geçen haftaki yazımla ilgili olarak bir okurumla karşılıklı olarak mesajlaştık. konu “kişisel” olmadığı için ve soru konunun biraz daha açıklanması gerektirdiğini düşündüğüm için bu yazıyı da aynı konuya ayırmam gerektiğini düşündüm.
gelen ilk mesajda şu iki soru soruluyordu:
- seks çalışanları prezervatifi neden bakanlıktan istiyor?
- kendileri, ya da çalıştıkları yerler alamıyorlar mı?
bu soruların nihai yanıtını aslında yukarıdaki spotta yazdım; ama o savın açıklanması gerekiyor tabi ki...
“hak temelli yaklaşım”
bu soru “hak temelli yaklaşım”ın anlamının henüz genel olarak çok da iyi anlaşılamadığını düşündürdü bana. o yüzden biraz “kuramsal” sözler edeceğim, affola...
küreselleşmiş kapitalizm bir piyasası olan her konuda “ticaretin” ve onu vareden “tüketimin” olmazsa olmaz bir durum olduğunu bize dayatıyor; daha da kötüsü buna bizi alıştırıyor. herhangi bir mal ve hizmet eğer serbestçe piyasada satılıyor ve gücümüz onu almaya yetiyorsa, bunun ne olduğuna bakmadan “kendi kaynağımızla almaya” yönlendiriliyor.
inanılmaz bir reklam ve promosyon dünyası, bizi öyle davranmaya neredeyse mecbur ediyor. o mal ya da hizmetin kendimiz ve toplum için anlamını, ona ayırdığımız kaynak yüzünden aslında daha çok gereksinimimiz olan başka şeylerden mahrum kalıp kalmadığımızı, ama daha da önemlisi bu “alış”ın sayesinde bir tüketim ekonomisinin nasıl pompalandığını ve bunun sonucunda da aslında ne tek başımıza ne de tüm toplum ve dünyalılar olarak bir daya terine koyamayacağımız, kaynakların nasıl “heba” edildiğini, görmüyor, bilmiyor ve görmezden geliyoruz.
bir de bunun bir diğer yanı var: o alacağımız her neyse onun piyasada bulunup bulunmaması ve onu sağlayacak kaynağı olmayan, ama ona herkesten fazla gereksinimi olanların onu nasıl sağlayacağını da yeterince düşünmüyoruz.
işte toplum olmak, toplumun bir bireyi olmak, bir birey olmak ve “bireyci” olmak arasındaki nüansları bunlar belirliyor.
bireysel sağlık, toplumsal sağlık
“sağlık toplumsal bir olaydır”, ama durum sağlık alanında da bundan farklı değil. hatta dahası var:
toplumu da ilgilendiren rahatsızlıklarda bireysel korunmanın yeteceği gibi bir düşünce genel olarak topluma benimsetilmiş durumda. “sağlık ocağı” modelinden “aile hekimi” modeline bu yüzden geçtik. sağlık ocağında “sağlık”, üstelik de “toplumun sağlığı” öncelenirken, “aile hekimliği”nde adı üzerinde “hekim” yani onun tanı koyup tedavi etmesi öncelenmiş durumda.
bu ikisi arasında ikinciden yana seçim yapıldığında iki önemli “nokta”yı yok saymış oluyoruz:
- toplumun bir bütün olarak sağlığı ve sağlıklılığı,
- hizmete ulaşamayan, yararlanamayan “yoksul, yoksun ve ötekileştirilmiş” kesimlerin sağlığı ve sağlıklılığı...
üstelik de bunu yalnızca “vatandaşlar” olarak değil, herkese “eşit uzaklıkta” olması ve “eşit davranması” gereken devlet de yapmış, “aile hekimliği” modeliyle her ikisini de yok saymış oluyor.
mevcut modeli azıcık bilenlerin, “aile hekimliği” modeline eklenmiş, “toplum sağlığı merkezleri”nin varlığını ve onların yoksunluklar içinde özveriyle var etmeye çalıştığı hizmetlerden söz edeceğini biliyorum. ama mesele onların bazılarının bazı yerlerde kendilerine verilen işleri yapmalarıyla çözümlenecek kadar basit değil. çünkü bir kere ne yazık ki tüm coğrafyayı ve toplumu kapsamıyor bu hizmetler; ikincisi bu yok sayılan “ikinci” kesimi “var” etmeye yetmiyor.
prezervatif, doğum kontrol hapı ve aşılar
hafta içinde benzer bir haber daha vardı bianet sayfalarında:
“doğum kontrol hapı haktır, sgk kapsamına alınsın” başlıklı bu haberde doğumm kontrol hapının sgk kapsamına alınması için açılan bir imza kampanyasından söz ediliyordu.
çünkü bu hapların bedellerini 26 haziran 2012’den beri sgk ödemiyor. eskiden onu da “sağlık ocakları” ücretsiz dağıtırdı, tıpkı geçen haftaki yazımda “prezervatifler” için söylediğim gibi.
çünkü “doğum kontrolü” de toplumun sağlığını öncelemek anlamında “sağlığın toplumsal” boyutuyla ilgili bir konudur.
hiv ya da cinsel temasla geçen hastalıklardan korunmada kişilerin kendilerini korumak için “kendi kaynaklarından” koruyucu araç, gereç, ilacı almaları “kapitalist ve bireyci bir sistemde” söz konusu olur.
aynı politika, bunun gibi örneğin aşıyla önlenebilir hastalıklar için de bireylerin gerekli aşıları kişisel olarak temin edip kullanmalarını önerir.
üstelik bazı hastalıklarda olduğu gibi bu aşıları devlet çeşitli kaynaklardan sağlasa ve bedelsiz sunduğunda da, kişiler o aşıları olmak için kendi kaynaklarından aşının yapıldığı yerlere gitmek zorundadırlar.
oysa aşıyla önlenebilir hastalıklara yönelik aşılama, yalnızca aşının uygulandığı kişilerin koruması için yapılmaz. bir temel epidemiyolojik kuraldır bu. bu tür hastalıklarda toplumun belirli oranını aşılamak, herkes aşılı olduğu için o hastalığı yapan etkenin ortadan kalkması sonucunu doğurur. başka bir deyişle herkes yalnız kendisi için değil, toplumun tümü için aşı olmuş olur.
çünkü kendi kaynağıyla aşı olanların sayısı hiç bir zaman bu orana ulaşmaya yetmez. dolayısıyla devletler, hem vatandaşlarının sağlıklarından dorumlu oldukları için (sosyal devlet anlayışı gereği), hem de ortaya çıkan hastalığın toplumsal maliyeti onun korunmasını sağlamaktan daha fazla olduğu için (kapitalizmin daha az gideri olma ve daha çok kâr etme mantığı) tüm topluma yönelik ücretsiz aşılamayı, aşılanacak hedef kitlenin yanına giderek, yani hizmeti yararlanacak olanın ayağına götürerek yaparlar.
fuhuş ya da çocuk yapmamak için değil
prezervatif de tıpkı aşılar gibi hastalığı önleyici bir araçlardır. burada eleştirilen bir başka unsur ücretsiz prezervatif dağıtımın uygulamasının “fuhşu teşvik” gibi algılanmasıdır. çünkü doğum kontrol haplarının bedelinin ödenmemesinin gerekçesinde olduğu gibi prezervatif çok çocuk yapmayı önleyen bir yöntem olarak kabul edilmekte, böyle görülmektedir.
bu bakış açısı ve yaklaşım herkese “üç çocuk öneren bir hükümetin” halka tabii ki ücretsiz prezervatif dağıtmasını önleyecektir. ama bu tutum önceki yazımda da dediğim gibi özellikle bilgisiz gençlerin hastalıkla karşılaşmasına neden olacak bir durum yaratmaktadır.
kaldı ki, türkiye ekonomisi nedeniyle artık dünya sağlık örgütü’nden(dsö) karşılıksız ilaç, tıbbi araç-gereç yardımı “almayan” bir ülke haline gelmiştir. bu durum ortaya çıkmadan önce, tüm az gelişmiş ülkeler gibi, türkiye'ye de dsö tarafından ücretsiz prezervatif gönderilirdi ve bunlar fertil dönemde (anne olabilir yaştaki) tüm evli kadınlara (eğer rahim içi araç kullanmıyorsa) ortalama olarak ayda 15-20 tanesi bedava olmak üzere, şimdi artık olmayan sağlık ocakları tarafından ücretsiz dağıtılırdı. genel olarak yeğlenen bir doğum kontrol yöntemi olmadığı için de cinsel ilişkiyle hastalık geçisi riski olan yerlere de verilirdi.
bireysel sorumluluk, toplumsal sorumluluk
önceki yazımda sanırım çok iyi ifade edemediğim bir yanı daha açmalıyım:
toplumun tüm bireyleri yalnız kendi sağlıkları için değil, toplumun tümünün sağlığı için de ellerinden geleni yapmakla yükümlüdürler. ancak bu bir zorlamayla değil, eğitimler, bilgilendirmeyle, özendirmeyle yapılmalıdır.
örneğin grip olan insanlar kendi sağlıkları için evlerinde istirahat etmek zorundadırlar. ama bu tutumları dışarı çıktıkları zaman hastalık etkenini topluma bulaşma olasılığını da azaltır aynı zamanda. ama birey kendisini düşünmüyorsa ya da mutlak dışarı çıkmak zorundaysa, grip virüsünün başka insanlara bulaşmasını önlemek için elinden geleni yapmalıdır. ağzını burnunu kapatmalı, aksırırken, öksürürken yüzüne kapattığı elini başkalarının dokunma olasılığı olan yerlere sürmemelidir. ama bu bir bilgilenme ve eğitim işidir. kimseye böyle yapması için baskı uygulanamaz, ya da böyle davrandı diye ceza verilemez.
bir genelevde çalışan bir kadının kendisini ve müşterilerini korumak için her ilişkisinde “prezervatif” kullanması doğru ve gereklidir. ama bunun için cebinden para vermesi, her gün işine giderken yolu üzerindeki eczaneden birkaç kutu prezervatif alması madden ve manen altından kalkabileceği ve ona önerilecek bir yük değildir.
bir genelevin patronundan da tıpkı iş kazaları ve meslek hastalıkları konusunda “dünya birincisi olan bir ülke” olmamıza yol açan patronlardan farklı davranmasını, her müşterisine içeri girerken bir prezervatif hediye etmesini beklemek “boş bir hayal”dir. eğer bu genelevin bulunduğu ülkenin sağlık teşkilatı, orada “ücretsiz prezervatif” dağıtmıyorsa; onun vergisini kontrol eden vergi memurlarının, harcama kalemleri içinde kazancına koşut bir “prezervatif bedelini” gider olarak gösterip göstermediğini kontrol etmeleri ve bu gideri vergisinden düşmeleri “toplumun sağlığını” düşünen ve ondan sorumlu bir devletin görevidir.
geneleve gidenlerin de “prezervatifin yalnız kendi sağlıkları için değil, aynı zamanda toplum sağlığı için de gerekli” bir araç olduğunu bilmesi ve buna göre davranmasını beklemek yine haklı ve gerçekçi bir yaklaşım değildir.
evet o da bu konuda bilgilendirilmeli ve davranışlarını değiştirecek şekilde eğitilmelidir. üstelik daha önce dediğim gibi bunun için ayıracakları bir kaynakları da, almak için olanakları da olmalıdır.
ayrıca herkesin prezervatife ulaşımı da yine kendi açısından “vazgeçmeye neden olacak kadar” sıkıntılıdır. çünkü bu ülkede kadınlar adetleri sırasında kullanacakları pedleri, bekar kadınlar ilave olarak cinsel ilişkilerinde kullanacakları prezervatifleri, erkekler de bekar ya da evli olsunlar gereksindikleri prezervatifleri pek çok nedenle “zorlanarak” almaktadırlar.
kimsenin yapmadığını da “devlet” yapmalı
bu bireysel davranışların ötesinde devletin görev ve sorumluluğu kimsenin yap(a)madığı ama toplumun tümünü etkileyen olumsulara yönelik önlemleri almaktır. dolayısıyla bu konuda da ayrıca, resmi genelevler dışında fuhşun olduğu ve önlenemediği ülkelerde ve yerlerde, kolay ulaşılabilir, ücretsiz ya da ucuz prezervatif temin edilen yerlerin olması yukarıda anlattığım gibi bir toplumsal sağlık sorununun en azından azaltılması ya da önlenmesi için bir zorunluluktur.
bu aynı zamanda türkiye’nin altında imzasının olduğu bm ekonomik, sosyal, kültürel haklar sözleşmesi’nin bir gereğidir ve devlet “toplumu riske eden bulaşıcı hastalıklar için gerekli önlemleri almayı” taahhüt etmiştir, bu yüzden de “prezervatif”i oraya koymak ödevidir.
tüm bu nedenlerle kişilerin kendilerinin ya da genelev sahiplerin prezervatif alıp almadıklarına bakılmadan toplum sağlığını ilgilendiren araç gereçler herkese sağlanmalıdır.
hak temelli bakış açısı, sistemi bunu yapabilen insanlara göre değil, koşul ve olanakları buna imkân tanımayanlara göre davranılmasını gerektirir. dolayısıyla prezervatif bir haktır, devlet de bu hakkın gereğini yerine getirmekten sorumludur.
bu yazının sonunu da bu yüzden geçen haftaki yazının sonunu biraz değiştirerek bağlamalıyım:
günümüzde varolmak ve yaşamak için direnmekten başka yol yoktur; o yüzden de direnmek bir haktır!... bir gün maske, gözlük, antasid gibi suç sayılmasını göze alarak, “cebimize bir ‘prezervatif’ koyarak başlayabiliriz, direnmeye...”
çünkü artık “prezervatif de bir haktır." (ms/hk)