Artık hekim değilim sayın bakan! Dahası kendimi artık "sağlık hakkı ve hasta hakları aktivisti" olarak tanımlıyorum. Yine de size yanıt verecek, düşündüklerinizin ve yaptıklarınızın "hem haksız hem de yanlış olduğunu" her zaman yaptığım gibi ortaya koyacağım. Bana önyargılı olduğumu söyleyebilirsiniz ama yine de bunları dikkate almak bir yana; görseniz, duysanız da görmezden, duymazdan geleceksiniz.
Ama öncelikle "eski bir hekim" olarak size bir önerim olacak: Bu önerimi eğer kendinizi halen "hekim" olarak nitelendiriyorsanız bir meslektaşınızın önerisi olarak dikkate alın, yoksa hiç söylenmemiş sayın.
Şimdi anımsar mısınız bilmem; sizi en son bir Türk Tabipleri Birliği Büyük Kongresi'nde hekimlerin arasında görmüştüm. O zaman yeni bakan olmuştunuz ve TTB kongresine bir "hekim olarak" katıldığınızı söylemiştiniz. Sonrasında sizleri "özel" görüşmeler dışında, düşündüklerinize ve yaptıklarınıza itiraz edenlerin hekimlerin arasında asla göremedik. Hekimlerle yaptığınız özel görüşmeleri de asla basın ve kamuoyu önünde gerçekleştirmediniz. En önemlisi de bir bakan olarak yaptıklarınıza itiraz eden meslektaşlarınızla asla kamuoyu önünde örneğin bir televizyon programında tartışmadınız. Bazı program yapımcılarından bunun sizin talebiniz olduğunu duydum. Yakın çevrenizde bulunan bazı kişilerden de böyle davranmama konusunda bir "prensip kararı" aldığınızı duymuştum. Nedenlerini tahmin edebiliyorum ama yine de bu tutumunuzu anlamıyorum aslında.
Bu kez de öyle yapmışsınız; hekimlerden yanıtlamasını beklediğiniz soruları yine bir gazeteciden, sayın Fikret Bilâ aracılığıyla ve medya üzerinden dile getirmişsiniz. Üstelik de bu sorularınızın yanıtlarını ben çok iyi bildiğinizi düşünüyorum. Başka bir deyişle amacınız bu sorularınıza doğru yanıtlar bulmak değil. Öyle olsa açık bir çağrı yapar bunların yanıtlarını birlikte aramayı yeğlerdiniz.
Sorularınıza yanıt vermeden önce ben bir soru soruyorum size: Düşündüklerinizin haklı, yaptıklarınızın da doğru olduğunu düşünüyorsunuz, bunları neden size itiraz eden meslektaşlarınızla açıklıkla tartışmıyorsunuz? Gelin bunu yapın ve bu sorularınızı kamuoyunun önünde, canlı yayında, bir televizyon programında birlikte bulmaya çalışalım. Haklılığınızı ve doğruluğunuzu doğrudan sağlık çalışanlarına, topluma ve kamuoyuna anlatmayı deneyin, düşündüklerinize ve yaptıklarınıza itiraz edenler de kendi düşüncelerini açıklıkla ortaya koysun. Demokrasinin, çoğulculuğun, halka hizmetin gereği budur.
Sorularınız ve yanıtları:
İlk sorunuz "doktorlara verilecek sabit ücreti nasıl belirleyeceğiz" şeklinde olmuş. Bunun yanıtını TTB yine sizin talebiniz üzerine bir çalışmasında açıkça ortaya koymuştu. Benim yanıtım ondan daha "basit" olacak.
Ama yanıtımı söylemeden önce size başka bir şey anlatacağım. Bu ülkenin insanlarına 27 yıl hekim olarak hizmet ettim. 2006 Kasım'ında İÜ. İstanbul Tıp Fakültesi Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezi'ndeki emekli olmadan önceki ay görevimin karşılığı olarak aldığım ücret 1.800 TL'nin altındaydı. Şimdi aldığım emekli maaşından birkaç yüz lira fazla.
Bu para karşılığı 1985-2003 yılları arasında ülkenin her tarafında hizmet verdim. Hemen hemen 15 yıl süreyle her ayın ortalama 10 gününde cüzamlı hastaların peşinde, dağ bayır dolaştım ve ülkedeki çağdışı bir hastalığın kontrol altına alınması için uğraştım.
2006 yılında emekliliğimi istediğimde bana verilen paranın miktarı belirleyici olmadı. Daha açık söyleyeyim, bana verilen para az olduğu için yalnız görevimi değil, onunda ötesinde bu mesleği bırakmadım Sayın Bakan.
Kararımda bunların en küçük bir etkisi olmadı. Yapmakta olduğum iş de bitmemişti; sağlığım da yerindeydi ve herkesin yok saydığı cüzamlı hastalara daha yıllarca hizmet etmeyi de istiyordum ve sürdürebilirdim. Ama ayrılmak zorunda kaldım. Çünkü ben ayrıldıktan birkaç yıl sonra kapattığınız o hastaneyi daha o zaman çalışılamaz hale getiren kararlar almaya ve uygulamaya başlamıştınız. Elimden hiçbir şey gelmiyor, yapmam gerekenleri yerine getiremiyordum. Oysa hastalarım ve yakınlarım bu durumu anlamıyorlar ve yıllarca yokluklar içinde hizmet veren ekibin, bu kararlar yüzünden artık gereksindikleri hizmetleri neden veremediklerini anlayamıyor ve bunun sorumlusu olarak bizleri görüyorlardı. "Siz isterseniz yaparsınız" diyorlardı. Haklılardı, çünkü daha önce yine yokluklar vardı ve onların gereksindikleri her şey yapılabiliyordu. Ama bu kez elimiz kolumuz bağlanmıştı.
Hiçbir gelirleri ve sosyal güvenceleri olmayan o hastalara hizmet veren o hastaneye işlerini yapmaları için gereksindiği kaynaklar, gerekli ödenekleri gönderilmiyordu. Yalnızca lepra basilini öldürecek ilaç karşılıksızdı, onu da Dünya Sağlık Örgütü gönderiyordu.
Bizim hastanemizde de başka hastanelere dediğiniz gibi, o sırada ve ondan sonra hep dile getirdiğiniz uygulamalara tabi kıldınız: Bize de "kendi giderlerinizi kendiniz kazanın", "çok kazanmak için çok hasta bakın, çok işlem yapın" dediniz.
Çok çalışmak çok hasta bakmak değil!
O zamanlar bu ülkedeki cüzamlı hasta sayısını düşürmek ve azaltmak için o kontrol projesini yapıp, dağ bayır dolaşmış ve bunda da başarılı olmuştuk Sayın Bakan. Çünkü çok çalışmak, çok hasta bakmak, hastalara çok tıbbi işlem yapmak demek değil, tam tersiydi. Yeni lepralı hasta çıkmaması için sağlamları dağ bayır dolaşmak, onları sürekli kontrol altında tutmak gerekiyordu, ama bunların karşılığı kurdurduğunuz "döner sermaye" uygulamasında karşılığı yoktu. Onların ayaklarında yara olmamasını sağlamak onları sağlıklı kılıyordu ama, "döner sermaye" iyileşmeyen ve sürekli pansuman yapılan para sayesinde çok kazanıyordu. Onları sağlıksız kılan aslında sağlığı yaratan yani sağlığın belirleyicileriydi ve bunların yerine getirilmesi, yani yeterli beslenme, iyi barınma, eğitim, çevre koşulları vb. ile sağlanıyor, ama bu konuda yaptıklarımızın yine "döner sermaye" yönergelerinde herhangi bir puanları yoktu.
Kısacası çok çalışıyorduk ama çok fazla tıbbi işlem yapmıyorduk, o yüzden de çok kazanmıyorduk. Az sayıdaki hastamıza iyi hizmet veren yetişmiş elemanlarımız, çok muayene ve işlem gerektiren başka hizmetlere kaydırılmak zorunda kalındı. Çünkü bu aynı zamanda onlara daha fazla para verilmesi demekti. Bunların farklı şeyler oluğunu o zaman da görmüyor ve görmezden geliyordunuz sayın bakan.
İnsanlar hasta olmasın diye uğraşmanın karşılığı hastaların tanı tedavisinden kazanılanla karşılanamaz Sayın Bakan. Bu hem matematik olarak mümkün değildir, hem de onlara yapılmış ikinci bir haksızlık olur. Ayrıca toplumun ve onu oluşturan insanların sağlığı, yalnız TC'nin de altına devlet olarak imza attığı uluslararası sözleşmeleri değil, aynı zamanda geçerli Anayasa'da da belirtilen ve İstanbul Cüzzam Hastanesi'nin, sizin kararınızla yitirdiği kurumsal kimliğine geri dönmesini sağlayan mahkeme kararında da dile getirilen sosyal devlet olmanın gereğidir. Dolayısıyla bunlar devletin bir icra göreviyle yükümlü olan sizin sorumlu olduğunuz Sağlık Bakanlığı'nın da bir görevidir.
Görev unvanınızda yer alan "sağlık" sözcüğünün "hasta olmamak"tan çok daha başka anlamları olduğunun farkında olmadığınız bu kararlarınızdan da anlaşılıyor. Çünkü hemen tümü hastalıkların tanı ve tedavisiyle sınırlı.
Sağlıklılık için gerekli olan harcanan paranın "hastaların tanı ve tedavisi" üzerinden, onların sigorta primleri katkı ve katılım payları üzerinden kazanılamayacağının farkında olmalısınız Sayın Bakan.
Sorumlu siz değilsiniz
Aslında ben bunların farkında olmadığınızı da düşünmüyorum; çünkü savunduklarınızın ve yaptıklarınızın hiç birisi sizin kendiliğinizden bulduğunuz uygulamalar değil. Siz de, sizden öncekiler de, yani 1980'de başlayan bu süreçte, bu güne kadar oturduğunuz koltuğa oturan tüm bakanlar kendilerinden yapılması istenenleri yaptıkları için o koltuklarda oturabildi. Sağlık alanına şu anda harcanan paranın yarısı, ilk geldiğiniz andan bu yana harcansaydı, sağlıkta dönüşüm yerine birinci basamak sağlık hizmetlerine önem verilseydi, sağlık ocaklarına gereksindikleri sağlansaydı, sunulan birinci basamak koruyucu sağlık hizmetleri gerektiği şekilde sunulsaydı, şimdikinden çok daha sağlıklı olabilirdik. Şimdi çok para harcıyoruz ve bu çok para çok hasta olduğumuz için harcanıyor.
Ama bunların yerine sağlıktan para kazanmak isteyenlerin istediklerini yaptınız, şimdi de bunu artırmak için uğraşıyorsunuz. Ama denizin sonu göründü, artık daha çok para kazanmak olanaklı değil. O yüzden tasarrufa gidiyorsunuz. Aile hekimlerine konulan 3 TL'lik katkı payı bu yüzden artırılıyor, diğer "tasarruf" önlemleri bu yüzden alınıyor. Sağlıktan tasarruf edilemez Sayın Bakan.
Toplanan paranın paydaşlarının arasında bu iş için emek harcayanlar var. Onlara verilenler kapitalist sermayeyi artırmıyor. Onun için bunu azaltmayı önünüze iş olarak koydunuz. Harcanan emeğin karşılığını düşürerek bu kârın büyümesine gayret ediyorsunuz şu sırada. Sizden istenen bu ve yapılması gerekenler de bunlar. Sorunuzun altında yatan asıl neden de bu.
Yine de bu sorunuza için size iki ayrı karşılık vereceğim: İlki basit bir matematik hesap; ama bu yaptığınızın anlamını ortaya koyan bir karşılık. Gelin sağlığa harcanan tüm kaynağın içinden alt yapı, araç gereç, ilaç vb. tüm masraflarla, toplumun sağlığı için gerekli temel giderleri düştükten sonra kalanı doğrudan hekimlere ve bu iş için emek verenlere bölüştürün, sağlık çalışanlarının ücretini böyle hesaplayın. Yani sağlık alanında çok uluslu şirketlerin ve özel sektörün elde ettiği tüm kazancı bu hizmeti veren çalışanlara hizmet sürelerini ve görevlerini göz önüne alarak bölüştürün ve emekliliklerine de yansıyacak net ücret olarak verin ve bundan sonra hep bunu alacaklarını da taahhüt edin. Onların verdikleri hizmetleri sonuçlarıyla birlikte izleyin ve bir hata yaparlarsa o zaman onlardan hesap sorun. Hekimler ve sağlık çalışanlarının bu koşulda kendilerinden beklenen tüm hizmetleri yerine getireceklerinden eminim. Hiçbir hekimin ve sağlık çalışanının buna itiraz edeceğini de düşünmüyorum.
Toplu pazarlık, toplu sözleşme
İkincisi daha kolay: Hekim ve sağlık çalışanlarının ücretlerini, çalışma alanında geçerli uluslararası sözleşmelerin de kabul ettiği şekilde açık ve toplu pazarlık yoluyla belirleyin. İnanın hekimler, sağlıkçılar ve onların sendikaları ve meslek örgütleri hak etmedikleri tek kuruşu sizlerden talep etmeyeceklerdir.
İnanın bu talep onların şimdiki ve gelecekteki gereksindikleri yaşam koşullarını sağlayacak, kendilerini bir hekim olarak hizmet verir halde tutacak ve gereksindikleri bilgileri yenileyerek her zaman en iyi, doğru ve nitelikli hizmet sunacak halde tutacak karşılıktan fazla olmayacaktır.
Ama siz bunları sağlayamayacağınızı söylerseniz, örneğin onların emekliliklerinde bir kuru ekmeğe muhtaç edecek bir ücrete layık görürseniz onlar da sizin dediğiniz gibi çok yüksek rakamlar telaffuz edebilirler.
Eğer söylediklerinizde içtenseniz buraya gelmeden önce bir de iyi niyet gösterisinde bulunun bence; sayın Bilâ'ya söylediğinizi hemen yerine getirin ve şu anda aldıkları ücretlerin tümünü emekliliklerine de hemen yansıtın. Bir gecede her şeyi değiştiren kararnameleri çıkaran sizin de bakanı olduğunuz hükümet bunu da bir anda yapabilir. Neden bekliyorsunuz?
Özelleştirme "iftira" değil
"İftira" konusunda da bir şey söylemem gerekiyor. Sayın Bila yazısında kamuda çalışan ve muayenehanesi de olan hekimlerin hastalardan para almasıyla ilgili olarak "Ben, kesinlikle genelleme yapmıyorum. Hekimler baş tacımızdır, derdimizin ilacıdır. Asla böyle bir genelleme yapmam. Böyle davrananların çok az sayıda olduğunu biliyorum ama örnekleri var diye söylüyorum, yoksa yüzlerce konuşmamın hiçbirinde tüm hekimleri töhmet altında bırakacak bir genelleme yapmaktan hep özenle kaçındım" dediğinizi belirtiyor. Eğer böyle düşünüyorsanız, o zaman muayenehanesini kapattırdığınız hekimlere haksızlık yapmış ve dolayısıyla bu anlamda da asıl "iftira" atanın siz olduğunuzu görmüyor musunuz? O suiistimal eden hekimleri cezalandırmak yerine sizin vermediğinizi kendisi muayenehanelerinde kazanan hekimlere haksızlık etmiş olmuyor musunuz?
Yaptıklarınıza itiraz eden hekimlerin de "sağlık hizmetini özelleştiriyorsunuz" diye size "iftira ettiklerini" söylemişsiniz. Yukarıda lepra hastanesinde yapılanları söyledim. Onları yineliyorum. "kendiniz kazanın" demek bir özelleştirmedir. Sağlık kurumlarının giderlerini döner sermaye gelirlerinden sağlamalarını istemek ve buna mecbur kılmak özelleştirmedir. Bu da "iftira" falan değildir.
Bunu iddia etmeden önce bir adım geri çekilin ve durum sayın bakan! Sonra tüm sağlık alanına uzaktan ve genel olarak bir bakın. Aldığınız kararları önünüze koyun ve nelere dair olduklarını listeleyin. Sağlık alanında çalışanların ve oralarda hizmet alanların bu sırada neler konuştuklarına, en çok nelerden söz ettiklerine bir kulak kabartın. Dünyada bu yapılanların ne denildiğini de eğer bilmiyorsanız bir kez daha sorun, öğrenin.
Bunların hiçbirisini yapmazsanız sağlıkla ilgili günlük gazete manşetlerine bir göz atın, içlerinde geçen sözcüklerinin ne kadarının sağlıkla, ne kadarının ekonomiyle ilgili olduğunu fark edin. Sonuç olarak yaptıklarınızı bir bütün olarak değerlendirin ve bunun adının aslında "özelleştirme"den başka bir şey olup olmadığını içtenlikle söyleyin.
Eğer bu olan bitene başka bir ad koyabiliyorsanız onu da söyleyin. Biz ve konuyla ilgili herkes bundan sonra özelleştirme yerine hep birlikte bu sözcüğü kullanalım. O zaman belki bizlerle oturup konuşabilirsiniz.
Yanıtlarımı saygılarımla sunuyorum Sayın Bakan.
İşiniz çok ama çok güç. Bunları yapmanızın kolay olmadığını, hatta "olası" olmadığını düşünsem de size kolaylıklar diliyorum. (MS/HK)
Fikret Bila'nın yazısı.