Ne demektir bu? Bütçenin yaklaşık yüzde 54'ü faizlere ayrılacak. Kalan harcamalar, toplanan vergilerle karşılanacak ama, ortaya 15 katrilyonluk bir "fazla" da çıkacak.
Bu "faiz dışı fazla", tabii ki, IMF'den alınan kredilerle birlikte, borç ödemesinde kullanılacak. Borç tahsilatını her şeyin önünde tutan IMF, ne yapıp edin, milli gelirinizin yüzde 6.5'u oranında bir para yaratın ve bununla alacaklıların alacağını, faizini ödeyin diyor.
Bu "fazla" (Bakan Oral'a göre 15 katrilyon TL) ne pahasına ortaya çıkarılacak?
Hangi harcamalardan vazgeçecek de Türkiye bu fazlayı yaratacak?
Devleti küçültmek, ana slogan ama, küçülecek ne devlet kaldı, acaba?
Barut biterken yeni senaryo
Tam bunlar konuşulurken, bir de savaşta Türkiye'nin aktif tutum alması, asker göndermesi gibi şeyler konuşulmaya başlandı. Askeri harcamaların artması anlamına gelen bu "aktifleşme"nin parasal karşılığı nerede?
Bilmediğimiz bir anlaşma ile bu aktifleşmenin finansal kaynağını ABD yaratmayacaksa, iyice küçültülmek istenen kamu harcamalarından yeni askeri harcamalar için kaynak nereden bulunacak?
Öyle olunca, savaş bahanesi ile başka bir senaryonun mu zamanı geldi acaba?
Aslında, barutumuzun iyice azalmış olduğu bir yerdeyiz. Ortada daha fazla kısılacak devlet harcaması var diye iddia edenler, bunun üstüne bir de askeri harcama çıkaranlar önce buyursunlar harcama analizimize?
Devleti küçültmek?
Kamu harcamaları, gerçek harcamalar ile transfer harcamaları olmak üzere iki ana kalemden oluşuyor.
Gerçek kamu harcamaları denilince, transfer harcamaları dışında kalan yatırım ve cari harcamalarını anlamak gerekir.
Transfer harcamaları, 1980'li yıllardan itibaren artış halinde. Bunun nedeni de borçlanma politikasının bir sonucu olarak iç ve dış rantiyelere faiz ödemeleridir.
Öyle ki;
* 1975-80 döneminde bütçenin üçte ikisi gerçek harcamalardan, üçte biri transfer harcamalarından oluşurken,
* Bu oranlar 2000 'de tamamen tersine dönmüş, faizin payı bütçenin üçte ikisine çıkmıştır.
* Kriz yılı 2001'in ilk 8 aylık sonuçları daha korkunçtur: Gerçek harcamaların bütçede payı yüzde 27, faiz ağırlıklı transferlerin payı yüzde 73, evet tam yüzde 73 olmuştur.
Peki nasıl olmuş da gerçek kamu harcamaları dörtte bire yakın bir orana düşürülmüştür?
Maaşlara tırpan
Öncelikle, borç faiz ödemelerine her kaynak arayışında ilk akla gelen, memur maaşlarını tırpanlama önlemidir. Öyle de olmuştur.
Cari harcamaların bu en önemli kaleminin bütçe payında, memur sayısı artışına rağmen, ciddi bir erozyon yaşandı.
* 1975-80 döneminde yüzde 35.4 olan bu payı; Özal, 1984-88 döneminde yüzde 23.6'ya kadar indirdi.
* Çalışanların direnişinin (ama dönemin genişlemeci politikalarının da) etkisiyle 1989-93 döneminde bu pay yüzde 37.5'e yükseldi.
* Ardından 1994 krizi geldi ve 5 Nisan Kararları ile yine tırpan hareketi yaşandı, maaşlar bütçede yüzde 20'lere inerek yeniden hızlı bir aşınmaya uğradı.
* 2000'de "enflasyonla mücadele" argümanıyla hedef enflasyona endekslenen maaş artışları, özellikle son aylardaki hızlı fiyat artışları ile törpülendi ve yılı yüzde 21.4'lük payla kapadı.
* Kriz yılı bu pay, 2001'in ilk 8 ayında ise yüzde 19.1'e düştü.
* Ama IMF, bunu da çok görüyor olmalı ki , 2002 yılı bütçesinde bu payın daha da aşağıya çekilmesine yol açacak sınırlamalar gündemde.
Yatırımlara tırpan
IMF, 2002'de, kamu yatırımlarının da daha çok sınırlandırılmasını istiyor. Bütçeden yapılan kamu yatırımları bütçe içinde:
* 1975-88 döneminde beşte birlik bir paya sahipti. Türkiye gibi, büyüme eğilimindeki, enerji, telekomünikasyon, ulaşım, GAP gibi altyapı yatırımlarını geliştirmek ve yenilemek durumunda olan bir ülke için bu oranda bir kamu yatırımı olağan sayılmalıydı.
* Oysa Özal ve sonrasında yatırımcı bütçe kimliği tahrip edildi.
* 1994 sonrasında ise, ilk kez yüzde 10' luk payın altına inildi,
* 1999-2000 ortalaması yüzde 5'e indi.
* Kriz yılı 2001'in ilk 8 ayında ise yüzde 3.5 ile yatırım hak getire dedirtecek bir kuraklık yaşanıyor.
* 2002 yılında bu kuraklık çöle dönüşeceğe benzer.
* Şimdi de IMF'nin talepleri doğrultusunda, katma bütçeli yatırımcı kuruluşların taşra teşkilatlarının tasfiyesi gündeme getirilmek isteniyor. Belediyelerin yatırımları askıya alınıyor. Böylece küçülen ekonomiye ve işsizliğe bir darbe de buradan gelecek.
Sosyal devlet rafa
Aslında sınırlamalar maaşlara ve yatırımlara getirilen tırpanlarla kalmıyor.. Halkın yararına, sosyal öze sahip ne tür transfer harcaması varsa, onlar da hedef tahtasında.
İlk 8 aylık sonuçlara göre 2001 yılı bütçesinin yüzde 73'ünü transfer harcamaları oluşturuyor... Toplam bütçe harcamalarının yüzde 54'ünü oluşturan faiz harcamaları, bütçe transferler harcamalarının ise dörtte üçüne yakınını oluşturuyor.
IMF, faizden arta kalan dörtte birlik transferler içinde toplum yararına olan ücretlilere vergi iadesi, sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan transferler, tarımsal desteklemeye dönük transferler, Kamu İktisadi Teşekküllerine (KİT'lere) sermaye transferleri gibi ekonomik ve sosyal transferlerin 2002'de daha da sınırlandırılmasını istiyor.
Askeri harcama
Bütün bunların üstüne, Türkiye'nin savaşa asker gönderme kararı ile aktif tavır alması, ekonomik sıkıntıları artıracak bir diğer önemli öge. Savaşta aktifleşme, ister istemez askeri harcamaların artırılması demektir. Tam da harcamaları kısmaya ihtiyaç olduğu bir dönemde savaş harcaması gibi üretken olmayan bir harcamaya Türkiye'nin ne kadar tahammülü var? Bu harcamanın karşılığı, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ya da başka bir dış kaynaktan gelmeyecekse, Türkiye nereden kısarak bu harcamayı yapacaktır?
İkinci negatif etki, savaşta aktif taraflar arasına katılmanın ülkeyi bir savaş iklimine sokması, tüm ekonomi ajanlarını "bekle-gör"içine çekmesidir.
Piyasanın canlanmasından medet uman reel sektörün bir de "savaşa girdik, bekleyelim" ruh haline girmesinin ülkeyi ne hale getireceğini düşünmek bile istemez insan. Dahası, bu aktifleşmenin mukabil atakları ve husumetleri çekmesi durumunda, Türkiye'nin birçok alanda uğrayacağı kayıplara, savaşa pasif kalan ülkelerin koyacağı tavırdan dolayı uğranacak zararlar ve ihracat pazarı, turizm kayıplarını da eklemek gerekecektir.
Savaş bahanesi ile "seçim" mi?
Türkiye'nin bu koşullarda IMF ile mevcut programı sürdürmesi mümkün mü? Değil. Acaba Başbakan ve hükümet üyelerinin önemli bir bölümü bu duruma göre yeni pozisyon arayışları içine mi girdiler?
Acaba, IMF ile programı ödünsüz sürdürmek konusunda paralel düşüncede olduğu görülen ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş'in suyu mu ısınıyor? Bu programda rota değişikliği yapıldığı zaman artık kendisine ihtiyaç kalacak mı?
Türkiye 2002 yılına, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı'nı değiştirmiş olarak girerse şaşmamalı. Bedeli enflasyon olarak ödense dahi, hükümeti rahatlatıcı biçimde, genişleyen ekonomi konjonktüründe seçimlere yönelinmesi güçlü bir olasılık gibi.
Bu senaryoya IMF'e ne der? Canıma minnet! der.
Zaten ilan edilmemiş bir iflas var uygulanan politikalarda. Hiçbir önlem dikiş tutmuyor. IMF, "Hükümetiniz isteksiz davranıyor, ayrıca güven bunalımı da var" diyerek suçu hükümete yıkıyor.
Hükümet, "savaş çıktı böyle oldu", deyip su koyarsa, IMF de "Hay Allah razı olsun, bizi de dünya aleme rezil olmaktan kurtardınız! Gidin seçiminizi yapın, kan tazeleyin öyle gelin" demez mi? Der.
Tek sorun var! Nisan 2002'de yapılması planlanan seçimden kim çıkar? Çıkanla ne kadar frekans tutturulur? Onu da o zaman düşünürler! Hep öyle yapılmıyor mu? (NU)