Günümüzde Türkiye'de birçok politik çevre, Said Nursi'ye değişik önemler atfediyor. Buna bağlı olarak onu değişik isim ve namlarla anıyor. Ben, her vatandaş adı gibi olan isim ve soyadını, Osmanlıca olmayan bir tamlama içinde kullanma yanlısıyım.
Bazı Türk milliyetçisi çevreler, Kürtlere ve Kürtçeye karşı düşmanlık besledikleri için düşmanlıktan ona muhakkak Said-i Kürdi diyorlar. Kürt hareketi ve çevresindeki insanlar onu kendi ulusal birikimlerinin bir parçası olarak gördükleri için etnik saygıdan Said-i Kürdi olarak anıyorlar. Onu muteber sayanlar isminin basına muhakkak "Bediüzzaman" sıfatını ekliyorlar ki bu, "Zamanın en iyisi" demek. Genç bir medrese talebesi iken hocaları ona bu sıfatı takmış o da hep kullanmış.
Şu anda birçok kola ayrılsa da tüm merkez Nurcular ona Said-i Nursi diyor ve ayrıca mehdi düzeyinde kutsal bir kişi olarak görüyorlar.
1972'de, Nur risalelerinde Latince harflere çevrilerek yayınlanırken tahrifatlar yapıldığını açık eden, Tenvir neşriyatın kurucusu Sıddık Dursun, bu şekilde risalelerde Kürt ve Kürdistan kelimelerin de temizlendiğini ortaya çıkarmıştı. Kendisi ile 2005'te yapılan bir röportajda "Hiçbir akidem ve düşüncem Üstadın çizgisinin dışında olmamış ve olamaz. İnandığım çizgi, Bediüzzaman'ın mehdiyet çizgisidir" (1) diyerek Kürtçü bir bakış açısının da mehdiyete duyduğu inancı ortaya koymuştu.
Nursi ve entelektüel iktidar
1980 sonrası gelişen Kürt hareketinin en önemli özelliklerinden biri, ağa-şeyh-tarikat-aşiret ideolojilerinden kopuşçu bir çizgisi olmasındaydı. Türkiye cumhuriyetinin imhacı ve yoksayan saldırıları karşısında kendini "marabaların" isyanı çizgisinde var eden bu hareket artık bütün Kürtlerin isyanının dillendiği bir ulusal cephe olmaya evirilmiştir.
Çıkış değerlerini bünyesinde tutsa da bu cephe artık ideolojik olarak ulus- kaynağını kadim Mezopotamya medeniyetinde görmekte, halka mal olmuş tüm yazarlarını sevip saymakta, bu bağlamda Said Nursi'yi de bir mütefekkir olarak selamlamaktadır.
Mesela Orhan Miroğlu, ellinci ölüm yılında "Said-Kurdî (Ona inananlar bu sıfatı da kullanırlardı) İngilizlerin İstanbul'u işgal etmelerine karşı durdu, Mustafa Kemal'i Milli Mücadele yıllarında destekledi. Ama Kemalist kadroların yeni bir ulus-devlet inşa sürecinde uygulamak istedikleri planların farkına vardığında Van'a geri döndü. Kemalistlerle arasına mesafe koydu ve yeni dönemin jakoben uygulamalarına karşı koyacak 'entelektüel açıdan muktedir' bir toplumsal gücün oluşması gerektiğine inandı. Hayatını bu amaca adadı" diye yazarak onu anmıştır.(2)
2010 yılındayız. "Entelektüel açıdan muktedir" bir toplumsal güç için nur risalelerinin geçmişte nasıl bir kaynak olduğu sorusu, Türkiye'de yaşayan bütün insanlar için ortak bir problem olarak ele alınmalıdır. Ama daha önemlisi risalelerin yeni yüzyıla aktardığı birikimdir. Dokuz bin sayfayı bulan risaleleri kesintisiz okumaya çalışan bir kişinin bir şey anlamasa bile bir atmosfere gireceği kesindir.
Risalelerin orijinallerini çoğu kişi, tam olarak okuyamamış ve anlamamıştır. Anlasa ne olurdu o ayrı bir konudur. Ama zamanında bu neşriyat etrafında yapılan sohbetlerin gizli ve özel ritüelleri, yazıcıların heyecanı, okuyucuların birbirlerine bağlılığı, kendilerinde gördükleri misyonerlik heyecanı ile nurculuğun bir tarikat olarak, kendine özgü bir halk edebiyatı yarattığı söylenebilir. Bu edebiyat nurculuğun bugüne ulaşan nabzıdır.
Öte yandan bu metinlerin tefsircileri, yorumcuları bir güç sahibi olmuştur. Ama entelektüel-politik mirası açısından esas olan şudur ki Said Nursi su katılmamış bir dincidir. Risaleler neresinden bakılırsa bakılsın toplumsal hayatin "nur" tefsirlerinin geçerli olduğu kuran ve vahiy düzenine göre yürütülmesini vaaz eder. Bu vaaz birikimi artık bir mirastır. Bu miras Türkiyeli sağcı iktidarlarca çeşitli şekillerde araçsallaştırılmış, yeniden üretilmiş ve kullanılmıştır.
Nursi ile yenileşme olur mu?
Peki, bu miras eşitlikçi, özgürlükçü, sosyalist, toplumcu, kadın erkek eşitliği yanlısı, anti-kapitalist, ilerici, komünist, anarşist, demokrat, feminist ve benzeri kişilerin hayrına mıdır? Bu noktada çeşitli tartışma platformlarında Kürt arkadaşlar tarafından uğradığım bir eleştiriyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sizce, Said Nursi'yi bir gerici, bir mürteci olarak tanımlamak Kürtlerin ulusal demokratik mücadelesine karşı saygısızlık anlamı taşır mı? Bana kalırsa dini inancı yok saymak, inanç sahiplerini küçümsemek, tek tanrılı dinlere veya başka metafizik birikimlere değer verenlerin, eşitlik ve ilerleme anlayışlarının olamayacağını düşünmek her halde budalalıktır.
Peki, ama bir toplum geleceğini kurarken Said Nursi gibi misyonu hiçbir zaman sömürülenlerin bu dünyadaki kurtuluşuna hizmet etmemiş bir ümmetçinin "ya yeni hal ya izmihlal " özdeyişini baş tacı etmeli midir?
Bugün bazı Kürt-Türk- sol -sosyalist-devrimci çevrelerde Said Nursi'ye mürteci demenin ayıplanmaya başlamasının sebebinin, TC ordusunun "İrtica ile Mücadele Eylem Planı" etrafında yürütülen kovuşturmaları olmadığını sanıyorum. Öyle bile olsa her solcu-ilerici-devrimci-yenilikçi harekete bir irtica ile mücadele dağarcığı gereklidir değil mi? Son olarak Can Yücel'e yetişmiş benim gibi bir Türkiyeli bir sosyalist ve feminist için "mürteci"ye "mürteci" demeyeceksek ne diyeceğiz beyler diye bir sualin de ortaya çıktığını söylemeliyim. Her zaman mücadele dolu canlı bir hayat süren Said Nursi'nin ölümünün ellinci yılı bizler için de bunları düşünmeye vesile olsun.(SP/BB)
(1)13.4.2005 tarihli vakit gazetesi
(2)24.3.2010 tarihli taraf gazetesi