“Sakat mı, canı çok acıyor mu?”

Sunaura Taylor, 2004 yılında, 23 yaşındayken, doğuştan sahip olduğu artrogripozis hastalığını Google’da arattı. The New Yorker’da yer alan makaleye göre, Yunanca kökeni "bükük veya çengelleşmiş eklemler" anlamına gelen bu hastalık, pek çok kişide kol ve bacakların, eklemleri kalıcı olarak bükülü olduğundan daha kısa olmasına neden oluyor. Taylor, hayvanlarda da bu hastalığın olup olmadığını merak etti ve Kanada Kooperatif Yaban Hayatı Merkezi'nin dergisinde yayımlanan "Kızıl Bir Tilkide Doğuştan Uzuv Deformitesi" başlıklı bir rapor buldu.
Raporda, artrogripozisli genç bir tilkiden bahsediliyordu. Tüm uzuvlarında "eklemlerin belirgin şekilde büküldüğü" belirtiliyordu. Tilki, patilerinin arkasına basarak yürüyordu ve bu alanlar kalın nasırlarla kaplanmıştı. Rapor, ilginç bir şekilde, tilkinin kaslı, hatta biraz şişman olduğunu vurguluyordu: Cansız bedeni bulunduğundan, midesinde iki kemirgenin kalıntıları ve daha büyük bir memeliye ait kemiklerle karışmış kısmen sindirilmiş bir elma vardı. Bu, uzuv deformitesinin, tilkinin avlanmasına veya yiyecek bulmasına engel olmadığını gösteriyordu. Bulgular, tilkinin ormanda yürüyüş yapan bir kişi tarafından vurulmasının ardından ortaya çıkmıştı. Hayvanı öldüren kişi, tilkinin "anormal bir yürüyüşü olduğunu ve hasta göründüğünü" fark etmişti.
Taylor bu hikâyeden çok etkilenmişti. Ona göre, tilki, vurulmadan önce gayet sağlıklı bir yaşam sürüyordu. Belki de tilkiyi vuran kişi, sadece hayvanı “garip” bulduğu için ondan korkmuş ve onu öylece öldürmüştü. Küçükken bir kez büyükannesi de Taylor'a başkalarının yardımı olmasa ormanda öleceğini söylemişti. İlk gençlik yıllarında engellilik üzerine yapılan çalışmalarda sıkça "ölse daha iyi" anlatısıyla karşılaşan Taylor, sonradan gördü ki filmlerde ve kitaplarda, engelli bir hayatın doğası gereği trajik ve kurtarılamaz olduğu fikri yaygındı. Yazık ki, tilkinin yazgısıyla kendi yazgısı arasında bir bağ kurmuştu.
Artan zorbalık
Birlikte yaşadığım köpeğim Küba, yaklaşık üç hafta önce bir operasyon geçirmek zorunda kaldı. Kapıya sıkışan kuyruğu, eklem sayılabilecek bir yerden kopmuştu ve bu yüzden kuyruğunun bir kısmı alındı. Tam iyileşme evresindeyken Küba, kuyruğuyla oynadığı için dikişli kısmı kopardı ve yeniden ameliyat olmak zorunda kaldı. Böylece bitmeyen bir klinik sürecine girmiş olduk. Bu durum Küba’yı ve beni mental olarak hayli zorlasa da bu sürecin de sona ereceğini ve hayatımıza kaldığımız yerden devam edeceğimizi biliyorum. En azından dünyanın bütün toplarının ve salamlarının Küba’yı beklediğinden eminim. Ancak bu süreçte tamamen kontrolüm dışında gerçekleşen ve mental olarak beni aşırı yıpratan başka bir şey daha oldu: İnsanların Küba'ya yaklaşımı ve artan zorbalık.
Küba, kuyruğundaki dikişleri yalamaması ve yarasının iyileşmesinin gecikmemesi için, Elizabeth de denilen, kesik koni şeklindeki yakalıklardan takıyor. Ve haliyle kuyruğu da hâlâ bandajlı. İlk günler huysuzlanması dışında yakalıkla ilgili bir sorun yaşamadık. Ancak sokaktaki insanların yaklaşımı ve zorbalığı, günden güne katlanılmaz bir hâl aldı. İlgi ve sevgi müptelası Küba, şu an bir insanın ona yaklaşmasından neredeyse rahatsız oluyor.

Yarası nedeniyle hâlâ eskisi gibi koşup, diğer köpeklerle oynayamadığı için yürüyüşlerimizi uzun tutuyorum, ki bunalmasın ve enerjisini bu yürüyüşlerde atsın. Üç haftadır yürüyüşlerimizin arka fonunu ise insanların acı ve üzüntü dolu; daha da kötüsü acımasız yorumları oluşturuyor:
“Aaa, ne oldu kuyruğuna?”, “Yazıkk, nedenn?”, “Sakat mı?”, “Canı çok acıyor mu?”, “Kuyruğunu mu kestiniz?”, “O boyunlukla etrafı göremez, biraz kısaltın”, “Sakat o, gel buraya (kendi köpeğini tasmasından tutarak)”.
Engelli bir hayvanla yaşamak
Bu lüzumsuzlukları başta duymazdan gelsem de artık yanıt veriyorum ve hatta ben de onlar gibi acımasızlaştım. Mahcup olacaklarını sandığımdan değil, en azından gerçekten engelli bir köpekle yaşayan bir insana bu zulmü edemesinler diye yapıyorum bunu.
Daha sonra elbette engelli hayvanlarla yaşayan arkadaşlarıma, bu zorbalıkla nasıl baş ettiklerini sordum. Çünkü belli ki engelli hayvanlarla yaşamak, yalnızca fiziksel değil, duygusal ve sosyal açıdan da büyük bir mücadele gerektiriyor.
Kedisi olanlar daha avantajlıydı, çünkü eve güvendikleri insanlar geliyordu ve onlar da hayvanları çok seviyordu. Ancak engelli bir köpekle yaşayanlar, soruyu sorduğumda neredeyse ağlayacaktı. Hiçbiri bu zorbalıkla mücadelede sağlıklı bir çözüm bulamamıştı ve ne yazık ki artık yalnızca söylenenleri duymazdan geliyorlardı. Bir çözüm bulmak mümkün mü? İnanın ben de bilmiyorum. Bu üç haftalık deneyim dahi beni derinden etkiledi. Hayatının geri kalanını bu tür zorbalıklarla yaşamak zorunda olan hayvanları ve insanları düşündükçe, içimde sokaklara “Engelli insanlara ve hayvanlara bakmayın, laf atmayın” yazan dev pankartlar asma isteği doğdu. Şöyle düşünün: Yürürken, 10 kişiden yalnızca ikisi bize bakmıyor ya da laf atmıyor. Bu iki kişiden biri telefonuyla meşgul, diğeri ise muhtemelen nezaket duygusu gelişmiş bir insan. Atanmış cinsiyeti kadın olan biri olarak bu tür tacizlerin verdiği rahatsızlığın nasıl hissettirdiğini biliyorum. Ancak buna Küba’nın da maruz kalmasını katlanılmaz buluyorum.
Engelli hayvanlar ve insanlar için daha saygılı bir toplum inşa etmek, sadece onların hakkı değil; insanlık adına da gerekli bir adım. Toplum olarak, engelli insanların ve hayvanların karşılaştığı bu tacizleri sonlandırmak, hepimizin sorumluluğu. İnsanların ve hayvanların haklarına saygı göstermek, her birimizin ortak görevi ve bu anlayışın yayılması, daha adil bir toplum yaratma yolunda önemli bir adım. Velhasıl, yolda yürürken lütfen sadece önünüze ve ağaçlara, kuşlara bakın. Bunu yapamıyorsanız da hiçbir hayvanın ya da insanın beden bütünlüğüne dair kelam etmeyin. Çünkü sahiden kimse sizin zorbalığına katlanmak ve size makul yanıtlar vermek zorunda değil. (TY)
Ahmet Yıldız’a 41'inci duruşmada da adalet yok

TUTUKLU GAZETECİ YILDIZ TAR İLE SÖYLEŞİ
"Geldiler, aldılar, tutukladılar; süreç bundan ibaret"

YÖNETMEN ALİ KEMAL ÇINAR İLE SÖYLEŞİ
“Festivalde 'Bakur' sansürlendikten sonra sansür, adım adım her yere bulaştı”

DEM PARTİ SÖZCÜSÜ AYŞEGÜL DOĞAN
“AKPM, Türkiye'deki anti-demokratik uygulamalarla ilgili somut adım atmalı"

1947 zeytinyağları
