sayacak raddeye getirdiklerin, "ölümü göze almazsan bu kez sürünerek ölürsün" dolu bir hayatı lütfettiklerin, yerlerin dibine, şürekandan olan büyük patronların gökdelenlerinin tepesine, devasa gemilerin altına, kanser ve ölüm dolu atölyelerin kuytularına gönderdiklerin, benim gözümde çalışma kamplarına gönderilenlerden farksızdır. "Onları çalışma kamplarına gönderenlerin ellerinde silah vardı; buradaysa seçme özgürlüğü, örneğin 'çalışmama özgürlüğü' var" diyecek olan varsa zaten sussun. Reddedenin, isyan edenin karşısına tarih boyunca çıkardığın silahlı güç, hiçbir savaş makinesinde görülmemiş denli büyüktür Sayın Çağlara Yayılan Yetkili.
Öfkemiz büyük Sayın Yetkili. Sırf insan gücü olsun diye, sırf bir ölenin yerine üç, beş, on talip olsun diye doğsun istediğin çocukların insan olduğunu bilmediğin için öfkemiz büyük. Üç kuruş fazla paraya taptığın ve insanlığımızı, hayatlarımızı hiçe sayarak kazandığın o üç kuruş fazla parayla satın alabileceğini düşündüğün için öfkemiz büyük. Girmeyi bırak, kapısından bakmaya cesaret edemeyeceğin karanlıklara yüz binlerce insanı sokup, sonra biz onların dönememiş olmasının yasını tutarken "Güzel öldüler ama..." diyebildiğin için öfkemiz çok ama çok büyük.
Hesap vermeyeceksin, hesap soranın karşısına dahi çıkamayacaksın; tarih boyunca da çıkamadın. İktisadı, iktisadını hayatımız kıldın. Kalbimizi, sen için, senin bekan için atan birer kas yığını sandın. Yanlışsın Yetkili; kalbimiz, öfkemizden daha canlı, daha büyük.
Üstelik tıpkı "Çalışmak özgürleştirir" diyenler gibi sen de özgürlüğümüzü vaat ederek yaptın her şeyi. Hani bütün bir modern çağı, tatlı bir cehenneme çeviren her şeyi...
Witold Pilecki'yi tanımazsın Sayın Her Şeyi Bilen Yetkili. Auschwitz'te neler olup bittiğini dünyaya gösterebilmek için bilerek Nazi askerlerine yakalanıp bu korku ve ölüm çukuruna giren ve oradan kaçıp gördüğü terörü dünyaya anlatan bir Polonyalıydı Pilecki. Bu gece binlerce Türkiyeli'nin Soma'ya doğru yola çıktığını ise biliyorsundur eminim.
Aslında ben de tüm bunları bir maden ocağının derinliklerinde seninle yüz yüze konuşmak isterim biliyor musun? Yaşıyor olan yüzlerin, ölmüş olan ruhların, kim gelecekse gelsin, benim anlatacaklarım, bizim anlatacaklarımız var. Ne dersin, Soma'da, Kozlu'da, Zonguldak'ta yüzleşelim mi?
Sen kim misin? Binlerce adın, binlerce suretin var. Biz ise seni dolmuş cebinden, cebin doldukça boşalan göğüs kafesinden tanıyoruz... (MÇ/HK)
* Fotoğraf: Cem Öksüz - Soma/AA