12 Eylül darbecilerini yargılatmaya çalışan, bu yüzden 2003’te HSYK kararıyla mesleğinden ihraç edilen savcı Sacit Kayasu, bir süredir savaştığı akciğer kanserine yenildi ve 28 Kasım 2014’te hayata gözlerini yumdu.
Kayasu, benzerlerini İtalya’da, İspanya’da, Yunanistan’da, Guatemala’da görüp de özendiğimiz cesur ve yaratıcı savcılardan biriydi; değerini bilsek dünyanın gıptayla baktığı ‘kahraman savcı’mız olacaktı belki de. Ama emeklerinin karşılığını alamadan ve mesleğine iade dahi edilmeden, genç denecek bir yaşta aramızdan ayrıldı.
Kendisiyle sadece bir kere, 2014 yazında akademik bir araştırma için görüşme fırsatım oldu. Rahatsızlığı epey ilerlemişti, buna rağmen bana randevu verme nezaketini gösterdi. Görüşmemiz boyunca en çok dikkatimi çeken şey, Kayasu’nun davasındaki yalnızlığı oldu. Elbette ki kendisini meslekten ihraç eden eski meslektaşlarından veya 28 Şubat’ı sahiplenen siyasi gruplardan bir beklentisi yoktu, ama 12 Eylül ve 28 Şubat’ın yarattığı mağduriyetleri en çok dile getirenler de Kayasu’nun yanında olmamıştı.
Bununla beraber, Kayasu haklı davasından hiç pes etmemiş, sesini duyurabilmek için çok uğraşmıştı. Konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşımış, ama AİHM’nin 2008’deki ihracı kaldırma kararı da HSYK için bağlayıcı olmamış.
Mesleğini icra etmesine izin verilmeyen Kayasu’nun hiç değilse avukatlık yapabilmek amacıyla emekliliğini istemesini gönüllü emeklilik olarak değerlendiren Türkiye makamları, kendisini ısrarla mesleğe iade etmemiş.
Ülkenin ileri gelen gazetelerinde çalışan muhabirlerin kendisiyle röportaj yaptığını, ama bu röportajların yayımlanmadan rafa kaldırıldığını hem bana anlattı hem de bu hayalkırıklığını başka yayın organlarında da birkaç kere dile getirdi.
AKP iktidarı öncesi başlayan ama 2003’te sonuçlanan meslekten ihraç sürecinde, AKP’nin ileri gelen hukukçu kökenli siyasetçileriyle de görüşmüş, ama görünen o ki kimse onu dinlemek ve tabii 12 Eylül zihniyetini karşısına almak istememiş. Bugünlerde 12 Eylül’den en yüksek perdeden hesap soranlar, Kayasu’yla hiçbir dönemde ilgilenmemiş.
12 Eylül darbecilerini yargılamanın önünü açan ve Kayasu’yu meslekten ihraç eden eski HSYK’nın zihniyetini ortadan kaldırdığı iddia edilen 2010 referandumu da Kayasu’nun derdine derman olmamış: yeni HSYK kendisi hakkındaki ihraç kararını 2011’de kaldırmış, ama mesleğe iadesini reddetmiş.
Benim görüşüm, Kayasu’nun davasına yönelik kayıtsızlığın sadece asker korkusuyla açıklanamayacağı yönünde. Görünen o ki Kayasu’nun yukarıda bahsettiğim yalnızlığı ya da bir başka deyişle hiçbir siyasi grup tarafından sahiplenilmemiş olması, kişisel ve mesleki statüsünün değiştirilmemesinde etken olmuş.
İlhan Cihaner, Osman Can ve Ferhat Sarıkaya gibi örneklerde gördüğümüz üzere, siyasi iktidar odaklarıyla ters düştüğü için işinden edilen ve hatta tutuklanan hukukçular, iktidar ilişkilerinin zaman içinde değişmesi veya alternatif siyasi odakların sahip çıkması sonucunda mesleğe iade edilebiliyorlar veya başka bir mecrada kamusal etkinlik gösterebiliyorlar.
Bu durum, siyaseten riskli kararlara imza atan hukukçuların arkasında şu ya da bu siyasi güç olmadan, sadece hukuksal alanın gereçlerini kullanarak ayakta kalmalarının ne kadar zor olduğunu göstermesi bakımından aslında çok acıklı.
Dahası var. Kayasu’nun 12 Eylül darbecilerini yargılatmak için kullandığı hukuki gerekçe, darbe hukukunun adalete giden birçok yolu zaten tıkamış olmasından ötürü biraz alışılmışın dışına çıkan bir argüman.
Türkiye ve dünya hukuk pratiğinden bildiğimiz bir gerçek, darbelerden ve insan hakları ihlallerinden hesap sormak isteyen hukukçuların, cezasızlığı aşmak için yaratıcı ve sınırları zorlayan argümanlar üretmelerinin zorunlu olduğu. Yaratıcı düşünce ve ayrıntıya özen gösterme gibi hasletler olmadan, işledikleri her suçu kılıfına uyduran rejimlerle başa çıkmanın yolu yok.
İşte Sacit Kayasu da darbecileri yargılamanın gerekçesini, 12 Eylül 1980’den 1983’e kadar işlenen bütün suçları adalet sisteminin dışına çıkardığını düşünen darbe rejiminin atladığı bir ayrıntı üzerinden temellendirmek istemiş. Darbecilerin kendilerine af çıkarması olarak kabul edilen Anayasa’nın Geçici 15. Maddesi’nin, Milli Güvenlik Konseyi’ni 12 Aralık 1983 tarihli yasayla hukuken tanıdığını, yani darbenin ilk üç ayında işlenen suçların af kapsamında olamayacağını iddia ediyor Kayasu.
Bu gerekçenin hukuki geçerliliği elbette ki hukukçular tarafından tartışılabilir, ancak Kayasu’nun fikirlerinin böyle bir tartışmayı başlatma fırsatı dahi verilmeden susturulması, hukukçuların fikirleriyle sınırları zorlamasına ne kadar hoşgörüsüzce yaklaşıldığını göstermesi açısından önemli.
Geçmişle yüzleşme arayışına giren hukukçuların işi hiçbir yerde kolay değil. Şili’nin eski diktatörü Augusto Pinochet’yi Londra’da tutuklatan İspanyol savcı Baltasar Garzón, Franco döneminde işlenen insanlık suçlarını araştırmaya kalkıştığında, tıpkı Kayasu gibi haddini aştığı iddiasıyla mesleğinden ihraç edildi.
Guatemala’da 1980’lerdeki kontrgerilla savaşını bahane ederek muhaliflere ve yerli halka katliam ve soykırım uygulayanları yargılattıran ve mahkum ettiren savcı Claudia Paz y Paz, bu çabasının karşılığında daha düşük profilli bir mahkemeye sürgün edildi.
Ancak bu savcılara gösterilen tepkilerle Kayasu’nun yaşadıkları arasında temel bir fark var: yargı içindeki muhafazakar odaklar tarafından dışlanan bu savcılar, hem kendi ülkelerinde hem de uluslararası camiada demokrat kişiler ve gruplar tarafından desteklendiler, ‘kahraman savcı’ ilan edildiler.
Ayrıca emekleri boşa gitmedi: Baltasar Garzón, Pinochet’yi İspanya’da yargılatamasa da, onun sabık diktatöre yaşattığı itibar kaybı sayesinde Şili mahkemeleri kendi ülkelerinin geçmişiyle yüzleşmeye başladılar. Guatemala’daki iç savaşta en ağır suçları işlediği düşünülen sabık diktatör Efraín Ríos Montt, soykırım suçundan mahkum edildi.
Yüksek mahkeme yeniden yargılamaya karar vermiş olsa da, Montt’un ömrünün son yıllarını demir parmaklıklar ardında ya da en azından ev hapsinde geçirmesi muhtemel.
Elbette ki Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’ya Haziran 2014’te verilen cezalar, Türkiye’nin geçmişle yüzleşmesi açısından önemli bir adım. Ancak dünün ve bugünün zalimleri için adalet isterken, bizim de bir ‘kahraman savcı’mız olduğunu ve kolektif tepkisizliğimiz yüzünden bu dünyadan sessizce göçtüğünü unutmayalım. Yaşadığı sürede kıymetini bilemesek de Sacit Kayasu’nun yalnız kavgasında gösterdiği cesaret ve yaratıcılığın bugünün genç hukukçularına ilham vermesi temennisiyle, kendisine rahmet, ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. (OB/YY)
* Onur Bakıner, Seattle Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü'nde öğretim görevlisi. Doktorasını Yale Üniversitesi’nde yaptı. Başta Latin Amerika olmak üzere geçmişle yüzleşme ve yargı üzerine çalışıyor.