iki haftadır kanser ve kanser tedavisi gören hasta ve yakınlarıyla ilgili yazıyorum. ikinci yazıyı yazdıktan sonra türk tıbbi onkoloji derneği tarafından basına yollanan bir bildiri bana da ulaştı. bildiride belirtilenlerin önemi nedeniyle bu hafta da kanserli hastaların tedavisi konusunu sürdürüyorum.
önce “kanser.org” sitesi
öncelikle derneğin tüm seçilmiş kurullarını ve üyelerini kutlamalıyım. çünkü kendi alanlarıyla ilgili olarak, hem bu konuda hizmet talebi olanlara ve aklına gelen soruların yanıtlarını arayanlara, hem de bu alanda hizmet verenlere ilişkin gerekli bilgileri, üstelik de güncel bir şekilde ve sürekli olarak internet üzerinden sunmaları gerçekten çok önemli bir hizmet.
daha sitenin adından başlayarak, konuyla ilgili bilgi almak isteyen herkese aradığını bulma olanağı sağlanması bir yana, insana güven veren ve dostça yaklaşımı bu tür başta resmi kurumlar olmak üzere benzer faaliyetlerde bulunan herkese örnek olmalı.
uzmanların dedikleri görmezden geliniyor
derneğin gönderdiği basın bildirisinin bence en önemli yanı bildirinin sonundaki şu ibarede belirtilenler:
“hastalarımızın mağduriyetinin giderilmesi adına türk tıbbi onkoloji derneği olarak ilaç temininde karşılaşılan sorunlar sağlık bakanlığı ilaç ve tıbbi malzeme kurumuna 04.03.2013 tarihte iletilmiş olup ilgili kurumca acil ve uzun vadede bu sorunları çözmeye yönelik tedbirlerin alınmakta olduğu tarafımıza bildirilmiştir.”
buradaki “acil” sözü eğer “tıbbi” anlamdaki “acil durum” olgusu bağlamında edilmiş ise çok gecikilmiş!
ilk yazımıza konu olan lenfomalı hasta dilek özçelik’in çevre ve şehircilik bakanı erdoğan bayraktar’a “gerekli ilaçlara erişemediği” şeklindeki sorunun ülkenin gündeminde yer almasının tarihi 15 nisan!
yani acil bir müdahalenin en az 40 günlük bir gecikmeyle o da medyanın aracılığı ve kamuoyunu desteği ile yapılmış olması (bunun da ne kadar gerçekleştiğini henüz tam anlamıyla bilmiyoruz!) bu ülkede “yönetme” mantığına iyi bir örnek oluşturmaktadır.
burada vurgulanması gereken ikinci nokta ise herhangi bir alanın uzmanlarının söyledikleri ve taleplerinin, “örgütsel” bir boyutta bile olsa dikkâte alınmadığı gerçeğidir.
ulusal kanser kongresi
o dikkâte alınmayan “kanser uzmanları” tarafından, bu konunun gündemde olduğu tarihlerde, 19-23 nisan 2013 tarihleri arasında antalya/belek’te “20. ulusal kanser kongresi”ni gerçekleştirildi.
“türk pediatrik onkoloji grubu”, “türk tıbbi onkoloji derneği” ve “türk radyasyon onkoloji dernekleri”nin işbirliğinde düzenlenen bu kongreye katılan 1500 civarında katılımcı, aralarında uluslararası kanser kontrol örgütü (uıcc) başkanı ve avrupa tıbbi onkoloji derneği (esmo) başkanlarının da yer aldığı 400 civarında konuşmacının sunduğu, 900’e bilimsel çalışmayı, 41 panel, 29 konferans, 10 tartışma, 20 sunumu ve 42 kurs oturumunda ele almış.
kongrede bilimsel konular dışında, kanserin toplumu etkileyen boyutları da dile getirilmiş. ne yazık ki toplum sağlığını önemseyen birkaç medya organı dışında bu konularda söylenenler üstelik de tüm güncelliğine karşın kamuoyuyla yaygın bir şekilde paylaşılmadı.
kongreyle ilgili bilgi veren “sağlığın sesi” sitesinde konunun toplumu ilgilendiren yanlarıyla ilgili olarak kongre başkanı prof. dr. m. tezer kutluk’un “dolayısıyla ilaçla ilgili her olayın bir hassas tarafı vardır. kanser ilaçları maliyeti biraz daha yüksek ilaçlardır. ama türkiye’nin genel ilaçlarındaki fiyat politikaları-biz ilaç politikalarında bir uzman değiliz, biz kanser uzmanıyız buralarını çok bilemiyoruz- tabi bulunamayan ilaçlarının temininde o ilaçlar bakanlığın eczacılar birliği ile işbirliği sayesinde bir yol bulmaya çalışıyor. ama bulanamayan her ilaç hastayı yakınlarını ve tabi onları tedavi eden onkologları zorlar” şeklindeki sözlerinin de yetkiler tarafından dikkâte alınma olasılığı yukarıda söylediğimiz nedenlerle çok fazla değil.
ekonomi ile bilimin dediği çatışırsa!..
tıpkı “radyoterapi açısından devlet zararda…” diyen prof. dr. sedat koca’nın verdiği şu bilgilerin gösterdiği gibi: “radyoterapi aletleri 2 milyon dolarla 8.5 milyon dolar arasında değişir. standart bir radyoterapi merkezinde ki bir aletin 2 milyon dolar ve biraz daha üstünde olduğunu düşünürseniz alete yaklaşık 4.5 milyon dolar para yatırırsınız. bu aletin parasının % 10’u kadar da her sene bakım ücreti ödersiniz. bunlar arıza olmadan bakım için ödenen rakam. bir aletin parasını çıkartması, bakımının yapılması, doktorun maaşı ve teknikerin maaşının ödenmesi için yaklaşık 420-430 hastanın tedavi ücretinin- bizim tek satıcı sgk biliyorsunuz artık-, sgk fiyatları 420-430 hastanın parası sadece bize, yani siz öyle hesap edin. bir makinenin da sağlıklı çalışması için 400 hastanın üzerinde hasta pek almaması lazım türkiye bu noktaya gelmedi demek ki radyoterapi açısından devlet gerçekte zararda, yani maliyetini anca karşılıyor.”
piyasa koşullarının bu alanda uygulanmasının sorun yaratacağını bir başka uzman doç. dr. mustafa erman da dile getirmiş. hastalar açısından bunun yarattığı sonuçları şöyle ortaya koyuyor:
“türkiye’de ruhsatlandırma ve geri ödeme çok hızlı değil. açıkçası 2 veya 3 yılı bulabiliyor ilacın kullanıma girmesi mutlaka dikkatli bir süzgeçten geçirilmesi lazım. iyi çalışan bir sistem var ama çok hızlı değil ama yine kurulmuş bir sistem daha var yurt dışında kullanımı olan ama türkiye’de ruhsatlandırılıp satışa başlamamış ilaçlar içinde hasta bazındaki ilaçların teminine yapabiliyorsunuz. yani sağlık bakanlığına başvuruyorsunuz ve diyorsunuz ki bu ilaç satılmıyor bu ülkede ama bu hastanı özel durumu budur, bu ilacı getirtmek mümkün olabilir mi, tabi ki süper hızlı değil ama yine bu şekilde istediğimiz ilaçların önemli bir kısmını temin edebiliyoruz.”
tüm bunlardan çıkan sonuç ise şu: “yönetim olgusunun el yordamıyla ve günlük etkilere göre şekillendiği yapıların, böyle işleyen bir piyasa ekonomisi içinde toplumun sorunlarını gerektiği biçimde çözemeyeceği açıktır.”
yerine konulabilecek bir şey yok!
dernek basın bildirisinin başında önceki yazılarımda ifade ettiğim sorun net olarak ortaya konuluyor ve “ülkemizde zaman zaman kanser tedavisinde kullanılan ilaçların temininde üretici veya ithalatçı firmalardan kaynaklanan sorunlar ortaya çıkabilmektedir. özellikle az kullanılan ve/veya maliyeti düşük olan ilaçlarda bu sorunla daha fazla karşılaşılmaktadır” denilerek, “yaşamsal nitelikte olan ve yerine verilebilecek seçeneği olmayan” dakarbazin, bleomycin, siklofosfamid vb. ilaçlara ulaşılamadığı bizzat tedaviyi belirleyenler ve uygulayanlarca ifade ediliyor.
bu ilaçların olmaması özellikle iyileşebilir özelliği olan meme kanseri, testis tümörü ve hodgkin lenfoma tanılı hastaların tedavisini aksatmakta ve hastalıklarının iyileşemez aşamaya geçmesine neden olmaktadır.
bu nokta bir “çözümsüzlük” noktasıdır:
hasta mevcut durum nedeniyle yaşamsal bir riskle karşı karşıya gelirken, hasta yakınları bu duruma “isyan etmekte”, hekimler ise standart tedaviyi bile hastasına uygulayamamanın getirdiği tıbbi ve etik açmazı yaşamaktadır.
başka bir deyişle “yokluk”tan doğrudan ve olumsuz etkilenenler aynı tarafta yer almaktadır.
bu sorundan “olumlu” etkilenenler de basın açıklamasında açıkça belirtilmektedir: “fırsatçılar!”
derneğin verdiği bilgiye göre bu ilaçlar karaborsa olarak değerlerinin 10-20 katına satılmakta, bu parayı verebilen (?, hani kanser tedavisinden katkı payı alınmıyordu!..) vatandaşlarımız ilaçlara ulaşabilmekte, bulamayanlar ise tedavisiz kalmaktadır.
çözümü var ve mümkün!
peki bu durumun ortaya çıkmasının nedeni ise daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gerçek: “sağlık hizmetini piyasa koşullarına terk eden ‘sağlıkta dönüşüm programı’.”
o zaman bu somut durumda bu “yokluk”tan nemalananların en büyük destekçisi de “sağlığı planlayanlar, düzenleyenler” oluyor!
peki çözüm ne?
o da çok açık ve net: bu dönüşümün nereye doğru bir dönüşüm olduğunun görülmesi ve “durdurulması!”
“sağlıkta dönüşüm”ün en azından bu yaşamsal konuda durdurulması için basın açıklamasında bazı çözümler sıralanmış:
1. sağlık bakanlığı’nın ilaç firmalarına bulunmayan hayati öneme haiz ilaçları ithal etmesi konusunda destek vermesi, yaptırım getirmesi, türkiye’de üretmelerini sağlaması veya kendisi ithal etmesi gereklidir.
2. ilaçlara ulaşmada kesinti olmaması için bu sürecin hızlandırılması ve tedavi aksamalarına neden olmaması gereklidir.
türk tıbbi onkoloji derneği’nin bu taleplerinin yerine getirilip, getirilmediğini, ne kadarıyla ve ne zaman getirildiğini, o süreçte yaşanan mağduriyetleri izlemeyi yalnızca kanserli hastalara, yakınlarına ve onları tedavi eden hekimlerle, derneklerine bırakmayalım ve yakından izleyelim.
tabii bizler de “yaşamdan yana” isek! (ms/hk)