geçtiğimiz hafta sonu iki ayrı toplantı için ankara'da iki önemli etkinliğin katılımcısıydım.
bunlardan ilki anadolu ün. iletişim fakültesi'nden prof.dr. erkan yüksel'in koordinasyon ve yönetiminde sürdürülen, "sağlık medyası" ile ilgili çok önemli ve kapsamlı bir alan çalışmasının ilk verilerinin tartışılmasına yönelik bir çalıştaydı.
sağlık medyası alanının özellikle medya tarafındaki "uzman"larının yeterince ilgi göstermediği bu toplantıda sunulan veriler derlenip bir rapor haline geldiğinde yalnız öğretici değil, aynı zamanda sağlık haberciliği ve iletişimi alanında türkiye'nin gerçeğe çok yakın bir "fotoğrafı"nı sunacağını şimdiden söyleyebilirim.
kötü olan yan ise neden ne olursa olsun, özellikle sağlık alanında habercilik yapanların doğrudan kendi faaliyetleriyle ilgili bu konudaki ilgisinin azlığına tanık olmaktı.
"eczacılık kongresi"
benzer bir tanıklığı yine medyanın da bir yönüyle dahil olduğu "ilaç ve reklam" konusunun işlendiği türk eczacıları birliği'nin iki yılda bir gerçekleştirdiği "eczacılık kongresi"ndeki bir panelde yaşadım.
burada da neredeyse tümüyle medya üzerinden şekillenen "ilaçta reklam faaliyeti" konuşuluyordu ama konuşanların arasında yer alan bir iletişimci akademisyen dışında salonda en azından konunun haber değerini önemseyen ve konuyu ele alıp düşündüklerini aktaran bir "medya mensubu" ne yazık ki yoktu.
panelde pek çok şey söylendi ama söylenmeyenler de vardı.
bunları soracak bir medya mensubu olsaydı sanırım toplumun hem ilgisini, hem de bilgilenmesini sağlayacak önemli bir fırsat olurdu.
örneğin konunun asıl muhatabı ve tarafı olan hekim, eczacı ve diğer sağlıkçıların bu "ilaçta aslında yasak olan reklam" konusundaki "katkı ve katılımları"nın ne olduğu dile getirilmedi. yasalar, yönetmelikler, düzenlemeler, ticari kurallar ne derse desin "ilaçta reklam" bu kesimler eliyle dönen bir çark.
onların bu noktadaki katılımları bu çarkın hastaların ödedikleri kaynaklarla döndürülüyor.
işbirliği ama nasıl?
bu yıl "sağlıkta 'değer', her şeye değer" sloganıyla yapılan kongrenin son gününde benim de sağlık hizmetinden yararlananlar, hastalar ve yakınları tarafından konuya yaklaşmak üzere katıldığım bir panel gerçekleştirildi. "sunanlar ve yararlananlar perspektifinden sağlık hizmetlerinde işbirliği" başlığını taşıyan bu panelde hekim, dişhekimi, eczacıların meslek örgütleriyle türk eczacılar derneği başkanı'nının konuştuğu panele de panelin sunucusu habertürk ankara temsilcisi alican türkoğlu dışında yine bir medya mensubu yoktu.
genel olarak sağlık ortamının sorunları ve bu sorunlar konusunda sağlık alanının taraflarının neler yaşadığının ortaya konulduğu panelde, ben de durumun hizmetten yararlananlar için anlamını ortaya koyup bunun nedenleri konusunda görüşlerimi ifade ettikten sonra eğer gerçekten bir işbirliği isteniyorsa bunun temel ilke ve uygulamaya ilişkin önceliklerinin neler olduğunu ortaya koymaya çalıştım.
bunlara itiraz edilmemiş olsa da, mevcut sistemin işlerliği sırasındaki ihtiyaçların öne çıkması, gerçek anlamda bir işbirliği yapma noktasından henüz çok uzakta olduğumuzu gösteriyor.
orada dile getirdiğim temel noktaların aslında farklı tarafları olan her alandaki işbirlikleri için de gerekli ve önemli olduğunu düşünüyorum. çünkü "işbirliği" algısı erk dahibi ve iktidarda olup olmamakla çok yakından ilişkili.
yeni paradigma, yeni kurgu
satır başlarıyla söylersek; öncelikle hem sağlık hizmeti, hem de sunumuna ilişkin yeni bir kurgu, yaklaşım, bir anlamda "yeni bir paradigma" oluşturulması gereklidir.
bunun için "ezberleri bozmak", tarafların sahip oldukları mevcut "erk" ve "konum"larını kullanmaktan en azından işbirliği yapacaklarına yönelik olarak vazgeçmek ve birlikte davranmak temel olmalıdır. ilişkiler ise her durumda özgür, eşitler arası, demokratik kuralların geçerli olduğu, katılımcılık ve dayanışmanın temel olacağı bir şekilde kurulmalıdır.
bu sırada bireyden bireye, aklı ve duyguları birlikte kullanarak, sorun yokken de bir araya gelecek şekilde "yatay bağlar" kurulması bir tutum olarak benimsenmelidir.
birlikte alınan kararların gereğini yerine getirirken de, herkes sahip olduğu erk ve güce göre sorumluluğunun gereğini tam olarak yerine getirmeli, üzerlerine düşenleri eksiksiz yapmalıdır. işbirliği sürecinde taraflar birbirlerini "sürekli bilgilendirmeli", "koordinasyon içinde davranmalı" ve birbirini geliştirecek ve sonucu daima büyütecek bir "etkileşim ortamı" yaratmalı, "yaptıklarını, yapmadıklarını ve yapamadıklarını" açıkça ortaya koyabilmelidir.
her durumda karşılıklı "destek ve dayanışma" içinde olmak ve her kesimden gelecek katkı ve katılıma açık olmak, gereken her yerde bunu talep etmek yine işbirliğinin başarısını büyütecek temel noktalardır.
bu konuda düşünce birliğine ve uygulama konusunda da istekli olunmadığında "işbirliği" değil, daima kuvvetli olan tarafının dediğine zayıfların "zorunlu" katılımı söz konusu olur.
bu ise aslında işbirliği halinde sağlanacakların çok azına ulaşılmasını olanaklı kılar. asıl önemli olan ise böyle bir sürecin demokrasi ve birlikte yaşama kültürüne, dolayısıyla farklı çıkar, düşünce gruplarıyla toplulukların barış içinde yaşamalarına yapacağı katkı olacaktır. (ms/nv)