Referandum kelimesi genelde plebisit kelimesiyle beraber anılır. Pleps, Eski Roma’da ayrıcalıklı Patricii’ler dışında kalan kalabalık halk sınıfına verilen isimdir. Pleps meclislerinin aldığı karar anlamında olan Latince Plebiscitum sözünden gelir. Referandum ise Latince “referre”(geri getirmek) kökünden gelir. Referandum, halkın iradesinin doğrudan yansıması amacıyla başvurulan bir yöntemdir ama Eski Roma’dan bu yana bizdeki gibi bir referandum süreci yaşanmış mıdır, bunu bilmek olanaksız.
Bizim kuşaktan bazı arkadaşlarımla referandum süreci ve sonuçları üzerine konuşurken, hiçbirinde şok olmuş birisinin halet-i ruhiyesini görmedim. Bizim kuşak derken sadece yaşla ilişkili; aynı şeyleri görmüş, yaşamış bir tarihsellikle ilgili durum değil meramım. Bunu da içeren ama esas olarak, yaşadığı dönemlerin bütün zulmüne ve alçaklıklarına tanıklık etmiş; itiraz etmiş, bu yüzden büyük bedeller ödemiş ama hayallerini ve umutlarını hiç terk etmemiş insanları kastediyorum.
1970’lerin ortalarında, daha 15-16 yaşlarında devrimci düşüncelerle tanışıp, o yaşlarında arkadaşlarını çocuk elleriyle toprağa verirken, umudunu kaybetmek yerine besleyen, insanlığın gelecek güzel günlerine dair beklentileri için daha da bilenen o güzel çocuklardan bahsediyorum.
Gençliğinin verdiği dinamizmle, devrimi gerçekleştirme ve ezilenlerin, yoksulların iktidarını kurmaya kendini çok yakın hissedip, bu uğurda büyük bedeller ödeyen, yenilen ama vazgeçmeyen çocuklardan...
Hayatının her döneminde yaşanan bütün olumsuzluklara, yanlışlıklara dair düşünceleri olan, her seferinde haklı çıkan ama düşünceleri iktidar olamayan çocuklardan…
Yaşlarıyla orantısız büyük acıları, Anadolu ermişleri gibi büyük bir tevekkülle karşılamayı becerebilen, bunları, insanlık tarihinin deneyimleriyle harmanlayıp erken olgunlaşan o bilge çocuklardan bahsediyorum.
Yaşadığı coğrafyanın diğer mazlum halklarının geçmişte ve günümüzde yaşadığı haksızlıklara, zulümlere, kırımlara kayıtsız kalmayıp, onların acısını yüreğinde hisseden, yaşanabilir bir ülke mücadelesini ortaklaştıran o insancıl çocuklardan, oligarşinin zindanlarında bu uğurda çocuk bedenlerini siper eden, yaşamından vazgeçen o yiğit çocuklardan bahsediyorum.
Reel sosyalizm uygulamalarını Marksist-Leninist bir bakışla eleştirip, Sovyetlerin Birliğinin kapitalizmin saldırısıyla dağılmasında, o halini dahi savunma ahlakına sahip bilinçli çocuklardan. Kapitalizm, Fukuyama örneğinde ‘nihai zaferini’ ilan ederken, “bu iş daha bitmedi, asıl şimdi başlıyor” diyen inançlı çocuklardan. Daha o yaşlarında Marks’ın Kapital’ini okuyup sorunun özünü kavrayan, zekalarıyla kolayca elde edebilecekleri dünya nimetlerini sadece elinin tersiyle değil, bütün uzuvlarıyla itip, yoksulların safında mücadeleye atılan o namuslu çocuklardan söz ediyorum.
İnsanlık tarihinin binlerce yıllık aydınlanma ve mücadele birikimlerini içselleştirip, bilimin ve aklın yol göstericiliğinde harmanlayan, diyalektik bir bakışla yorumlayan, hayallerinden asla vazgeçmeyen, sosyalizme dair umutlarını hiç kaybetmeyen, yenilen ama her seferinde yeniden ayağa kalkmayı becerebilen, onurlu miraslarıyla gençliğe umut aşılayan, bıkmadan usanmadan halkların ve ezilenlerin kavgasını geleceğe taşıyan o inatçı çocuklardan bahsediyorum.
Seyfi Öngider’in bianet’te yayınlanan yazısı ‘Sisifos’un Çocukları’nda dediği gibi: “Ayrıca hayatta mucizelere de yer vardır ve ‘devrim’ denilen şey veya sosyalizmin kuruluşu da bir tür mucize sayılabilir; bir gün o kaya o zirveye oturur ve bir daha aşağıya yuvarlanmaz! O zamana kadar baskı ve sömürüye karşı çıkmayı, özgürlük ve dayanışmayı, paylaşmayı ve insan olmanın gereklerini yerine getirmeyi temel almayan bir hayat yaşanmaya değer bir hayat değildir!”
İşte böyle düşünmeyi, umudu tam da böyle taşımayı, hayatı böyle anlamlandırıp mücadele etmeyi kendilerine düstur edinen çocuklardan; güncel gelişmeler ve konjonktürel yenilgilerden dersler çıkararak geleceğe bakan, anlık kazanımları önceleyen değil, insanlığın gelecek güzel günlerine dair umutlarını hiç yitirmeden yaşamayı becerebilen o kararlı çocuklardan bahsediyorum.
Hayata böyle bakanlar için, uzun insanlık tarihinin herhangi bir yerinde, bir referandum ya da bir seçim sonucu ne ifade edebilir? Her şeyin sonu olarak algılanıp, büyük bir karamsarlık nedeni olabilir mi, ya da tersinden büyük bir zafer olarak algılanabilir mi? Tüm bu yaşananlara insanlık tarihinin mücadele perspektifinden bakıldığında görülen nedir? Buna geçmeden önce bazı güncel değerlendirmelere değinmek gerekiyor.
Elbette her kesim ya da siyasi düşünce çıkan sonuçları kendi açısından değerlendirebilir. Bu da günlerdir yapılıyor zaten. Kimileri yapılan usulsüzlüklere karşı doğal olarak yasal süreçleri sonuna kadar zorlamaktan yana. Zor ama umarım sonuç alırlar! Kimileri bunu iki yıl sonrasında rövanşı olan bir maç gibi görebilir. Bütün hesaplarını buna göre yapıp, bu sonuca yol açan süreçte döşedikleri taşları( hepsini yazmak uzun bir yazı konusu ama dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek gibi örneğin), yıllardır yaptıkları hataları örtmenin ve siyasi beklentilerini sürdürmenin dayanağı yapabilir.
En karamsarlara göre bu büyük bir yenilgidir ve artık yapacak bir şey kalmamıştır. Makûs kaderimize razı olup karamsarlığın dehlizlerinde debelenmek düşmüştür yine bizlere. Çoluk çocuğumuzun geleceği için en kısa yoldan ülkeyi terk etmek gerekir.
Kazandığını sanan kesimler açısından ise her şeye rağmen bu bir zaferdir, bir dönüm noktasıdır. Artık bu ülkenin gelişmesi önündeki bütün engeller kaldırılmış, bütün bariyerler yıkılmıştır. Yedi düvele haddi bildirilmiş, işbirlikçi vatan hainlerinin defteri dürülmüştür. Yıllardır sürdürülen bir mücadelenin meyvesi alınmış, başlar göğe ermiştir. Bundan sonra bizi tutana aşk olsun!.
Peki Sisifos’un Çocukları açısından durum nedir? Bizim kuşaklar nasıl etkilendi bu süreçten? Ben kendi adıma büyük duygusal gelgitler yaşamadım. Ya da yaşayamadım diyeyim. Elbette üzüldüm, canım sıkıldı ama umudumu besleyen, geleceğe dair beklentilerimi arttıran gelişmeler daha ağır bastı. Örneğin Kürt seçmenler konusu. Muhalefet kanadından, referandum öncesi yapılan her türlü ötekileştirici açıklama ve güvensizlik söylemlerine karşın, can güvenliklerinin bile olmadığı bir ortamda gereğini fazlasıyla yaptılar. Hayır dediler. Hem ülkenin geleceğine sahip çıktılar, hem de birlikte yaşamanın, geleceği beraber kurmanın taşlarını sağlamlaştırdılar. Her vesileyle sokuldukları sınavdan (nasıl bir sınavsa hiç bitmeyen) bir kez daha yüzlerinin akıyla çıktılar. Bir başarı hikayesi çıkartılacaksa bu yaşananlardan, ve de güzel bir gelecek umudu; en çok onlar hak etti alkışlanmayı!..
Bir de gençler var elbette. Umudun taşıyıcıları. Bazıları ilk yenilgilerine(!) büyük bir başarı hikayesiyle başladı. Kazandılar ama mağlup sayıldılar. Bizlerden daha şanslılar bu açıdan. İşte bu yüzden üzülmüyorum. Onların daha yapacak çok işi var ve eminim bizlerden daha iyisini yapacaklar. Sisifos’un kayasını, bir daha hiç düşmemek üzere o tepeye oturtturacaklar!...
Edip Cansever’den:
Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce. (Şİ/HK)