Yargılamada, reddedilen mahkemelerin yargı dönemi başlatılmıştır.
Reddedilen mahkemelerin yargılamalarına ve vaat edilen sürelerde davaları bitirmelerine bağımlı ve fakat; tarafsız ve bağımsızlıklarına inanılmayan, güven veren bir yargılama, erişilebilir bir adalet beklenmeyen döneme çoktan girilmiştir.
Sekiz yıl önce Avrupa İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg, Türkiye ziyaretinden sonra “ülkedeki adalet yönetiminin durumunu ve insan haklarının koruma düzeyini” 10 Ocak 2012 tarihli “Türkiye’de Adalet Yönetimi ve İnsan Haklarının Korunması” raporunda değerlendirmişti.
Raporda hukukun üstünlüğünün özünde bulunan bağımsızlık ve tarafsızlık, adaletin dayanması gereken iki temel ilke olarak gösterilmiştir. AİHS’nin 6. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkına ve AİHM kararlarına atıf yapılmıştır.
Özellikle AİHS’nin 6. maddesine dayanarak bir mahkemenin bağımsız olup olmadığını tespit etmek için, birçok kuralla birlikte, üyelerinin atanma tarzına ve görev sürelerine, dış baskılara karşı korunup korunmadıklarına bakılmalı ve demokratik bir toplumda, mahkemelerin halka vermesi gereken güven duygusu göz önüne alınarak, bağımsızlık görünümünün “sergilenip sergilenmediği” üzerinde durulan en önemli konudur.
Komiser, bu konuyla ilgili olarak ortaya çıkan “devlet merkezli tutumun varlığına” işaret etmiş, mevzuat ve uygulamaların Avrupa insan hakları standartlarıyla uyumlu olmadığı gibi iyileştirme çabalarının varlığına rağmen, ortaya çıkan aksaklıkların yargı sistemini ciddi şekilde aksatan “sistematik bozukluklar” olduğu kanaatindeydi.
Bu raporun üzerinden sekiz yıl geçti.
Türkiye’de sekiz yıl içinde yargıda yaşanmamış hiçbir şey kalmadı denebilir.
Örneğin, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda Adalet Bakanlığının 2020 yılı bütçesini sunarken “Devletin 40 yıl hücrelerine sızmış” Fetullahçı Terör Örgütünün (FETÖ) 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminden sonra meslekten çıkarılan hâkim ve Cumhuriyet savcısı sayısının 3 bin 926 olduğunu açıklamış, Yargıtay başkanı Türkiye'de 12 bin hâkim ve savcı olduğunu, bunlardan 4 bininin FETÖ üyesi olmaktan yargılandığını söylemişti. (Kasım 2019).
Yargı “bağımsızlığı” demenin anlamını kalmadığı yıllarda yargıda “tarafsızlık” Anayasa’ya girdi. 2010 yılındaki değişiklikle Anayasa’nın 9. maddesine “tarafsızlık” kelimesi eklendi. Böylelikle Anayasa Madde 9’a göre “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır” olarak değişmiş oldu.
Madde böyle olunca yargı tarafsız ve bağımsız mı oldu?
Sonrasında Cumhurbaşkanlığı Sistemi kuruldu. 2017 Anayasa değişikliklerinin ardından 27 Nisan 2017 tarihi itibariyle Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesi’nin ve Hâkimler ve Savcılar Kurulu'nun üyelerini doğrudan veya dolaylı biçimde atama, Danıştay üyelerinin dörtte birini seçme ve Yargıtay’a üye seçme yetkisine sahip oldu. Anayasa Mahkemesi (AYM) başta Cumhurbaşkanı olmak üzere kamu görevlilerini “Yüce Divan” sıfatıyla yargılama yetkisine sahiptir. Hâkimler ve Savcılar Kurulu tüm hâkim ve savcıların özlük işleri hakkında karar verir. Cumhurbaşkanı Yargıtay ve Danıştay üyelerini seçer. Bu iki yüksek mahkemenin genel kurulları da Yüksek Seçim Kurulu üyelerini belirler. Eski Danıştay Başkanı Sayın Nuri Alan “Yargı reformu” yazısındaki bu belirlemelerinin ardından şöyle bir tespit yapıyor:
“Görüldüğü üzere yargı erkinin oluşturulmasında Cumhurbaşkanı olağanüstü yetkilerle donatılmıştır. “Partili Cumhurbaşkanı”nın kabul edildiği bir yönetim düzeninde, bu yetkileri demokratik hukuk devleti ilkeleri ile bağdaştırmak mümkün değildir. Bu yetkiler var olduğu sürece yargı bağımsızlığı sağlanamaz; bağımsızlık olmadan, her kararında değişik yaptırımların tehdidi altında olduğunu düşünen yargıçlardan toplum olarak tarafsızlık ve adalet bekleme hakkımız yoktur. Çok açık bağlayıcı kurallara karşın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ve Anayasa Mahkemesi’nin bazı kararlarının uygulanmaması ya da uygulamadaki gecikmeler yargı bağımsızlığının hayata geçirilememiş olmasından kaynaklanmaktadır.” (Yargı Reformu 06.02.2020 Cumhuriyet)
Yargıdan bağımsızlık bekleme hali dün yoktu; bugün bağımsızlık ve tarafsızlık beklemek için herhangi bir emare, güven ve umut hiç yoktur.
Örneğin Gezi Davasının yargılama sürecinde; Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından sadece bu dava için yeniden oluşturulmuş yargı kurulunun “tarafsız ve bağımsız olmadığı” kanaatiyle savunma avukatları tarafından iki kez reddedilmiş olması yargıya olan güvenin ortadan kalktığını göstermektedir.
AİHM kararlarının bağlayıcılığını dikkate almayan ama Anayasa Mahkemesi’nin özgürlükleri kısıtlayan kararını ise tutukluluk halinin devamı için gerekçe yapan yargılamadan hukuka, adalete ve vicdana uygun sayılabilecek bir mahkeme kararı çıkmaz, çıkamaz. Bu yargılama sürecinde güvenilir bir yargı değil aksine; güvenilmeyen yargı ortaya çıkmıştır. Gerçek, yargının bu “görünen” halidir.
Kanunlarda belirtilen usul ve esaslara uygun olarak hesap verebilirliğin; bağımsızlıklarını zedelemeyen, aksine toplumsal meşruiyetlerini arttırmak suretiyle güçlendiren bir ilke olduğunun bilincinde olan mahkemeler yargılama yapabilir.
Yargılama gücü; hakları sınırlandırmak ve evrensel yargılama ilkelerini hiçe saymak için kullanılamaz.
Yargı Etiği Bildirgesinde yer alan “Özü sözü bir kişilikleriyle oldukları gibi görünür ve göründükleri gibi olurlar” denebilecek yargıçlar ve mahkeme varsa güven veren yargılama vardır ve adalet beklentisi var sayılabilir.
Hiç kimse böyle bir yargılama sürecinin seyircisi olmamalıdır.
Yargı Etiği Bildirgesini yazanlar, kabul edenler, ilan edenler, Resmî Gazete ’de yayımlayanlar ve bunu yargının insanlara verilmiş bir sözü olarak kabul edilmesini isteyerek söz verenler; haksızlığı ve hukuksuzluğu yaratanlar gibi ve güven vermeyen bir mahkeme kadar sorumludurlar.
Her kim suskun ve seyirci kalırsa aynı hukuksuzluğu ve varmış gibi gösterilmeye çalışılan savunma hakkını, adil yargılanma hakkını ve kendi sahip olduğu temel hak ve özgürlüklerini ihlal etmiştir.
Yargıda, reddedilen mahkemelerin güven vermeyen yargılamalarının reddi zamanıdır. (RT)