Salt nüfusun işgücüne katılma oranı temel alınarak yapılan istihdam analizleri, pek çok kritik olgunun üzerini örtüyor. İstihdam piyasasında üstü büyüme rakamları ile örtülmüş en ölümcül mayınlardan biri, genç işgücünün mutsuzluğu ve umutsuzluğu...
Sosyal haklar ve iş güvencesinden fedakarlık yaptıkları, yarı zamanlı çalışmanın çıkmazlarına saplandıkları eksik istihdam (underemployment) uygulamalarından kaçabilenler mutlaka beter istihdam (malemployment) çarklarında öğütülüyorlar.
İlk defa 1973 yılında Frederick Harbison tarafında, üniversite mezunlarının üniversite diploması gerektirmeyen işlerde çalışması anlamında kullanılan beter istihdam*, o günün bir istisnası iken bugünün salgın hastalığı olmuş durumda.
30 yaş altı Amerikan gençliğinin yaklaşık yarısı kendini beter istihdam kurbanı olarak görürken ülkemizde, konu Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) ilgi alanına girmediği için, veriler üzerinden konuşamıyoruz.
Elbette "veri yoksa olgu da yoktur" diyerek arkamıza yaslanıp Türkiye genelinde işgücüne katılım oranının artması ile yetinebiliriz ya da ülkemizdeki büyümenin kaliteli değil, beter iş yarattığı iddiasını ciddiye alarak mutsuz eden istihdam olgusu için veri toplamaya başlayabiliriz.
Yeni iş yaratılabilmesinin önemli gereklerinden birinin ekonomik büyüme olduğuna hiç şüphe yok. Ancak büyümeyi takip etmesi beklenen refah artışının adil dağılımını sağlayacak politika ve aracıların namevcut olduğu bir sistemde, yaratılması ile övünülen istihdam giderek insan onuruna daha fazla dokunur hale geliyor.
İnsan Hakları Bildirgesi'nin 23.madde 1. fıkrası, "insanlara iş yarattık işte, çalışsınlar" demenin yeterli ve meşru bir söylem olarak kabul edilemeyeceğini, kişilerin mecbur oldukları değil seçtikleri işte çalışmalarının bir insan hakkı olduğunu bize her zaman hatırlatması gerekiyor.
Bu bağlamda, büyümenin gerekli ve kaçınılmaz olduğu düşüncesinin temelinden sorgulanması; büyümesi gerekenle -örneğin insan onuruna ve bireyin teknik/bilimsel kazanımlarına yakışan iş olanakları- büyümemesi gereken -örneğin beter istihdam- ayırımının istihdam politikaları aracılığıyla gözetilmesi büyük önem taşıyor.
Saygın iş tanımına, üniversite diplomalı gençlerin üniversite diploması gerektirmeyen işlerde çalışmak zorunda kalmaması ve diplomalarının kağıt üzerinde erişim sağladığı işlerle aralarındaki görünür ve görünmez engellerin kalkmış olmasının da eklenmesi istihdam piyasasının konjenktürel gereksinimlerinden biridir.
UNESCO'ya göre önümüzdeki 30 yıl içerisinde dünya yüksek öğretim tarihi boyunca mezun olmuş olanların tamamından daha fazla sayıda genç, üniversitelerden mezun olacak. Bir yandan kazanılan diplomaların temsil ettiği dereceler şimdikinden daha büyük bir erozyona uğrayacak, diğer yandan işsizlikten kaçınmanın en birinci yolu hala üniversite diplomasından geçecek.
Bu kısır döngü içerisinde üniversite mezunu, üniversite diploması gerektirmeyen işlerde giderek daha fazla çalışmak zorunda kalacak, üniversite diploması gerektirmeyen işler içinse üniversite diplomalılar tercih edilecek.
Üniversite diploması gerektiren işlere erişebilen üniversite mezunu gençlerin büyük çoğunluğu, refah yaratmayan büyümenin ince ayar yapmadığı istihdam politikalarının gölgesinde; özgürlük, eşitlik, güvenlik ve saygınlık kazanmadan kişisel gelişimi es geçerek kendisini ilgilendiren kararların alındığı mekanizmalardan dışlanarak beter istihdam mahkumu olacak.
'İnsan onuruna yakışır iş' kavramı, uluslararası toplumun gündemine ilk defa 1999 yılında dahil edildiğinde, cinsiyet ayrımcılığı, çocuk işçiliği ve kayıt dışı istihdam ile mücadelenin gereklerinden biri olarak tasarlanmıştı.
Ancak işgücüne katılan gençlerin mutsuzluğu, kaliteleri ve hayalleri ile örtüşen işlere erişimlerinin imkansızlığı, iş seçimlerini değiştirememeleri, ömür boyu eğitim ilkesinin iş piyasasında beklenen seçenek zenginliğini yaratmaması ve işyerindeki uyuşmazlıkların bezdiri (mobbing) seviyesinde sürüncemede kalması, 'saygın iş' tanımının genişlemesine neden oldu.
Bu bağlamda TÜİK'in de, eksik ve beter istihdama kuvvet azalan işsizliğin insani gelişme ve ilerlemenin göstergesi olmayacağından, hanehalkı işgücü araştırmalarını yeni sorularla detaylandırması gerekiyor.
Beter istihdam mağduru olduklarına inanan gençler ise bir yandan sistemi değiştirmeye ve dönüştürmeye çalışmak, diğer yandan mutlaka içlerindeki yaratıcı gücü açığa çıkararak kendilerini istihdam piyasasında farklılaştırmanın yolunu bulmak zorundalar.
Stéphane Hessel, gençler arasındaki umudunu yitirmiş olma durumlarını çok etkli bir şekilde ortaya koyduğu Öfkelenin (Indignez-vous) kitabında gençlere "yaratmak direnmektir; direnmek yaratmaktır" diyor. Gençler, ancak yaratılıcılıklarını geliştirdikçe beter istihdama direnecek, direndikçe sistemi değiştirebilecekler.
Yrd. Doç. Dr. C. Akça Ataç , Çankaya Ünversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü
* Malemployment kelimesi Türkçe'ye kötü istihdam şeklinde çevrilebilir. Ancak kötü istihdam ifadesinin orjinal terimin temsil ettiği durumun vahametini tam olarak ifade etmemesi nedeniyle yazar tarafından beter istihdam ifadesi geliştirilmiştir.