Toplumda yaşanan tüm bu olumsuzluklara koşut olarak da medya gündeminin toplumsal sorunların çok uzağında olduğu; toplumsal sorunların konu edildiğinde ise çok popüler yaklaşıldığı görülüyor.
Show TV'de bu popülizmin dozu çok daha fazla arttırılıyor. Özellikle geçen hafta her gün yer verilen büyü, muska, okuma ve üfleme gibi sihirli/tılsımlı ve dinsel yöntemlerle "tedavi" ettiğini öne süren kişileri konu edinen haberlerde popülist yaklaşımlarla, bilim dışı kısır döngünün yeniden üretilme çabalarına tanık olduk.
Sıkıntılı dönemlere kolay çözüm
Bu günlerde Türkiye'de olduğu gibi sıkıntılı dönemlerde insanlar, daha kolay "çözüm" sunabileceği düşünülen sihirsel ve dinsel yöntemlerin tılsımına teslim olmaya eğilimlidir. Hele ki, yüzyıllardır Osmanlı İmparatorluğu'nda İslamiyet'in hakimiyetinde yaşayan ve Cumhuriyet Türkiye'sinde de nüfusunun önemli bir kısmının yaşatmaya devam ettiği dinsel yaşam tarzını benimseyen bir toplumda, bu tarz inanış ve davranışların varolması gazeteciler için şaşırtıcı olmamalıdır.
İnsan aklına ve bireye güvenin geliş(tiril)mediği toplumlarda, elbette bilimin ve bilimsel düşüncenin gelişememesinin yanı sıra, felsefe, sanat gibi diğer düşün alanları da cılız kalır ve sihirsel ya da dinsel düşünüş toplumsal yaşamı yönlendirir; daha doğru bir deyişle köreltir.
Show TV'de konunun her ele alınışında en güvenilir referans olarak İslamiyet (!) gösterildi. Konuyla ilgili bilim insanlarından hiç görüş alınmazken, mikrofonlar sadece din adamlarına uzatıldı.
"İslamiyette haram" diye diye...
Bu kişilerin dile getirdiği, "İslamiyet'te büyü yapma ve yaptırmanın haram" olduğu ifadelerine sıklıkla yer verildi. En önemli ve en tehlikeli nokta ise, din uzmanlarının, büyüye yönelme yerine, "Allah'a sığınma"yı önermesi ve bunun da, Show TV ekranlarında örtük de olsa hemfikir olunarak verilmesiydi.
Böylelikle insanların psikolojik ya da biyolojik sorunlarının çözümü için başvurduğu büyü, muska, kurşun döktürme gibi tılsımlı uygulamalar "sözde" eleştiri alırken; "Allah'a sığının, sadece ve sadece ondan yardım" isteyin telkinleriyle tam da bu yönelişlerin ana nedenini oluşturan dinsel düşünüşe/yaşama yönelme bir alternatif olarak sunuldu.
Tatlıses'e büyü mü?
Konuya biraz daha renk katma arzusuyla olsa gerek İbrahim Tatlıses de Show TV'ye konuk olurken, eski eşi Derya Tuna'dan ayrılmasına Asena'nın yaptırdığı büyü mü neden olmuştu sorusu "araştırıldı" (!). İbrahim Tatlıses de büyüye inanmıyordu ama bir hocadan aldığı muska geceleri yaşadığı psikolojik sıkıntıya çok iyi gelmişti; öyle ki, bu muskayı atmamış yaşadığı villanın bahçesine gömmüştü Tatlıses...
"Ana haber" (!) bülteninde cümbüş daha bitmemişti; peki nazar var mıydı? Nazar boncukları ise etkin bir korunma yöntemi olabilir miydi? Tabii ki, din adamlarıyla hemen bağlantı kuruldu. Evet nazar vardı, özellikle güzel kadınlara nazar değebilirdi (!); "güzel kadınlar" dikkatli olmalıydı.
...Ve Allah'a sığınmak!
Ancak nazar boncuklarında çözüm aranmamalı yine "Allah'a sığınmalıydı." Sözkonusu ifadeler Tarkan, Sibel Can ve Hülya Avşar başta olmak üzere renkli gözlü popüler sanatçıların görüntüleri eşliğinde sunuldu.
Büyü yapanlara gizli kamera baskını gerçekleştiren muhabirlerden, stüdyoda adeta bir Hollywood starı edasıyla mavi fonlar önünde ve romantik müzikler eşliğinde haberi sunan anchormane kadar, ekibin her bir elemanı, içinde yaşadıkları topluma rahatlıkla din adamlarının ağzından dolaylı da olsa "Allah'a" sığının derken ve izleyicileri irrasyonel düşünüş ve uygulamaların çıkmaz sokaklarına sevk ederken, şu soruları düşünmemek elde değil:
Acaba kendileri de herhangi bir sağlık sorunu için aynısını mı yapıyorlar?
Yoksa modern tıbba mı teslim olmayı tercih ederler?
Büyü arayanların ne kadar sosyal güvencesi var?
Gazetecilik mesleğinde araştırmacılığın esas olduğu göz önünde bulundurulursa, büyücülerde ya da hocalarda çözüm arayan bu insanların acaba ne kadarının sosyal güvencesinin olduğu da önemli bir soru değil midir?
Başka şekilde sormaya çalışırsak, hurafelerin gölgesinde yaşamanın ötesinde bu tılsımlı yollara başvurmada acaba sağlık sigortasına sahip olma ya da olamama da etkili midir?
Haber hazırlama ve sunmada, kara mizah konusu olacak kadar irrasyonel boyutlara ulaşan Show TV, her akşam büyücülerde ya da hocalarda çözüm arayan insanlar karşısında "hayretlere düşer" (!)
Bu halleriyle, Oğuz Atay'ın "Oyunlarla Yaşayanlar"daki Coşkun Ermiş'in bir akşam meyhanede alkolün dozunu kaçırarak, sandalyesine çıkıp halkıyla yüzleşmeye çalışan hali kadar gülünçtürler.
Meyhanedeki nutuk ve tepeden bakış
Coşkun Ermiş, her oynanışında olay olacak bir tiyatro oyunu yazma çabasında olan ama bir türlü de o oyunu yazamayan emekli bir öğretmendir. Meyhanedeki nutkuna şöyle başlar:
"Ey zavallı milletim dinle!Şu anda, hepimiz burada seni kurtarmak için toplanmış bulunuyoruz. Çünkü ey milletim, senin hakkında az gelişmiştir, geri kalmıştır gibi söylentiler dolaşıyor. Ey sevgili milletim! Neden böyle yapıyorsun? Neden az gelişiyorsun? Niçin bizden geri kalıyorsun? Bizler bu kadar çok gelişirken geri kaldığın için hiç utanmıyor musun? Hiç düşünmüyor musun ki, sen neden geri kalıyorsun diye düşünmek yüzünden biz de istediğimiz kadar ilerleyemiyoruz. Bu milletin hali ne olacak diye hayatı kendimize zehir ediyoruz. Fakir fukaranın hayatının anlatan zengin yazarlarımıza, gece kulüplerinde içtikleri viskileri zehir oluyor. Zengin takımının hayatını gözlerimizin önüne sermeye çalışan meteliksiz yazarlarımız da aslında şu fakir milleti düşündükleri için küçük meyhanelerinde ağız tadıyla içemiyorlar."
Gizli kamera eşliğinde baskın düzenleyerek hem izleyicilere hem de büyü yapanlara yönelik gazetecilerin kurduğu söylemler de aynı oranda tepeden bakıyor , bir o kadar da saçma .
Hiç utanmıyoruz
Atay'ın üstün zekasının ve olağanüstü kaleminin karakteri Coşkun Ermiş, sözlerini samimi itiraflarla sürdürür: "Ey şu fakir milletim! Aslında seni anlatmıyoruz. Sefil ruhlarımızın korkak karanlığını anlatıyoruz. İşte onun için sana yanaşamıyoruz. Senin yanında sığıntı gibi yaşıyoruz. Hiç utanmıyor muyuz? Hiç utanmıyoruz."
Reha Muhtar ve ekibinin de öznel mekanlarında böylesi samimi itiraflarda bulunup bulunmadığı bilinmez. Bilinen şu ki, reytinge teslim olan ruhlar, yüzyıllardır bu ülke insanı için hiçbir açılım sağlamayan dinsel düşünüş ve beraberinde gelen yaşam tarzını bir kez daha örtük söylemlerle yeniden üretmeye çalışmaktadır.